Değerinizi bilen
Çırak, elinde pırlanta önce bir bakkal dükkanına girmiş.
“Şunu alır mısınız?” diye sorar.
Bakkal parlak bir boncuğa benzettiği mücevheri alır.
Elinde evirir çevirir, sonra: “Buna bir tek lira veririm. O da bizim çocuk oynasın diye” der.
Çırak teşekkür edip çıkar.
***
Bir manifaturacıya gider.
O da parlak bir taşa benzettiği mücevhere ancak bir beş lira vermeye razı olur.
Üçüncü olarak semerciye gider:
“Elimdekine ne verirsiniz?” diye sorar.
Semerci şöyle bir bakar:
“Bu…” der, “Benim semerlere iyi süs olur. Bundan kaş dediğimiz süslerden yaparım. Buna bir on lira veririm.”
***
Çırak en son olarak kuyumcuya gider.
Kuyumcu mücevheri görünce yerinden fırlar.
“Bu kadar büyük pırlantayı nereden buldun?” diye hayretle bağırır.
Ve hemen ilave eder.
“Buna kaç lira istiyorsun?”
Çırak “Siz ne veriyorsunuz?” diye sorar.
Kuyumcu, “Ne istiyorsan veririm” der.
Çırak, “Hayır veremem” diyerek taşı almak için uzanınca kuyumcu yalvarmaya başlar.
“Ne olur bunu bana sat. Dükkanımı, evimi, hatta arsalarımı vereyim” der.
Çırak, elindekinin emanet olduğunu, satmaya yetkili olmadığını, ancak fiyat öğrenmesini istediklerini anlatıncaya kadar bir hayli dil döker.
Meslek erbabının yanına dönen çırak büyük bir şaşkınlık içinde macerasını anlatır.
Ustası çırağa “Bundan ne anladın?” diye sorar.
Çırağının verdiği cevap çok doğrudur.
“Bir şey ancak değerini bilenin yanında kıymetlidir...”
***
Kıssadan hisse:
Siz siz olun, değerinizi bilmeyenlerin yanında durmayın.
Neme lazım üç kuruşa satarlar.
Sonra çok üzülürsünüz...