ZAFERE SON ADIM

Abone Ol

''Paşalar! Gazanız mübarek olsun!''
Tarih 20 Ağustos 1922'yi gösteriyor. Saat 23.30 Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, Akşehir karargahında komutanları toplamış tarihi emirleri veriyor;

''25 Ağustos akşamı her türlü haberleşmeye son verilecek. Limanlara giriş-çıkışlar durdurulacak. İstanbul-İzmit arasındaki kara ve demiryolu ulaşımı kesilecek. Yani biz işi bitirene kadar dünyanın Anadolu'dan haberi olmayacak!''
İsmet Paşa'ya döner; ''Siz de ordulara yazılı emrinizi veriniz. 26 Ağustos Cumartesi sabahı, düşmana taarruz edeceğiz!''
Orduya 300 yıldır verilmemiş bir emirdir bu. Ordu artık savunmada değil taarruzdadır. Odadaki paşaların gözleri dolar.
24 Ağustos akşamı Başkomutan Mustafa Kemal, Genel Kurmay Başkanı Fevzi Paşa ve Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa, Akşehir'den ayrılıp gecelemek üzere Şuhut Kasabası’na girerler. Aynı saatlerde Yunanlı subaylar Afyon Orduevinde düzenlenen baloda eğlenmektedirler. Komutanları Trikopis, Türklerin taarruz edeceğinden kuşkulandığını üstlerine bildirir. General Hacıanesti kuşkuyu gülerek karşılar; ''Cephede komutanlar abartıcı ve duyarlı olurlar. General Trikopis de böyle. Bugüne kadarki bilgilerimiz gösteriyor ki, bu düşmanın genel taarruza geçmesi olası değil. Olsa olsa kendi kamuoyunu oyalamak için sınırlı bir harekat yapacaktır.''
Tarih 25 Ağustos'u gösterdiğinde Mustafa Kemal ve diğer komutanlar, Kocatepe'deki çadırlı ordugaha yerleşir. Askerler cepheye yerleşmeye başlamış, büyük bir gizlilik ve sessizlik içerisinde önlemler alınmaktadır. Atların ve katırların ayaklarına, top arabalarının tekerleklerine çuvallar sarılarak sessizlik sağlanmaktadır.
Sisli, serin ve karanlık bir gecedir. Mustafa Kemal Paşa önde Fevzi Paşa ve İsmet Paşa hemen arkasında yürümektedirler. Paşaları Nurettin Paşa karşılar, alınan önlemleri anlatır. Mustafa Kemal yoluna devam eder, Kocatepe'nin doruğunun kıyısına gelir, aşağıya bakar...
''...Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki şayak kalpaklı adam nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden güzel rahat günlere inanıyordu.

Ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında, birdenbire beş adım sağında onu gördü.

Paşalar onun arkasındaydılar. O saati sordu, Paşalar 'Üç' dediler. Sarışın bir kurda benziyordu ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.

Yürüdü uçurumun başına kadar, eğildi durdu. Bıraksalar, ince uzun bacakları üzerinde yaylanarak, ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak Kocatepe'den Afyon ovasına atlayacaktı...''

Saat 5.30 ...

Gürleyen bir top sesinin ardından, gecenin sessizliğini yırtan onlarca top. Tepeler yanıyor, cephanelikler havaya uçuyor, düşman topları parçalanıyor, Kocatepe bir depreme yakalanmışçasına sarsılıyordu. Alınmaz, geçilmez, yarılmaz sanılan Afyon mevzilerinin en kritik yerleri tek-tek ele geçiriliyordu... 30 Ağustos'ta düşman işgal ordusuna ezici son darbey indiriliyordu. Düşman kuvvetlerinin bir kısmı ezilmiş, bir kısmı esir edilmişti. Esir edilenler arasında Yunan Başkomutanı General Trikopis de vardı. Mustafa Kemal Paşa ilk günlerdeki taarruz ve zaferleri mümkün olduğu kadar dış dünyadan gizlemişti. Atina ve Londra'nın hiçbir şeyden haberleri yoktu. Başarılı muharebeler Ankara'dan bile tam anlaşılamıyordu. Ordular artık 'İlk Hedef Akdeniz'e' İzmir'de doğru yol alıyorlardı.
Gazeteci-Yazar Falih Rıfkı Atay, sonraları Hakimiyeti Milliye Gazetesinde şunları yazmaktaydı; ''Neyimiz varsa, eğer bağımsız bir devlet kurmuşsak , hür vatandaşlar olmuşsak, şerefli insanlar olarak dolaşıyorsak, yurdumuzu Batının pençesinden, vicdanımızı ve düşüncelerimizi Doğunun pençesinden kurtarmışsak, şu denizlere bizim diye bakıyor, bu topraklarda ana bağrının sıcaklığını duyuyorsak, belki nefes alıyorsak ,hepsini her şeyi 30 Ağustos zaferine borçluyuz.''