İkinci Adam: İsmet İnönü

Bugün 25 Aralık. Türkiye Cumhuriyeti’nin tapusu sayılan Lozan’ın mimarı, Batı Cephesi’nin vakur komutanı ve "İkinci Adam" lakabıyla tarihimize mühür vuran İsmet İnönü’nün aramızdan ayrılışının 52. yılı.

Abone Ol

İsmet Paşa alkıştan çok eleştiriyle yürümüş bir isimdi. Seveni de çoktu, sertçe eleştiren de. İsmet İnönü, Mustafa Kemal Atatürk’ün en yakın silah arkadaşlarından biriydi. Kurtuluş Savaşı’nın askeri ve diplomatik mimarlarından biri olarak, adını yalnızca cephede değil, masada da yazdırdı. Lozan Antlaşması’nda Türkiye’yi temsil eden isim olarak, genç Cumhuriyet’in uluslararası alandaki varlık mücadelesini omuzladı. Ancak İnönü’yü asıl zorlayan dönem, Atatürk’ün ardından başlayan süreç oldu. 1938’de Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturduğunda, dünya hızla yeni bir felakete sürükleniyordu. İkinci Dünya Savaşı kapıdaydı ve Türkiye, henüz yaralarını sarmış bir ülkeydi. Savaş yıllarında izlenen tarafsızlık politikası, yıllarca tartışıldı. Kimileri bunu korkaklık olarak niteledi, kimileri ise büyük bir siyasi başarı olarak gördü. İnönü dönemine dair en çok tartışılan konulardan biri İkinci Dünya Savaşı yıllarındaki kıtlıktır. Ancak bugün dönüp baktığımızda, dünyanın devasa bir kan gölüne döndüğü o yıllarda Türkiye’yi o ateşin dışında tutmak, bir devlet adamının halkına verebileceği en büyük hediyeydi. Kendisine sitem eden bir çocuğa verdiği o efsanevi cevap, aslında onun vizyonunun özetidir:" Evet, sizi belki ekmeksiz bıraktım ama babasız bırakmadım."

İsmet İnönü’nün hem bir asker hem de bir devlet adamı olarak sergilediği performans, özellikle "Denge Siyaseti" başlığı altında dünya diplomasi tarihine ders olarak geçmiştir. İnönü, bir yanda Nazi Almanyası’nın işgal tehdidi, diğer yanda Müttefiklerin baskısı arasında mekik dokudu. 1943 yılında Churchill ile Adana’da bir tren vagonunda buluştuğunda, Türkiye’nin ordu teçhizatının eksikliğini bahane ederek savaşa girmeyi sürekli erteledi. İngilizler onu savaşa çekmek için "Balkanlar'dan cephe açalım" derken, o "Önce bize yeterli silah ve uçak verin" diyerek zaman kazandı. O silahlar hiçbir zaman tam olarak gelmedi, Türkiye de o kanlı savaşa hiç girmedi. Lozan Antlaşması sırasında İsmet Paşa’nın sergilediği tavır, hayatı boyunca dış politikadaki pusulası oldu. Batılı devletlerin Türkiye’yi hâlâ "hasta adam" gibi görmeye çalışmasına karşı şu tarihi duruşu sergilemişti:" Biz buraya Mondros’tan değil, Mudanya’dan geldik. Biz de en az sizin kadar özgürlük ve bağımsızlık istiyoruz!" Bu dik duruş, onun ilerideki tüm diplomatik hamlelerinde "tam bağımsızlık" ve "mütekabiliyet" ilkesini korumasını sağladı. 1964’teki meşhur "Johnson Mektubu" krizinde ABD başkanına karşı "Yeni bir dünya kurulur, Türkiye de orada yerini alır" diyerek, Türkiye’nin hiçbir bloğun uydusu olmayacağını tüm dünyaya ilan etmiştir. Dışarıda barışı korurken, içeride cehalete karşı savaş açtı. 1940’ta açılan Köy Enstitüleri, İnönü’nün "Anadolu’yu içeriden canlandırma" projesiydi.

Tek parti dönemi, siyasi baskılar, ekonomik sıkıntılar ve halkın günlük hayatta hissettiği yokluklar bu dönemin karanlık sayfaları arasında yer aldı. Ama İsmet İnönü’yü farklı kılan asıl kırılma noktası, çok partili hayata geçişteki rolü oldu. İktidarı kendi isteğiyle paylaşabilen nadir liderlerden biri olarak tarihe geçti. Demokrat Parti’nin yükselişi ve iktidara gelişi, Türkiye’de demokrasinin sancılı ama kaçınılmaz yolculuğunun başlangıcıydı. İnönü, bu süreçte muhalefet lideri olmayı kabullendi. Bu, güce alışmış bir lider için kolay bir tercih değildi. 1960’lı ve 70’li yıllarda ise artık yaşlanmış ama siyasetin içinden hiç kopmamış bir İnönü vardı. İsmet İnönü 25 Aralık 1973’te hayata veda ettiğinde, ardında net çizgilerle ayrılmış bir miras bırakmadı. Onun hikâyesi siyah ve beyazdan oluşmuyor; gri alanlarla dolu. Belki de bu yüzden hâlâ tartışılıyor.