Küçük hesaplı siyaset, dünyanın başına beladır.

Mustafa Kemal

“Barış olmuştur.” 15 Temmuz 1923 tarihinde bu notu düşüyordu Mustafa Kemal. Bir hafta önce 7 Temmuz 1923 tarihinde “barış mutlaka olacaktır” diye yazıyordu. Birinci Dünya Savaşı yıllarında sürekli “barış olmalıdır!” diye talebini dile getiriyordu ve bizi bu savaşa kim soktu, neden soktu diye de eleştiriyordu.

Kurtuluş Savaşı’nın başarıyla taçlanmasından sonra kurulan genç Cumhuriyet’in politik yönü belirlenirken Mustafa Kemal, Selçuklu ve Osmanlı devletlerinin tarihini ve savaş politikasını bir bütün olarak sorguluyor ve ilkesel yönelimde savaşı politikanın bir aracı olarak reddediyor.

Atatürk’e göre Pantürkizm de reddedilmelidir Panislamizim de. Mustafa Kemal, milliyetçi-ırkçı yayılmacı politikaların kaynağı olarak görülemez. The Saturday Evening Post yazarı Isaac F. Marcosson ile yaptığı 13 Temmuz 1923 tarihli mülakatta “fetih ve yayılma fikri Türkiye’de ebediyen ölmüştür” diye açıklıyor. Bu yaklaşımıyla uyumlu olarak Atatürk, yayılmacı politikanın cisimleştiği Fatih Sultan Mehmet’in de Yavuz Sultan Selim’in de siyasette örnek alınamayacağını düşünmektedir. Yemen savaşında, halkın evlatları bir hiç için heder edilmiştir, diye eleştirir.

Mustafa Kemal’in milliyetçilik anlayışı da, bugün yaygın bir şekilde dışlayıcı, hatta ötekileştirici şovenist anlamda kullanıldığı anlamda alınamaz. Şöyle diyor Mustafa Kemal: Osmanlı “kelimesi artık lügatımızdan atılmıştır. Biz şimdi Türküz, sadece Türk.” Burada Türk sözcüğü “kendi kaderini tayin idealine dayanan, Türklere ait bir Türkiye istiyoruz” anlamında kullanılmaktadır. “Bu, milliyetçilik demektir, ama Avrupa’nın pek çok yerlerinde kendi kaderini tayini engelleyen bencil cinsten bir milliyetçilik değil.” Devam ediyor: Bu milliyetçilik “memleketi üzerindeki gerçek vatanseverliği ifade eder.” Osmanlı’nın yerine kurulan “yeni Türkiye devleti bir halk devletidir, halkın devletidir.” Bu bakımdan Cumhuriyet projesi ilkesel olarak “bir milletin diğerine müdahalesini ilkesel olarak dışlamaktadır. Mustafa Kemal’e göre, “Avrupa’da barışı ve yeniden inşayı” engelleyen, ulusların birbirlerinin egemenlik haklarını ihlal etmesidir. Bunun kaynağı ise “haris, bencil” milliyetçiliktir.

Barış ilkesi Anadolu’nun kadim uygarlıklarının insanlığa armağan ettiği en kıymetli değerlerden birisidir. Türkçe düşünce tarihinde bu bakımdan Yunus Emre bir ahlak devrimi yaparken, Mustafa Kemal siyaset tarihinde bir devrim yapmıştır.

Yunus Emre, yerleşik yaşamı ve toprağı işlemeyi yani üretimi barışçıl yaşam ile eş anlamda almıştır ve bunu göçebe yaşamının ve istilacılığın karşısına koymuştur. O bu düşüncesiyle üretim ile barışçıl yaşam arasında sistematik bir ilişki kurmakla bir modern filozof gibi, örneğin Thomas Hobbes ve Montesquieu gibi bir duruş sergilemektedir. Bu bakımdan Yunus Emre için, Türkçe düşünce tarihinde barış ahlakını temellendiren büyük bir şair ve düşünür denebilir.

Mustafa Kemal, bütün bir Anadolu Türkleri tarihinde barış politikasını temellendiren ve uygulayan ilk devlet adamı olarak görülmelidir. Bu onun hem yurtta hem de dünyada barış politikasında ifadesini bulmuştur. Bu bağlamda Atatürk barışı kısa ve uzun erimli olmak üzere iki boyutlu düşünmektedir. Barış ideali zorunludur ve mutlaktır. Fakat diğer taraftan bugün “ulaştığımız barışın” henüz “ebedi barış” durumu olmadığını da bilmek gerekmektedir.

Mustafa Kemal, bir tarihsel gerçekçidir. Tarihsel durum ile arzulanan ideal arasındaki diyalektiği 13 Ağustos 1923 tarihli konuşmasında kurar. Bir taraftan “zayıf olanların haklarına hürmetin noksan olduğunu veya hürmet edilmediğini çok acı tecrübelerle öğrendik” diyor. Bu nedenle bir güç olma politikasını uyguluyor. Fakat bunu yaparken gücü bir savunma ve tanınma aracı olarak düşünüyor, onu saldırma amaçlı tasarlamıyor. Bu modern dünyanın bir zorunluluğudur.

Fakat “haklarımıza, şeref ve haysiyetimize hürmet edildikçe mütekabil hürmette katiyen kusur etmeyeceğiz.” “Bu husustaki kati şiarımız cihanca malum olmuştur. Bütün komşularımızla, diğer devletlerle dostane geçinmeye ve mütekabil hürmet ve vefakârlığa dayanan siyasetimizin devam edeceğine şüphe yoktur. Şurasını açıklamak isterim ki, barış devrine hakiki bir samimiyetle ve ciddi bir sükûn arzusuyla giriyoruz.” Bu barış arzusu siyasette bugün ne kadar çok vurgulanırsa o kadar azdır.

Konuşmasının bir yerinde Mustafa Kemal, Immanuel Kant’ın, çağımız aydınlanmış çağ değildir, aydınlanmanın başladığı çağdır, sözlerini hatırlatırcasına: “Bugüne kadar kazandığımız muvaffakiyet, bize ancak ilerleme ve medeniyete doğru bir yol açmıştır. Yoksa (bu yol bizi -DG) ilerleme ve medeniyete henüz ulaştırmış değildir. Bize ve torunlarımıza düşen vazife bu yol üzerinde tereddütsüz ilerlemektir” diyor. Ulaşılacak olan medeniyet “ebedi barış” durumunun hâkim olduğu durum olacaktır.