Seçimli sultanlık riski

Abone Ol

Ana muhalefet Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP), kongre seçim sonuçları kesinleşmiş İstanbul il örgütünün başkanlığına, bu konuda görevli olmayan İstanbul 42. Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından ihtiyati tedbir kararı ile kayyım atanmasına, Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK), “tam kanunsuz, yetki gaspı veya icra edilemez bir karar” olarak nitelemek yerine “yetki gaspı denilemez” diyerek yeşil ışık yakması, 80 yıllık genç demokrasimize onulmaz zararlar verebilir. Zira, seçim kurulları hâkimleri (seçim yargı yolu) denetiminde yapılan seçimlerle oluşturulan siyasi parti organlarına asliye hukuk mahkemeleri (adli yargı yolu) ile müdahale etme yolunun açılmasına YSK’nin yeşil ışık yakan kararı, 1946’da geçtiğimiz çok partili demokrasimizi -fiilen- tek partili düzene ve hatta daha da geriye adeta “seçimli sultanlık” seviyesine geri götürme potansiyeli taşıyor.

Asliye hukuk hâkimlerini Hakimler ve Savcılar Kurulu (HSK), HSK’nin başkanı Adalet Bakanı ile 13 üyesinin kahir çoğunluğunu ise cumhurbaşkanı belirliyor. HSK’nin tayin, terfi ve diğer tüm kararları yargısal denetim dışında. Yani cumhurbaşkanları -HSK vasıtasıyla- istedikleri mahkemeye istedikleri kişilerin hâkim olarak atanmasını sağlayabilirler, fakat buna karşı kimsenin itiraz etme ve dava açma imkanı yok. Dolayısıyla “seçim yargı yolu” ile denetlenmiş seçimlerde oluşmuş ve seçim sonuçları kesinleşerek göreve başlamış siyasi parti organlarına “adli yargı yolu” ile müdahale etme, seçimleri yok sayma (butlan) ve seçilmişler yerine hâkimin belirleyeceği kişileri kayyım atama yolu bir kere açılınca, bu yolun sonunda demokrasinin fiilen sona ermesi kaçınılmaz. Zira bir kere seçimleri kazanarak tek başına yürütme cumhurbaşkanı olan siyasi parti başkanlarının, üyelerini bizzat seçtikleri HSK yolu ile atamasını sağlayacakları asliye hukuk hâkimleri vasıtası ile ana muhalefet de dahil tüm muhalif siyasi partileri işlemez hale getirmelerine, idarelerini kayyıma devrettirerek ülkeyi, muhalefet, karşı görüş ve eleştiri olmadan tek başına yönetmeye kalkışmalarına karşı konulamaz. Bu durum ise ağır lider ve merkez yönetim sultası nedenleriyle, devletin yargı ve yasama güçlerine de hâkim olan tek kişilik yürütme – cumhurbaşkanı seçilerek iktidara gelecek siyasi parti genel başkanlarını padişahlarla kıyaslanabilir bir konuma getirebilir.

Siyasi partiler, eli, ayağı, gözü, kafası olan gerçek kişiler değil, Medeni Kanun ve Dernekler Kanunu’ndaki temeller üzerinde bina edilen tüzel kişiliklerdir. Halkın kendini yönetme vasıtası oldukları için organlarının oluşumuna ilişkin hususlar, 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu’ndaki (SPK) özel hükümlerle düzenlenmiştir. Bu hükümlerin en önemli kısmı ilçe, il ve merkez organlarının, seçim kurulu hâkimleri gözetiminde yapılacak seçimler yoluyla oluşturulmasına, bu süreçte çıkacak ihtilafların seçim yargı yolunda, yani seçim kurulu hâkimleri tarafından hızlıca verilen kesin kararlarla halledileceğine ilişkindir. Siyasi partilerin organ seçimlerine ilişkin kararlara karşı seçim kurullarına itiraz edilebilir, adli yargı (asliye hukuk) ya da idari yargı (idare mahkemesi) yoluna başvurulamaz. Siyasi görüşleri itibarıyla iktidar yanlısı veya tarafsız anayasa profesörleri de bu konuda mutabıktır.

Mahkemelerin görevi kamu düzenindendir. Hâkimlik yetkilerinin sınırını da öncelikle görev kuralları belirler. Mahkemesine görev verilmeyen bir hâkim, başka bir yargı kolunun ve kurumunun görevine giren bir davaya elini bile süremez. Hâkimlerin, mahkemelerine görev verilmeyen konulardaki davaları görmesi, doğru-yanlış kararlar vermesi, olağan yargısal faaliyet olarak nitelenemez. Görevli olmadığı bir dava önüne gelen hâkimin yapacağı tek şey, “Bu davayı görme görevi bana verilmemiştir” diyerek davadan elini çekmekten ibarettir.

Ancak bir çırpıda verecekleri kararlar ile ülkeye nice acı tecrübe sonucunda kazandığı demokrasiyi bile kaybettirebilecek olan hâkimler ve onları o mahkemelere atayan HSK, hukuken ve fiilen sorumsuz ve dokunulamaz durumdadır. Bununla tezat bir biçimde, coğrafi teminatları olmayan, tayinleri Adalet Bakanı ile HSK’nin iki dudağı arasında olan hâkimler, iktidardaki siyasetçilerin istediği kararları vermedikleri takdirde her an başka bir yere tayin edilme endişesi içinde yaşarlar. Bu da yargı görevlilerinin yargı yetkilerini hukuka aykırı kullanmalarına ve hatta görevli olmadıkları konularda yetki gaspına ve benzeri hukuksuz işlemlere girişmelerine neden olabilir.

Siyasi partilerin halkı yönetimde temsil etme rollerini hukukun özüne ve sözüne uygun olarak hiçbir kısıt veya etkileme olmaksızın gerçekleştirmeleri anayasal düzenimizi, demokrasimizi, hukuk devletini ve temsil adaletini sağlamayı yakından ilgilendirir. Bu aynı zamanda ülkemizin daha sağlıklı yönetmemiz, isabetli kararlar alarak refahımızı artırmamız, uluslararası alanda menfaatlerimizi korumak için de farklılıklarımıza rağmen birlik olarak güçlenmemiz için de zaruri. Bu nedenlerle siyasi partilerin kuruluşu ve organları ile ilgili uyuşmazlıklarda, sadece, tam hâkim teminatlarına sahip bir mahkeme görevli olmalıdır. Bu konuda, Daha İyi Yargı Derneği’nin kurulmasını önerdiği Adalet Yüksek Mahkemesi’ne veya zaten siyasi partilerin mali denetimini yapmakta olan Anayasa Mahkemesi’ne görev ve yetki verilmelidir.