GENEL

Tunç Soyer’den cezaevinden mektup: “5 Ocak’ta yıldızlı pekiyi olmasa da mezun olacağım”

Eski İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer, İZBETON kooperatifi davası kapsamında tutuklu bulunduğu cezaevinden 162’nci gününde uzun bir mektup kaleme aldı. Soyer, eski Genel Sekreter Barış Karcı’nın tahliyesine sevinç duyduğunu belirtirken, 5 Ocak’ta görülecek duruşmada kendi özgürlüğü için de umutlu olduğunu ve cezaevinde yaşadıklarını “bir yaşam okulu” olarak gördüğünü anlattı.

Abone Ol

Eski başkan Tunç Soyer, sosyal medya üzerinden paylaşılan mektubunda, 9 Aralık’ta Şakran’da görülen duruşmanın ardından yalnızca kendisiyle Heval Savaş Kaya’nın tutuklu kaldığını, 157 gözaltıyla başlayan süreçte geriye iki kişinin kaldığını hatırlattı. Soyer, aynı dosyada yargılanan eski Genel Sekreter Barış Karcı’nın tahliyesinin kendisine moral verdiğini, 5 Ocak’ta yapılacak duruşmada aynı sevincin kendi cephesi için de yaşanacağına inandığını vurguladı.​

Mektubunda cezaevindeki günlerini bir tür sınav ve eğitim süreci olarak nitelendiren Soyer, “5 Ocak’ta yıldızlı pekiyi olmasa da sınıfı başarıyla geçmiş sayılacağımı düşünüyorum” sözleriyle hem yargı sürecine dair beklentisini hem de yaşadıklarını “mezuniyet” metaforuyla ifade etti.​

Beton zeminli gözaltı, saatsiz günler

Soyer, 1 Temmuz 2025 sabahı evinden alınarak gözaltına götürüldüğünü, Buca Kırklar F Tipi Cezaevi’ne konulmadan önceki dört günü “beton zeminde, güneş görmeden geçen bir kabus” olarak tanımladı. Tutuklama kararını mahkeme salonunda değil, önce basında gördüklerini aktaran Soyer, cezaevine ilk geldiği geceyi “hem büyük bir yorgunluk hem de belirsizlik” duygusuyla geçirdiğini yazdı.​

Cezaevine girdikten sonra hafta sonuna denk geldiği için iki gün boyunca idari birimlere soru soramadığını, en çok da kolundan alınan saatinin yokluğunu hissettiğini anlattı. “Saatsiz hayat” diye nitelediği bu dönemde, her gelen infaz koruma memuruna saati sorduğunu, zaman duygusunun kaybolmasının psikolojik baskıyı artırdığını belirtti.​

Kantin düzeni, yasak renkler ve 30 parça kıyafet kuralı

Mektupta cezaevinin gündelik rutinine dair ayrıntılar da dikkat çekti. Soyer, her pazartesi verilen uzun kantin listesi, haftalık 3.500 liralık harcama limiti ve defter–kalem gibi en basit ihtiyaçlara bile ancak bu yolla ulaşabildiklerini anlattı. Cezaevinde bazı renklerin –özellikle haki ve lacivert tonların– yasak olduğunu, bunun gerekçesinin bu renklerin asker ve infaz koruma kıyafetleriyle karışmaması olduğunu aktardı.​

Üzeri yazılı kıyafetlerin de kabul edilmediğini, toplam kıyafet sayısının ise 30 parça ile sınırlandırıldığını belirten Soyer, ilk gün aileden getirilen birçok eşyanın bu kurallara takıldığını, kendisine ulaşmasının haftalar sürdüğünü dile getirdi. Spor yapabilmek için istediği matın da ne kantinde ne de idarede karşılık bulmadığını, buna rağmen dar alanda egzersiz yapmayı sürdürdüğünü yazdı.​

Bir masa örtüsüyle gelen “umut”: Cezaevinin küçük mutlulukları

Soyer’in mektubundaki en çarpıcı bölümlerden biri, hücresindeki plastik masaya serdirdiği masa örtüsüne ilişkin hikâyesi oldu. Yazı yazarken kolunun muşambaya yapıştığını, sıcakta akan terle birlikte bunun işkenceye dönüştüğünü anlatan Soyer, önce ailesinin dışarıdan örtü göndermek istediğini ancak cezaevi yönetiminin bu talebi reddettiğini belirtti.​

Daha sonra kantin listesinde masa örtüsü olmadığını fark ettiğini ve bunun eklenmesi için dilekçe yazdığını; haftalar süren değerlendirme sonunda infaz memurunun mavi çiçekli bir örtüyle hücresine geldiğini anlattı. O anı “hücrenin bir anda yuvaya dönüşmesi” olarak tanımlayan Soyer, küçük bir eşyayla gelen bu büyük mutluluğu, Nelson Mandela’nın cezaevinde pantolon için verdiği mücadeleyle özdeşleştiren ailesinin yorumuna da mektubunda yer verdi.​

64 kitap, yüzlerce makale: “Cezaevi bir okul gibi”

“İçeriye girdiğim günden beri en çok tutunduğum üç şey spor, okumak ve yazmak oldu” diyen Tunç Soyer, 162 günde 64 kitap ve yüzlerce makale okuduğunu, bir dakikayı bile boşa geçirmemeye çalıştığını ifade etti. Kendi kalem ve defterlerine ancak kantin aracılığıyla ulaşabildiğini, yazmanın hem psikolojik bir sığınak hem de dışarıyla bağ kurmanın yolu olduğunu vurguladı.​

Cezaevini “azla mutlu olmayı öğrenme sanatı” olarak gördüğünü belirten Soyer, dışarıda sahip olunan pek çok şeyin değerinin içeride anlaşıldığını, insanın en büyük sınavının da bu mahrumiyet duygusuyla baş etmek olduğunu söyledi. Bu süreci “hayat okulunun zorlu bir sınıfı” olarak tanımlayan Soyer, buradan aldığı derslerle, kalan ömründe “iyinin, güzelin ve doğrunun kıymetini daha iyi bileceğini” dile getirdi.​

“Kaderim memleketimin istikbalinden bağımsız değil”

Mektubunun sonunda kişisel kaderiyle ülkenin geleceği arasında bağ kuran Tunç Soyer, yaşadıklarını Türkiye’nin demokrasi ve hukuk mücadelesinden ayrı görmediğini vurguladı. “Kaderimin, memleketimin istikbalinden bağımsız olmadığının bilincindeyim” diyen Soyer, yeni yılın kendisi ve ülke için “aydınlık bir başlangıç” olacağına dair umudunu paylaştı.​