Şirazeden Çıkmış Toplum

Abone Ol

Farsça olan şiraze kavramı, genç kuşak için yabancı olabilir. Kalın kitaplar ciltlendiğinde fasikül ve yaprakların düzgün biçimde tutulması ve dağılmaması için, ince örülmüş bir şerit olan şirazeye bağlanır. Şiraze bozulur veya dağılırsa kitap darmadağın olur; düzen kalmaz ve sayfaları bir arada düzgün tutmak zorlaşır. O zaman, kitap sayfalarını yeniden bir araya getirmek, yeni bir şirazeye bağlamak gerekir. Ne yazık ki bugünün Türkiye’si şirazeden çıkmış bir toplum özelliği taşıyor.

Özellikle tek adam yönetimine geçişten beri, ekonominde çöküş ve çözülme daha da hızlandı. Öncelikle üretim ve sanayileşme stratejisi yerine ikame edilen ticaret ve inşaat stratejisi ekonomiyi zaafa uğrattı. Zira ticaret ve inşaatın yarattığı katma değer bir kere ekonomiyi besler ve yıpranmaya yönelir. Oysa sanayi ve üretimde, her üretim aşamasının ileri-geri; yatay, dikey ve çapraz bağlantıları ile sürekli olarak birbirini besleyen üretim zincirleri, yaklaşık dört kez fazla katma değer yaratma potansiyeline ulaşır. Ülkemizde sanayi üretimini sağlayan fabrikalar baştan satıldı ve çoğu kapatıldı. Süreç içinde yaşanan ekonomik krizler ve iflaslar yanında mevcut yatırımlar, bir dönem Doğu Avrupa ülkelerine; yakın dönemde de özellikle tekstilin güneye, Mısır ve diğer Arap ülkeleri ile Asya ülkelerine kaçışını getirdi. Bu süreç bir yandan işsizlik, üretim kaybı ve yoksullaşmaya; diğer yandan pazarın daralması nedeniyle enflasyona ortam hazırladı. Enflasyonla mücadelenin sadece para politikası ile sınırlı kalması ve yanlış politikalar enflasyonun kronikleşmesine yol açtı. Bu durum yoksulluk ve pahalılığın tüm toplumda yoğun biçimde hissedilmesine neden oldu. Diğer yandan mevcut iktidar, kendi medyasını, kendi bürokratını, kendi sanayicisi ve kendi sendikalarını yaratmaya yöneldi. Bu ayrımcı uygulamalar toplumsal kutuplaşmayı getirdi. Gelir dağılımı zengin kesim lehine bozuldu. Osmanlıyı çöküşe götüren, tarikat temelli eğitim arka kapıdan okullara sokuldu.

Değinilen uygulamalar yetmezmiş gibi, tek adam yönetimine geçişle Meclis işlevsiz; bakanlar yetkisiz oldu. Bürokrasi, yargı da dahil, tarafsızlığını kaybederek siyasileşti. Bürokratik denetim ve yasal kontrol mekanizmaları etkisiz bırakıldı. En başta Anayasal kurallara uyulmadı ve Anayasa Mahkemesinin kapatılması gündeme taşındı. Bu uygulamalar toplumda adalet ve hukuka inancı köklü biçimde sarstı. İktidarın, yasaların arkasından dolaşması, toplumda keyfiliği yaygınlaştırdı. Muhalefete karşı mücadeleler uzun ve keyfi tutuklamalar şeklinde uygulandı. Bütün bu uygulamalar çağdaş bir toplumun politika manzumesi olmaktan çok; geleneksel toplumların politika uygulama özelliği ile geleceğin değil, geçmişin toplumsal kurumlarına özenildi. Kısacası kurucu iradenin, çağdaş toplum yönünde oluşturduğu tüm sistemler işlevsiz kılınırken, toplumun etik değerleri de erozyona uğradı. Bugün Sefalet Endeksi en yüksek beşinci ülke konumunda. Bu gelişmelerin yarattığı toplumsal çözülme, bozulma ve dağılma toplumsal şirazenin dağılması anlamına geliyor. Bu nedenle toplum, içine düştüğü çaresizlikten kurtulmak için yeni bir sistem, düzen ve şiraze örüntüsü arıyor.

Bu çözüm ve örüntü nerede aranmalıdır? Bu sorunun cevabını Max Weber; geliştirdiği devlet ve otoriteye ilişkin analizlerinde yüz yıl önce ortaya koydu. 1. Geleneksel Otorite, toplumu geçmişe çeker. Bugün Çağdaş uygarlığı yerine; Orta Doğu toplumu olmaya yöneldiğimiz gibi. 2. Karizmatik Otorite, vizyonu geçmişe yönelikse, birinci şıkka dönüşür. Eğer karizmatik otorite, çağdaşlığı tüm kurumları ile içselleştirmiş ise toplumu geleceğe taşır ve üçüncü şıkka dönüşür. 3. Aklın ürünü, herkesin eşitliğine dayalı, hukuksal düzenlemelerle oluşturulacak sistemleri kurumlaştırır. Mustafa Kemal, karizmatik lider olarak üçüncü şıkkı yüz yıl önce tercih etti ve ilk işi TBMM kurmak; anayasa yapmak; buna uygun eğitim, sistem ve kurumlar getirmek oldu. Kısacası toplumun şirazesini çağdaş toplum vizyonu için yeniden ördü. Ancak bugünkü iktidar, dağılıp dökülen eski şiraze ile ilgileniyor.