Diğer şiddet görüntüleri ile beraber Kadın cinayetleri de hiç durmadı, aldı başını gidiyor. Her gün bir başka şehirden, hatta her gün şehirlerin değişik semtlerinden kadın cinayetlerine ilişkin haberler gazete sayfalarında ve ekranlarda yer alıyor.
Sadece cinayet haberleri mi? Hayır. Vahşet sadece öldürmekle yetinmiyor. Yıllarca süren şiddet, dayaklar, karısının koltuk altlarına kızgın yumurta koyanı mı ararsınız, cinsel organını sigarayla yakanı mı, sevgilisinin kulağını, burnunu keseni mi? İşkence ölümden beter.
Biz böyle değildik. Ne oldu bize? Diye sürekli soruyorum kendime. Sevecen, insan canlısı, kadına hürmet eden, saygı gösteren bir toplumduk. Ne oldu da birden bire canavarlaştık. Ne oldu bize de bir anda, eşini boğan, sevgilisini öldüren, gördüğü her kadına tecavüz etme ihtiyacını hisseden bir erkekler toplumu haline geldik? Nasıl bir çözüm üretilecek bu duruma, kim dur diyecek bu vahşete?
Yok, yok, kadına yönelik vahşeti, kadın cinayetlerini yansıtan haberlerin yapılmasını yasaklayarak bu konunun da üstü örtülemez. Bu konuya mutlaka bir çözüm bulmak gerek.
Bu konu öyle, “asacaksın üç-beş kişiyi bak ne olacak“ anlayışı ile de çözülecek bir konu değil. Herkes bağırmaya başladı “cezaları ağırlaştıralım bu iş bitsin“ demeye. Tabii bir taraftan bunu yapalım. Ama cezayla mezayla bu iş çözülemez. Yani kadınına, kadınlara bu işi yapan “ulan nasıl olsa on seneyle kurtulurum, bi tecavüz edeyim sonra öldürürüm birkaç senede de kurtulurum“ düşüncesiyle mi hareket etti? Ceza 30 veya 40 sene olsa yapmayacak mıydı? Duracak mıydı? Ceza tabii caydırıcı olmalı ve kalanların içini de rahatlatmalı, ama ceza tek başına çözüm değil.
Bu işi çözmek için sosyolojik araştırmalar, psikolojik değerlendirmeler yapmak ve bunları tarafsız bir biçimde değerlendirerek adım adım çözüme yürümek gerek.
Ben şahsen yılların birikimi ile bu konunun temel sebeplerinin Türk toplumunun kimyası üzerindeki manüplasyonlara bağlı olduğunu düşünüyorum.
Öncelikle göç olgusunun ülke toplumunun halita’sını olumsuz etkilediği kanaatindeyim. Her bölgenin kendine özgü bir yapısı olduğu açıktır. Biz pek çok küçük ülke gibi homojen bir kültürel yapıya sahip değiliz. Her bölgenin kültürü, davranış kalıpları farklı. Göçerler gittikleri yerlere kendi yörelerinde geçerli örf ve adetlerini, anlayışlarını da birlikte götürüyor ve orada devam ettiriyorlar.
İşte bu ciddi kültürel farklılıklar günübirlik değil de sürekli birarada yaşamaya başladığında problemin bir bölümü ortaya çıkıyor. Daha sonra ortaya çıkan bu probleme köyden şehre göç edenlerin aidiyet problemi yaşayan çocuklarının psikolojisini ekleyin. Çıban oluşmaya başlıyor.
Daha sonra kadını aşağılayan bu anlayışın yaygınlık kazanması, çeşitli siyasilerin kadını hor görme anlamına gelebilecek demeçleri ve tabii ki birçok yörede kadını sosyal hayattan silmeye, kadın ve erkeği birbirinden izole yaşamaya zorunlu tutmaya çabalayan anlayış, intikam kültürü, kan gütme adeti Vb.
Televizyon dizilerindeki kan, nefret, dövüş, kavga sahnelerinin bolluğu, idolleştirilen kabadayı tipler, intikam söylemleri, aynı dizilerde tabanca taşıyıp sağda solda adam öldürenlerin yakalanmadan, ceza almadan yaşamına devam etmesi, aile terbiyesinin yavaş yavaş etkinliğini yitirmesi, aile içi şiddetin artması ve aile bireylerine örnek teşkil etmesi, haberlerdeki kan revan görüntüleri , üçüncü sayfa haberlerinin fecaati sonucu şiddetin kanıksanması.
İşte bunları alt alta yazıp topladığınızda ipuçları ortaya çıkmaya başlıyor. Tabii ki yapılacak sağlam, derinlemesine bir bilimsel çalışma ile diğer tüm ipuçları da ayan beyan ortaya çıkacak. Problemin nedenlerini bulduğunuzda ise çözüm epey yaklaşmış demektir. Hadi üniversiteler göreve. Bulun bakalım şu ipuçlarını.
Sonra da devletten en az sigarayı bırakma kampanyası kadar etkili ve sürekli bir kampanya isterim...