Takvimler 17 Kasım'ı göstermekte. Yıllardan 1922. Saat 6 sularında gecenin zifiri karanlığı sürerken 6 yaşındaki oğlunun elinden tutan kişi beraberindeki grupla Malta Köşkünün kapısına geldiğinde çok sayıda otomobilin sıralandığını görür. Hiç konuşmadan oğlunu arabalardan birinin içine iter, kendi de yanına oturur. Bagajlar ve diğer kişiler öteki arabalara tıkışır. Araçlar Dolmabahçe Sarayı yönüne hareket etmeden nemli gözlerle yıllarını geçirdiği Malta Köşkü’ne bakar. Kısa süreli titreme nöbetlerine girmiştir son Osmanlı Padişahı Vahdettin.
Anıları canlanır. 4 yıllık saltanatında çok şey görmüştür; Birinci Dünya Savaşı’nın sonu, İttihat ve Terraki ile mücadeleler, Mondros Ateşkesi ve Sevr Antlaşması, ülkenin işgali, emperyalistlerle işbirliği, sonuna kadar karşı çıktığı Kurtuluş Savaşı, daha 3 ay evvel 17 yaşındaki cariyesiyle muazzam törenle yaptığı evliliği, ülkeden kaçış planları ve İngilizlerle görüşmeler. Hepsi bir fim şeridi gibi gözünün önünden geçer.
İngiltere'nin İstanbul İşgal Orduları Başkomutanı General Harrington, Sultan’ı Dolmabahçe rıhtımında beklemektedir. Amiral Brock'un Amiral Gemisi’nin filikasına bindiğinde titreme nöbeti yeniden başlar Vahdettin'in. Filika birkaç dakika içinde Malaya zırhlısına yanaşır, Vahdettin ve beraberindeki 10 yolcuyu alan harp gemisi, hiç vakit kaybetmeden demir alır. Son Osmanlı Padişahı, bir düşman gemisiyle kaçmaktadır.
Aynı saatlerde Yıldız Sarayı'nda neler olmaktadır? Rafet Paşa'nın gönderdiği görevliler, sarayda bulunanları sorgular. Bunların verdikleri ifadeler aşağı yukarı aynıdır;
''Üzerine gitmek istemedik ama sarayı dolaşırken birçok noktada gizlenmesi güç taşınma izleri tespit ettik. Eski sultan kaçarken giysilerini, mücevherlerini, değerli eşya içeren birçok bavulu beraberinde götürdü. Almanya, Avusturya ve İran tarafından verilenlerin dışındaki bütün madalyalarını yanına aldı. Yola çıkışı büyük bir kargaşa içinde gerçekleşti. Geceyi geçirdikleri Merasim Kasrı'nda hemen hemen tüm odalarda ,eski Sultan'ın geceyi geçirmiş olduğu odada silâhlar bulduk. Bütün mobilyaların üzerine tüfekler, tabancalar bırakılmıştı....''
Bazı yayınlara göre Vahdettin kaçarken 3 bin altın ve 1 sandık mücevheri yanında götürmüştü.
Aslında Vahdettin, Kurtuluş Savaşının zaferle sonuçlanması, ardından 1 Kasım 1922 tarihinde saltanatın kaldırılmasından sonra, yurt dışına kaçmayı inceden inceye planlamaktaydı. 16 Kasım'da İngiltere'ye gönderdiği mektupta şöyle diyordu;
''İstanbul'da hayatımı tehlikede gördüğümden, İngiliz devleti fehimesine sığınmayı ve biran evvel İstanbul'dan başka bir yere naklimi talep ederim efendim.''
Peki Büyük Önder Atatürk, son Osmanlı Padişahı’nın bu kaçışını nasıl değerlendiriyordu? Onu da Nutuk'ta şöyle açıklamıştı;
''Gerçekten de her ne sebeple ve ne şekilde olursa olsun Vahdettin gibi hürriyet ve hayatını milleti içinde tehlikeli görebilecek kadar adi bir yaratığın bir dakika için bile olsa, bir milletin başında olduğunu düşünmek ne hazindir.''
Kurtuluş Savaşı'nda Ata'nın idam fermanını imzalayan, işgal orduları ile işbirliği yapan, Kuvayı Milliye'nin üzerine Kuvayı İnzibati'ye hainlerini salan, iç isyanları destekleyen, sonunda İngiliz zırhlısıyla yurt dışına kaçan bir kişiyle ilgili başka ne söylenebilir ki?
Bir meczubun Çanakkale Zaferi’ni, Kurtuluş Savaşı'nı Vahdettin'in kazandığı safsataları, Çengelköy Köşkü’ne 'Vahdettin Köşkü' adının verilmesi, ders kitaplarında 'Kaçtı' ibaresinin 'İstanbul'dan ayrıldı' şeklinde değiştirilmesi boşuna çabalardır. Tarihi gerçekler tüm çıplaklığıyla ortadadır.