Bir gün yaşlı, uzun beyaz sakallı bir adam saraya konuk gelmiş.
Padişah adamı çok sevip akşam yemeğine alıkoymuş.
Yemekten sonra sakallı ihtiyar, “Galiba sizin meyveniz yok” demiş.
Padişah, “Her meyveden var, ne istersiniz?” demiş.
“Yok” demiş ihtiyar, “galiba sizin çocuğunuz yok, onu söylemek istiyorum.”
Padişahla karısının gözleri dolmuş, “Çok istedik, ama olmadı” demişler.
***
İhtiyar, “Dağın tepesinde pınar var. Baharın yaza bağlandığı gece, tam güneş çıkarken çırılçıplak o pınara girip yıkandıktan sonra, hayırlısı neyse olsun deyip birbirinize kavuşun...” dedikten sonra odasına çekilmiş, ertesi sabah da kimseye görünmeden saraydan ayrılıp gitmiş.
Padişahla karısı, büyük bir kalabalıkla yola çıkmışlar. Dağın başındaki pınara girip yıkanmışlar, sonra da çadırlarına çekilip yataklarına girmişler. O gece padişahın karısı hamile kalmış. Aradan dokuz ay geçmiş. Saraya ülkenin en ünlü ebelerini çağırmışlar. Ama ne yaparlarsa yapsınlar sultan bir türlü doğuramıyormuş. Padişah, öfkesinden karısını doğurtamayan bütün ebelerin başını vurdurtmuş. Bunu duyan kötü kalpli bir üvey anne, saraya gidip “Benim bir üvey kızım var. Sultanı doğurtsa doğurtsa o doğurtur” demiş. Bunun üzerine kızı çağırtmışlar. Kız başına ne geleceğini anlamış, doğru annesinin mezarına gitmiş, annesinden akıl sormuş: “Anneciğim ben ne yapacağım, benim de kellemi kesecekler” diye ağlamış.
Tam o sırada ak sakallı ihtiyar yine peydah olmuş. “Ağlama kızım. Sultan dediklerimi dinlemedi. Bu yüzden de evlat yerine karnında bir yılan taşıyor. Saraya gidince, hemen bir kazan süt isteyeceksin, sütü sultanın bacakları arasına yerleştireceksin, sütün kokusunu alan yılan da dışarı çıkacak” demiş.
***
Kız saraya gitmiş, ihtiyarın dediklerini yapmış. Gerçekten de sultan, kocaman, kara bir yılan doğurmuş. Hemen padişaha haber vermişler. Sultan hanım ağlamış, “Ne yapacağız” diye bir zaman çırpınmışlar, sonunda “Yılan mılan, evlat evlattır,” deyip yılanı kimseye göstermeden sarayın arka odalarından birine yerleştirmişler. Ülkede padişahın bir evladı oldu diye şenlikler yaptırmışlar. Aradan yıllar geçmiş, arka odada bırakılan kara yılan büyümüş, bir gün padişah babasına haber gönderip “Ben artık evlenmek istiyorum” demiş.
***
Padişah, ne yapsın, bir tanecik evladı. Vezirlerden birinin kızını oğluna istemiş. Düğün yapılmış, gelini gerdeğe sokmuşlar, ertesi sabah kapıyı açmışlar ki, kızın cesedi bir köşede yatıyor. Yılan kızı sokup öldürmüş. Başka bir vezirin kızıyla evlendirmişler. Yılan onu da sokup öldürmüş. Saraydaki kızlar birer birer öldükten sonra, halktan kızlarla evlendirmeye baslamışlar. Yılan prens, o kızları da öldürmüş. Genç kızlar saraya gelin gidip birer birer ölüyormuş. Bir gün yılanı doğurtan ebe kızın üvey annesi, saraya gitmiş, “Benim çok güzel bir kızım var, sultanı da zaten o doğurtmuştu, prensin dilinden o anlar, onunla evlendirin prensi” demiş.
***
Hemen kadının evine adamlar gönderilmiş, kız babasından istenmiş. Adamcağız ne yapsın, padişaha hayır diyecek hali yok ya, kızını vermiş. Bunu duyan kız öleceğini anlamış, hemen annesinin mezarına koşmuş yeniden. “Anneciğim beni prensle evlendirecekler ama prens bir yılan. Beni de öteki kızlar gibi sokup öldürecek, genç yaşımda öleceğim” demiş. Kız annesinin mezarı başında ağlarken, beyaz sakallı ihtiyar görünmüş yeniden.
“Ağlama” demiş, “Yılan kılığındaki prens aslında çok yakışıklı bir delikanlıdır. Gerdekte üstüne kırk gömlek giy. Odaya girince yılan ‘soyun’ diyecek. Bir gömleğini çıkart, sonra sen de ona ‘sen de soyun bakalım yılan bey’ de, o da derilerinden birini çıkartacak. Sonra sana yeniden, ‘soyun’ diyecek, sen gene ikinci gömleğini çıkarttıktan sonra ona ‘sen de soyun yılan bey’ diyeceksin. Böyle kırkıncı derisini çıkarttıktan sonra yakışıklı bir delikanlıya dönecek. Ama sakın ola ki, o bütün derilerini çıkartmadan sen soyunma. O derilerini çıkartmadan soyunursan, seni çıplak görürse sokup öldürür.”
***
Kız hazırlanmış, alıp saraya götürmüşler, düğün olmuş. Kız da ihtiyar adamın dediği gibi kırk gömlek giymiş üstüne. Her şey ihtiyarın dediği gibi olmuş, bir kız çıkartmış gömleğini, bir yılan çıkarmış derisini. Kırkıncı deriden sonra yılan çok yakışıklı bir delikanlı olmuş, yıllarca mutlu yaşamışlar…
***
Kıssadan hisse...
Aksakallı dede, kendi karıştırdığı işi yine kendi düzeltmiş ama insanın da “Eh be dede. Baştan şu işi düzgün yapsaydın” diyesi de geliyor hani.
Her sakallı deden değilmiş demek ki...
Bir de bu üvey anne işi sıktı artık.
Bu üvey anneler hep mi kötülük ister canım...