Restoranlardan yemek için siparişinizi verdiğinizde size bir numara veriyorlar veya numara olan çağrı cihazı. Çağrı cihazı çalmaya veya titreşmeye başladığında adınıza hazırlanmış siparişi içeriden alıyorsunuz. Menüler ingilizce olmasa bile cep telefonu uygulamanızı veya fotoğraflı menülerden destek alabilirsiniz.

Garson varsa siparişi alıyor ve önce içecekleri getiriyor. Veya self servis bile olsa önce içecekleri veriyorlar. Birkaç defa yiyecekler ile birlikte içecekleri talep ediyoruz ama -Arda’nın da söylediği gibi- Avrupalılar karmaşık hizmete alışık değil. Standart dışına çıkınca kafaları karışıyor. İster self servis ister sipariş önce içecekler o sofraya gelecek. Nokta. :) 

Bir tarafımızdaki masa küçük çocukları ile bizim gibi gezmeye gelen Türk turistler. Diğer yanımızdaki masada iki genç kız var. Onlar da bizden ama oralılar. Siparişlerini almak için kalktıklarında, Flamanca çantalarına göz kulak olmamızı talep ediyorlar. Ayşegül konuşmalarını duymuş. “Türkçe söyleyin, anlamıyoruz. “ deyince gülüyorlar. Yemek bitip kalkınca nazikçe sesleniyorlar, neredensiniz diye. İzmir cevabını duyunca, çok sevindiler İzmir’e tatile gelmek istiyorlarmış. Gevrek, kumru, boyoz nedir?. Çeşme, Foça ve çevrelerinde deniz nasıl? Sorularını cevapladık. Gençler ucuz (!) tatil için hevesli.
Hava karardı. Yine tramvay ile dönüş. Ben çevreyi takip ederek otelin durağını bulmaya çalışıyorum. Ayşegül durak isimlerinin bazılarının fotoğrafını çekmiş, geriye doğru takip ediyor. Sağ salim otele vardık. Gece dersimi çalışıyorum. Bu defa merkez “Gent-Sint-Pieters” istasyonundan Trene bineceğiz. 
Sabah çıkış yapıp önce 4 sonra 1 numaralı tramvaya aktarma olup istasyona gidiyoruz. Doğru tramvayda olduğumuz kesin. İneceğimiz istasyonu kollarken Ayşegül gözüne kestirdiği demiryolu görevlisini takip ediyor çaktırmadan, hangi durakta inecek diye. Ben kendinden büyük sırt çantası taşıyan iki genci. Belli ki onlarda istasyonda iner. Durağa geldik ama istasyon değil. Ayşegül’ün gözüne kestirdiği görevli iniyor.  Bu durakta ineceğiz eminim. “Von Monck… (adını okumaya çalışsam durağı kaçıracağız.) Durakları bir gün önce çektiğim hat fotoğrafından takip ediyorum. istasyona 100m kadar yürümemiz gerek biz peşinden.  Benim çantalı gençler oralı değil. Demek ki yanlış tahminde bulundum veya onlar yanlış durakta iniyor, neyse :)

108

Gent ve Brugge arası trenle 20 dakika. Bunun için olsa gerek istasyonun önünde yer alan parkın etrafında bisiklet parkı denizi var.

109

Arda’nın yanına Almanya'ya gittiğimizde gördük. Bizim oğlan bisikleti herkes gibi bir yere bağlamadan bir yere bırakıveriyor. Sadece arka tekerleği bağlıyor. Çok faydalı (!) bir çözüm. İki defa bisikleti çalınmış olsa bile hala aynı şekilde devam ediyor. İkinci el 40-50 euroya ayağını yerden bir bisiklet alıyor herkes gibi. Bisiklet hırsızlığı çok fazlaymış. Eğer daha kıymetli bir bisikletiniz varsa genellikle evlerin bisiklet depoları var, geceleri oraya alıyorlar. Dışarıda ise bisiklet parklarına bağlıyorlar. Polis pek uğraşmıyormuş. Sözkonusu elektrikli veya kaliteli bisiklet olsa durum değişiyor. Bu bisiklet park karmaşası için de onlar yok, eski bisikletler buralarda.

110

Gent merkez tren istasyonu binası aynı zamanda şehirler arası otobüslerin de garajı. Biz Tren garı bölümüne geçiyoruz. Yine otomatlardan biletimizi alıyoruz. Binada tadilat var. Peronlar modernize ediliyor.

111-1


Bazı peronlar kapalı. Kendi peronumuza gelip beklemeye başlıyoruz. Sanki Karşıyaka’dan Alsancak’a yapılacak tren yolculuğu gibi. 15-20 dakika yol. Fark, ara istasyon yok. İstasyon biraz kalabalık.

Brugge 

İki katlı vagonların daha sessiz ve daha modern.

112

İkinci katına çıkıp oturuyoruz. Ama sadece 20 dakikalığına. 

113


Brugge istasyonu nunda indiğimizde yine kısa bir keşif gezisi çünkü dönüş günü yine buradan Havaalanına gideceğiz. Otelimiz yine 15-20 dakikalık bir yürüyüş mesafesinde. İstasyonun hemen dışında Sepetli bir elektrikli bisiklet var. Belgesellerde izleriz. Özellikle  Uzakdoğu da Tuktuk- çekçek diye benzerleri var. Ayşegül hadi deneyelim diyor. Neden olmasın. Fiyatı da uygun. 

115114

Sürücü delikanlı çevik ve bilinçli hareketle iki valizimizi benim sırt çantamı Ayşegül’le arama sığdırıyor. Konforumuz bozulmadı bile. Çok sevdik bu yolculuğu. Otele varınca bisikleti kullanan bize kartını veriyor. 

Yeniden taksi olarak kullanabilirsiniz dedikten sonra nazik bir ifade ve güler yüzle Türkçe olarak “Hoşçakalın” diyor. Otelimiz bu defa zincir otellerden biri. Yeri çok güzel. Her yere yürüme mesafesi.  Bina biraz eskice ama yine de temiz ve güvenli. Bu defa erken gelmemize rağmen odamız hazır. Hemen yerleşip kendimiz dışarı atıyoruz. Hava sıcak, hayır serin, kapalı hayır açık, yağmur mu yağacak sanki? Neyse tüm yedek kıyafet ve yağmurluk sırtımda bir giyin bir soyun şeklinde olacağız anlaşılan. 

Otelin hemen karşısında hediyelik eşyalar satan bir mağaza var. Tüm alışverişi Brugge’e sakladık. Yük olmasın bize. İçine girip fiyatlar konusunda biraz daha dikkatli incelemeler yapıyoruz. Asıl yarın almamız gerek. O yüzden bugün gözümüze kestirdiğimiz yer olursa aklımızda tutalım istiyoruz. Sabah kahvaltısı için market de var otelin karşısında. Ama kahvaltı-öğle yemeği yapmamız gerek şimdi. İki kadının işlettiği yeri gözümüze kestirdik. Siparişimizi verdik.

116

Beklememizi, yemeğin çıkınca, bizi çağıracaklarını söylüyorlar. İki nasıl yetiştirecekler doğrusu merak ediyoruz. Dışarıya oturduğumuz halde gözlerimiz onlarda.. İki kişi olmalarına rağmen aralarında müthiş bir uyum var birbirilerinin ayağına dolanmadan tezgahın arkasında önünde hiç durmuyorlar. Hazır yiyecek yok gibi. Sipariş alınıyor. Taze taze hazırlanıyor veya ısıtılıyor veya mikrodalgada pişiriliyor ve servis geliyor. Tıkır tıkır işliyor. Kahvaltı-öğle yemeği bitti. Ayşegül'ü yoldan çıkarmak için waffle’cılar yine her yerde ama bir tanesi daha güzel.

117

Waffle çubuğa takılı şekilde servis ediliyor. Burada yoldan çıkmamak elde değil.

119118

Waffle’cı yoksa, çikolatacılar var sıra sıra.