Sıkıcı bir yazı

Abone Ol

Cumhuriyet yazarlarının son duruşmasından, bırakılan ve tutulan oranı gözetilerek verilen karar neticesinde, buruk bir sevinç yaşandı. Her alanda olduğu gibi, ülkemizin hukuku, mekanizması ve görevlileri de garip bir süreçten geçerken, “güvenilirlik” sorunuyla baş başadır. Çağdaş demokratik laik bir düzen peşindeysek, böyle bir düzenin toplum ve yurttaş olma bilinci ile hak ve sorumluluklarının, karşılıklı güven olmadan tesis edilemeyeceğine inanıyorsak; her türlü basınca karşı hep birlikte itiraz etmemiz, gölgeleme, etkileme, biçimleme ve müdahale etme çabalarına direnmemiz gerekmektedir. İşte bu toz duman içinde, Cumhuriyet yazarlarına dair karar açıklanırken “Boğazı görmek istiyormuş, gitsin görsün”, “Kaptanlar gemiyi en son terk eder”, “Annesi ermiş, onu üzmeyelim diyorlar, biz de üzmeyelim” gibisinden tümceleri nasıl açıklayacağız? “Latife latif gerek” diyerek mi başlayalım söze? Yoksa bu tümcelerin hukuktaki karşılıklarını açıklar mısınız, diye soralım mı? Sorunları insani, vicdani, ahlaki, adalet ve hukuk gereklerini unutarak çözmeye çalışmanın, her birini bir rövanşa çevirmenin, o gün kim sızmış ve dizginleri ele geçirmişse, hukuk denen en önemli toplumsal tutkalı paçavraya çevirmesinin nelere yol açtığını, bu ülke sonuna dek yaşadı, yaşıyor. İşte “hal” böyle olunca da, uzaktan bakıldığında sempatik latifelere benzeyen bu sözler, yaşadığımız bunca travma içinde “şaka” olarak değerlendirilme şansını yitiriyor. Bunun açıklaması bize değil, özgürlükleri ellerinden alınanlara, biz bir toplumsal sıkıntı olarak konuşurken, her akşam yakınlarını beklemenin hüznüyle sokağa bakan insanlara yapılmalıdır. Ama önce, hukukun kendi gerçeğinin ve onu tesis edecek kurum ve görevlilerin yakasından paçasından elimizi çekmemiz gerektiğini, yapılmadığı sürece yeni travmaların kimseyi şaşırtmaması gerçeğini anımsamak ve anımsatmak zorundayız.
8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü, dünya kadınlara bakış liginin diplerinde sürünen bir ülke olarak arkamızda bıraktık, hepimize geçmiş olsun. Bu bağlamda düşünce, söz ve eylem üretmenin tüm güçlüklerine rağmen, duyarlıklarımıza seslenen herkese teşekkür borçluyuz. Onlar, iyice kendi cephesine itilenlerden oluşan ve yarılan bir toplumda, gericilik ile soruna bir türlü insani, sınıfsal ve yaşamın gerçeğinden bakamayan şımarıklıklara rağmen, umudumuzu kışkırtmışlardır. Bunca yobazlığın ve vurdumduymazlığın hüküm sürdüğü bir iklimde, sözün tam anlamıyla bu bir mucizedir.
Üstüne çok şey yazıldı, söylendi. Çoğu, canı, kanı ve vatanı iç siyaset malzemesi yapmaya çalışanlara karşı, “yapmayın” çağrılarından oluşuyordu. Hamasetin ilkel güdüleri okşamaktan başka bir işe yaramadığını, hamaset ortadan kalkıp “gerçekler” konuşulmaya başlandığında, bu ilkellikle ortaya saçılanların, sırtı okşananların birer bumeranga dönüşeceğini kaç kez anlatmak ve yaşamak gerekir ki? Ama bugün tüm dünyaya, ülkelere ve onları yönetenlere egemen olan “bilgi, görgü, entelektüel duruş fukaralığı”, bu çağrıları ve çığlıkları boğmak için, müthiş bir koalisyon halindedir. Bu koalisyon, coğrafyaların niteliğine göre, şovenizmden din bezirgânlığına, her gün yeni bir “gündem maddesi” ile insanlığa zaman tükettirmektedir. Bu berbat post modern Ortaçağdan çıkmanın yolu, kapalı kapıları sonuna dek açtığımız gün başlayacak. Biz şimdilik, “ Yiğit iken ölenlere gök ekini biçmiş gibi” hüznündeyiz. Yazıdan sıkıldınız mı? Siz bir de yazana sorun.