Kötülük bile utanır sizden!
Hiçbir şey şaşırtamazdı bu ülkeyi. Hızlı trenler tangır tungur devrilmiş, minibüsler kadın işçilerin tabutuna dönmüş, tersanelerde işçi bedenleri tonlarca çeliğin altında, maden ocakları cehenneminde can vermişti de ne olmuştu sanki? Adettiler, taneydiler nasılsa! Gazetecinin dövülmesi neydi ki, bir spor salonunda gencecik bir gazeteci onlarca aşağılık tarafından öldürülmüşken? 12’sinden 70’ine onlarca insan, yobazlığın kör ateşinde, bir otelde yakılmıştı da ne olmuştu?
Hayali Güdük Hocaefendilerin hazin –pardon- derin stratejileri sayesinde, “Yurtta Barış, Dünyada Barış” sözünü kim söylemişti diye sorsan, ahalinin aval aval bakacağı bir coğrafyada, anlamı olabilir miydi bu soruların? O küçücük çocukların, önlerinde “Suriyeliyim, açım” levhalarıyla dilenmeleri, o kederli kadınların nerelerde ne yaptığı, o kimliği kişiliği meçhul erkeklerin bu ülkeden kaçmak için, hangi kahrolası pazarlıklara girdiği, nihayet demet demet ölülerinin sahillerimizi birer ceset tarlasına dönüştürdüğü, sahi böyle bir ülkede kimi ilgilendirebilirdi?
8 yaşındaki çocukların 80’indeki sapıkların yataklarına fırlatılması, bir günde 10 kadının kışkırtılmış erkekliğin manyaklığına kurban gitmesi, dağların ovaların cümlesiyle güzelim bir doğanın gözü dönmüşlüğe peşkeş çekilmesi, üniversitelerin birer hapishaneye dönüştürülmesi, bir ülkenin kendi tohumuna bile sahip çıkılmaması, kentsel dönüşüm palavrasının özsüzlüğü ve yüzsüzlüğü, yahu bir sınavın bile şaibesiz ve bilimi mahvetmeden yapılamaması, bu ülkede gerçekten “skandal” sayılabilir miydi?
“Önce inenlere yol veriniz” anonslarına, hastane okul önünde korna çalınmaz ilkesine, “yerlere çöp atılmaz, tükürülmez” uyarılarına, demek istediğim normal, sıradan, gündelik yurttaşlık ve kentlilik gereklerine bile aldırması, duyarlık göstermesi “mucize” sayılan insanlar coğrafyasında, bu sorular gerçekten anlamsız mı?
Bunu başardınız. Tarihe böyle geçeceksiniz. Yaşamanız için, bu hödüklüğün, ilkelliğin, cehaletin yaşamasından ve birbirinizi koltuklayıp seçmekten başka çareniz yok. Geçen hafta “Sorunumuz: Yurttaşlık” demiştik. Soluk almanız, bu sorunun kabullenilmesine, sorun olmaktan çıkarılıp doğallaştırılmasına ve bir yaşam biçimine dönüşmesine bağlı. İlkelliği faşizmle, cehaleti dinle paketleyip, görgüsüzlüğü “terbiye-i erdem”, yüzsüzlüğü “milli haslet” olarak pazarlamanızdan başka çareniz yok. Uyuzlarınız, amigolarınız, kiralık katilleriniz, satın alındıklarını ve ilk fırsatta çöpe atılacaklarını bilmeyen zavallılar ordusunu beslemekten başka yolunuz yok.
Kötülük bile, utanır sizden. Sizin, bırak ideolojiyi, dünya görüşünü falan, insanlığınız yok! El mi yaman, bey mi yaman? Görmek için, bakınız: insanlık tarihi!