AKP'nin 2016 teması belli oldu. Ne Güneydoğu'da akan kan, ne terör, ne güney sınırımızdaki Kürdistan projeleri, ne enflasyon, ne işssizlik. Varsa yoksa Başkanlık...
Yıl içerisinde yapacakları algı operasyonlarının projeleri çoktan hazır. Başkanlık sisteminin bölünmeyi engelleyecek tek sistem olacağını, terörün ancak böyle sona ereceğini, anaların ağlamayacağını, ülkede kardeşlik duygularının yeniden yeşertileceğini anlatacaklar. Amerika ve Rusya'nın, Suriye ve Irak'ta bir Kürdistan kurulmasına vereceği desteğin ancak başkanlık sistemiyle engellenebileceği yalanını yaymaya çalışacaklar.
Yaratacakları algı operasyonuyla yoksulluğun bitirilmesinde, işsizliğin önlenmesinde, yargının bağımsızlaştırılmasında en önemli engelin demokratik parlamenter sistem olduğunu savunacaklar.
Şimdi bunun için ortam hazırlama çabasındalar. Yalaka medya hazırolda verilecek talimatları bekliyor. Televizyonlardaki programlarda rol alacak aktörler derslerini çalışıyor. Sıra 12 Eylül referandumunda görev alan aydın ve sanatçılarda. 'Yetmez ama evet' diyerek başkanlık sisteminin faziletlerini anlatacaklar. Gerçi o referandumun destekçilerinden Adalet Ağaoğlu, “12 Eylül referandumundan ne kadar umutlandık. Oradaki umut kırıklığı beni çok etkiledi. Bu belki de benim son enayiliğimdi” dedi ama olsun, şimdi yeni aydın ve sanatçılar nasıl olsa bulunur.
Olası bir referandumda yoksul halkı da unutmamak gerekiyor. İşsizliğin önlenmesi ve enflasyonun düşürülmesi vaatleri, eğer kömür ve makarnayla takviye edilebilirse operasyon büyük ölçüde tamamlanmış olur.
Yalnız bir sorun var. Başkanlık modelinin hangi ülkeden ithal edileceği konusunda çatlak sesler çıkıyor. Fransa'dan mı? Brezilya'dan mı? Hitler Almanya'sından mı? Yoksa ABD'den mi?
Gerçi Türkiye'ye özgü bir sistemden söz edenler de var. Ancak Amerikan sisteminin bazı sakıncaları var. Bizden hatırlatması. TRT yıllarından dostum Yılmaz Polat, ABC Haber sitesine Washington'dan geçtiği makalesinde sistemin aksaklıklarını (!) şöyle özetliyor;
“ABD Başkanının aile bireyleri, Başkan'ın uçağını, helikopterini istediği gibi kullanamaz.
Başkan Obama bu Noel tatilini ailesiyle birlikte Hawai'de geçirdi.
Günlüğü 3 bin 500 dolara kiralanan villanın ücretini kendisi ödedi.
Başkanlar elektrik faturası, doğalgaz ücreti ödemez, ama diş macunundan ayakkabı boyasına kadar kendi karşılar.
Başkanlar hafta sonlarını genellikle Washington yakınlarında bulunan Camp David adlı dinlenme konutunda geçirir. Burada özel masraflarını cebinden karşılar.
Başkan uçağına kızını, oğlunu, damadını ya da kardeşini bindirirse normal bir yolcu uçağının 'first class' ücretini ödemek zorundadır.
Beyaz Saray'ın, Başkan'ın bazen özel olarak yemeğe davet ettiği konuklardan, misafirperverlikle bağdaşmasa da, yemeğin ücretini istediği de oldu.
Obama'nın bir öğle yemeğinde ağırladığı, aralarında Coca-Cola CEO'su Muhtar Kent'in de bulunduğu 4 şirket yöneticisinden, kredi kartı numaralarını isteyerek ücret ödetmesini duyduğumda çok şaşırmıştım.
Beyaz Saray, ücretin, çıkar ilişkisi yaşamamak amacıyla alındığını savunmuştu.
ABD Başkanı Beyaz Saray'a girdiğinde çok zengin değilse, Bill Clinton gibi borçlu da ayrılabilir.
Bir ayrıntı daha.
Kendisine ve aile bireylerine verilen hiçbir hediye “formalite icabı 200 doların üzerinde dense bile” kişiye özel değildir, devlete kalır.
Aile bireyleri devletle iş yapamaz...”
Anlaşılan ilk aşamada Amerikan başkanlık sistemini elemek gerekiyor.