Hazırlayan/ Özde KOCA ve Gökmen KÜÇÜKTAŞDEMİR

Yaşadığımız kentten başlamak üzere başka şehirleri, çevremizdeki doğal güzellikleri ve kültürel zenginliklerimizi tanımamız kurguladığımız gelecek için önemli. İnsanoğlunun tarihsel geçmişine baktığınız zaman kurdukları hayallerle günümüze nasıl ulaştıklarını anlıyorsunuz. Bunları görebilmenin, hissedebilmenin ve öğrenebilmenin en güzel yöntemi de müzeler.

EFES ARTEMİSİ MÜZEDE

Bizim de yolumuz bu hafta Efes Müzesi'nden geçti. İzmir'in güzel ilçesi Selçuk'ta bulunan müze, yakınlarında bulunan Efes Antik Kenti'ndeki buluntulara ev sahipliği yapıyor. Müzenin bugünkü halini çok sevdik. Yılın her günü ziyarete açık olan müzeye giriş 30 TL.

Müze, arkeoloji ve etnografya olarak iki bölüme ayrılıyor. En bilinen eser, Efes'teki Artemis Tapınağı'nda bulunan gösterişli Artemis heykeli. Heykelin üstüne dönemin ilahi sembolleriyle imparatorluk motifleri işlenmiş. Kentin sembolü olan arı da, ticaretin önemli bölümünü oluşturan üzüm de var. Efesliler, bu heykelde tüm dualarını birleştirmiş gibi.

Artemis'in, Roma'daki adı Diana'dır. Zeus ve Leto'nun kızı olan tanrıça, vahşi doğa, avcılık, okçuluk ve ay tanrıçasıdır. Artemis, Yunan mitolojisinde bakireliğin sembolüyken, Anadolu'da ise doğurganlığın ve bereketin sembolüdür, tıpkı Kybele gibi. Efes Artemis Tapınağı, işte bu bereket tanrıçasının adına yapılmıştır. Tapınaktan geriye ne yazık ki çok az kalıntı günümüze ulaşmış. Ancak müzedeki bire bir maketinden zamanında ne kadar ihtişamlı bir yapı olduğunu görebilirsiniz. M.Ö. 550 yılında tamamlanmış tapınak, Lidya Krali Croseus'un emriyle Yunan Mimar Chershpron tarafından tasarlanmış.

Efes Müzesi'nde eserlerin buluntu yerlerine göre sergilenmeleri tercih edilmiş. Buna göre salonlar, Yamaç Evler ve Ev Buluntuları Salonu, Sikke ve Hazine Bölümü, Mezar Buluntuları Salonu, Efes Artemisi Salonu, İmparator Kültleri Salonu olarak düzenlenmiş. Müzenin orta bahçesini oluşturan arasta bölümünde ise eski Türk kasabalarındaki ticaret yaşamı ve kaybolmaya yüz tutan çeşitli el sanatları sergileniyor. Müzenin ayrı bir bölümünde Antik Çağ'dan başlayarak Osmanlı dönemini de kapsayan elektron, altın, gümüş, bakır sikkeler ve takılar yer alıyor.

Gökmen'in 'Kayıp Anahtar' adlı romanının bir kısmı bu antik kentte geçiyor. Orada da anlatıldığı gibi kentin simgesi arı. Bu yüzden Artemis heykelinde, basılmış sikkelerde ve daha pek çok yerde bu simgeyi görmeniz olası.

RESTORASYON SÜRÜYOR

Müzeden ayrılıp antik kente girdiğimizde pek çok ayrıntı zihnimizde yerli yerine oturdu. Gezerken, "Hangi eser nerede çıkmıştı, kentin yaşadığı en önemli olaylar ve bunun şehre yansıması nasıl olmuş?" gibi soruların cevaplarını bilerek gezmek inanın çok önemli.

Antik Çağ’ın Anadolu başkenti Efes, mega antik kent olarak geçiyor. UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne giren kentte inanç sistemi, Anadolu’nun ana tanrıça (Kybele) geleneğine dayanıyor. Antik dünyanın yedi harikasından Artemis Tapınağı’nın da Efes’te olması önemini artırıyor. Efes’in ilk olarak tarihte 'Amazon' adıyla anılan kadın savaşçılar tarafından kurulduğu ve hatta isminin Arzawa (Ana Tanrıça Kenti) Krallığı’nın bir şehri olan Apasas’tan geldiği rivayet edilir. Bu döneme dair çok net bilgiler bulunmasa da uzun yıllar bu bölgede yerli halkın yaşadığı düşünülüyor. Daha sonra ticaret yollarının buradan geçmesi ve doğuyla batıyı birbirine bağlayan bu liman şehri altın çağını M.Ö. 129’da Roma İmparatorluğu’na bağlandıktan sonra görmüş. M.Ö. 1. yüzyılda Efes'in nüfusu 200 binmiş. Şehrin zenginliği mimariye de yansımış. Tekrar ayağa kaldırılarak sergilenen Celsus Kütüphanesi’nin ihtişamından ne kadar etkileyici bir şehir olduğunu tahmin etmek mümkün.

Akdeniz'in en büyük antik kentinin iki kapısı var. Bugün giriş, liman tarafından sağlanıyor. Kente adımınızı attığınızda, bir yapı sizi devasalığıyla kendine hayran bırakıyor. Sanat tarihi açısından önem arz eden bu yapı, Panayır Dağı'nın eteklerine yaslanmış, 25 bin kişilik, Antik Çağ'ın en büyük açıkhava tiyatrosu. Tiyatronun her katının farklı zamanlarda eklendiği biliniyor. 1. yüzyılda eklenen ikinci katta heykeller ve oymalar yer alıyormuş. 2. yüzyılda eklenen üçüncü katla birlikte yapı, döneminin en büyüğü olmuş. Yakın zamana kadar dünyaca ünlü sanatçıları ağırlayan yapıda bugünlerde ciddi bir restorasyon faaliyeti yürütülüyor. Akustiği, ince işlemeleri ve tarihsel önemiyle öne çıkan tiyatronun yıkılmış olan sahnesi yenileniyor, ayrıca eksik oturma yerleri ve basamaklar da elden geçiriliyor. Biraz yokuş ve onlarca basamak çıktıktan sonra tiyatronun üst sıralarında soluklanmak için oturduk. Burası hem manzarayı izlemek hem de akustiği test etmek için harika bir nokta. Biz bu sahnede daha önce pek çok konser izledik. Hatta Almanya’nın Elsendorf kentinin ‘Pulli Cornicinis Ailesi Gladyatörleri Topluluğu’nun bile burada bir gösteri yaptığını hatırlatmalıyız.

RAYLARDAKİ ASBEST SORUNU

Geçmişi M.Ö. 11'inci yüzyıla dayanan bu yerleşim merkezine her gelişimizde daha fazla eserin gün yüzüne çıktığını, çevre düzenlemesi adına güzel işler yapıldığını görüyoruz. Burada dikkat çekmek istediğimiz bir nokta var. O da demiryollarında rayların altından çıkarılan ağaçlardan yapılan yürüyüş yollarıyla ilgili. Bu kalaslarda asbest adlı zehirli maddenin bulunduğu öne sürülüyor. Asbest solunumla insana geçip kansere yol açan zehirli bir madde. Bu ahşap yolda yürürken yüksek ısıyla çıkan bir koku olduğunu söyleyebiliriz ama acaba insan sağlığı bundan ne kadar etkileniyor? Bu araştırılıp açıklanmalı. Bu sorunun cevabını düşünürken orada her gün çalışmak zorunda olan insanları ve rehberleri düşünmenizi salık veririm. Roma İmparatorluğu’nun şaşalı günlerinin adeta bir yansıması olan kenti gezerken, geçmişte buranın bir liman kenti olduğunu düşünmek zihinleri zorluyor. Çünkü yüzyıllardır taşınan alüvyonlar sahili doldurarak denizin çok uzakta kalmasına neden olmuş.

TARİHİN İLK İLANI

Antik tiyatrodan çıkıp Celsus Kütüphanesi'ne doğru gidiyoruz. Hemen sağımızda kentin agorası yer alıyor. Limandan gelen ürünler buradan agoradaki dükkanlara ve depolara getiriliyor. Taştan yapılan yüksek tavanlı dükkanlar, yazın ürünleri serin tutuyor. Daha da soğuk için dükkanların altına mahzenler yapılmış. Yürüdüğümüz yolun altında kentin kanalizasyon şebekesi bulunuyor. Bazı noktalarda demir mazgallar konarak bu gelişmiş altyapı sistemini ziyaretçilerin görmesi sağlanıyor.

Yol üzerinde bir ilan görüyoruz. Bir Aşk Evi (genelev) ilanı. Dünyanın ilk reklamı olarak anılıyor. Zarar görmesin diye etrafını çevirmişler. Görüşler, Antik Roma'da fahişeliğin ortalamanın üstünde bir meslek olduğu yönünde. Yunanistan'ın aksine vergiden muaflar; ancak kayıtlı ve kayıtsız olarak ayrılıyorlar; kayıtlılara meretrikes, kayıtsızlara prostibulae deniyor. Kelimeler çok tanıdık. Arkeologlar, bu figürlerin kente yeni gelen yabancıların yolu bulabilmesi açısından mermer yol üzerine işlendiğini düşünüyorlar. Taçlı kadın, kalp ve sol ayak izi yine arkeologlar tarafından şöyle yorumlanır: "Güzel kadınların aşkı için soldaki eve gelin."

Bir diğer araştırma grubu ise para figürüne dikkat çekerek şöyle yorumlar: "Parası olan ve aşk arayanlar yolun solundaki güzeli görebilirler."

CELSUS KÜTÜPHANESİ

M.S. 135 yılında inşası biten kütüphaneye ismini veren zat, aynı zamanda burada mezarı da bulunan ve İstanbul Arkeoloji Müzesi'nde bir heykelini görebileceğiniz Tiberius Julius Celsus Polemaeanus... Kendisi bir valiymiş. Kütüphaneyi oğlu, onun adını ölümsüzleştirmek için yaptırmış. Tahminlere göre 12 binden fazla parşömene ev sahipliği yapan Celsus Kütüphanesi, kapasitesi ve görkemi açısından İskenderiye ve Bergama kütüphanelerinden sonra geliyormuş. Bugün kütüphaneye giderseniz kapıda sizi, Bilgelik, Bilgi, Cesaret ve Adalet erdemlerini temsil eden orijinal olmayan 4 heykel karşılıyor. Eğer asıllarını görmek isterseniz 1910'da götürüldükleri Viyana Sanat Tarihi Müzesi'ne gitmeniz gerekiyor. Neden Viyana? Çünkü burayı gün güzüne çıkaranlar Avusturyalı arkeologlar... İçimiz acıyarak oradan ayrılıyoruz.

ZENGİNLERİN MUHİTİ

Agorayı bir de yakından görüp meydandaki ağacın altında dinlendikten sonra Yamaç Evleri'ne gidiyoruz. Efes'in zenginlerinin oturduğu 4 bin metrekare alan üzerine inşa edilen Yamaç Evleri'nin her birinin avlusu bulunuyor. Evler o döneme göre oldukça lüks. Yerden ısıtma sistemi, havuzlar, mozaik zeminler, çeşitli hayvan figürlerinin çizildiği duvarlar, zengin süslemeler, su ve kanalizasyon sistemi bulunuyor. Arkeologlar kazdıkça farklı bir dönemi ortaya çıkarmışlar. M.S. 3'üncü yüzyılda arka arkaya meydana gelen depremler sonucunda Ephesos’un şehir merkezinde barınmak imkansızlaşmış. Bu öngörülemeyen doğal afet sonucunda tahribat tabakalarında evlere ait her tür eşya kısmen de olsa korunmuş. Camdan yapılmış merdivenler sayesinde yapılara zarar vermeden içeride gezebiliyor, tüm dönemleri görebiliyorsunuz. Yapının üstünün kapatılması da doğal koşullardan etkilenmemesi için iyi olmuş.

Hadrian Tapınağı, Trajan Çeşmesi, Kuretler Caddesi, Herakles Kapısı, Memmius Anıtı, Domitian Tapınağı, Belediye Binası (Prytaneion), Odeon antik kentin diğer görülmesi gereken yerlerinden. Bir gününüzü, Efes'in hikayelerini anlamak ve bu megakenti adım adım gezmek için ayırabilirsiniz. Antik dünyanın bu muhteşem kenti ve bilinmezlikleri heyecan verici. Ayrıca eğer bugünlerde gitmeyi düşünüyorsanız yanınıza şapka ve su almayı unutmayın.