İNCİ ONGUN- Hukuk dünyasında kazandığı saygınlıkla tanınan Avukat Sunay Doğan, boşanma davalarındaki dramatik ve düşündürücü insan hikayelerini ele aldığı kitabıyla da dikkatleri çekti. "Avukat Hanım, Ben Boşanmak İstiyorum" adlı kitabıyla boşanmayı bir son değil, yeniden bir doğuş olarak ele alan Sunay Doğan, 9 Eylül'e deneyimlerini ve kitabını anlattı.
l Hukuk alanında önemli bir kariyeriniz var, ancak bir yazar olarak da kendinizi gösterdiniz. Yazarlık yolculuğunuz nasıl başladı?
Ben çok kitap okuyan bir çocuktum, bunu abartısız söylüyorum. Kitaplar, günlük hayatımın ayrılmaz bir parçasıydı. Elime ne geçerse okurdum. okumaya olan ilgim beni yazmaya yönlendirdi. Henüz 11-12 yaşlarındaydım ve babama "Baba, ben yazar olmak istiyorum" dedim. Babam tereddüt etmeden, "Ol" dedi. Yazarın daktilo kullandığını fark edince, babama bunu söyledim. Fakat babamın işçi maaşıyla daktilo alması pek mümkün değildi. Babam, işçi maaşıyla alamadı ama PTT müdürü arkadaşı daktiloyu bize hediye etti. Şıkır şıkır yazmaya başladım, yazdıklarımı sınıfta kızlara okutuyordum. Herkes "Çok güzel" diyordu. O günleri ve babamın desteğini hiç unutmuyorum.
l Birçok insanın hayalini kurduğu mesleklerden biri avukatlık. Peki avukat olmaya nasıl karar verdiniz?
İlk yıllarımı ceza avukatlığı yaparak geçirdim, ancak mesleği o dönemde sevemedim. Cezaevine gidip hırsızlar, katiller, tecavüzcülerle karşılaşıyordum. Akşamları yatarken, eğer bir gün aynı suç yakınlarıma işlenirse, onları tahliye edebilir miydim diye düşünüyordum. Ancak boşanma davalarına bayıldım. Zaten biz kadınlar, magazin ve dedikoduya olan ilgimizle tanınırız. Kadınlar geldiğinde, 20-25 yıllık evliliklerini anlatmaya başlarlardı. "Nişanlıyken bana şunu demişti, evlendiğimizde annesi şunu yapmıştı" gibi ayrıntılarla, geçmişte yaşadıkları kırgınlıkları taze bir şekilde dile getirirlerdi. 25 yıl geçmiş olsa da, öfke ve kırgınlıkları hala ilk günkü gibi canlıydı. Bu bölümü kadın olarak çok sevdim ve mesleğimi severek yapıyorum.
l Boşanma davalarını en çok kim açıyor? Kadınlar mı, Erkekler mi?
Çoğunlukla davaları kadınlar açıyor. Türk toplumunda erkekler, genellikle boşanmayı kabul etmezler çünkü boşanmış bir erkek, toplumda kötü bir baba ve kötü bir eş olarak algılanır. Bu yüzden, erkekler boşanmak yerine evliliklerinde kadını sıkıntıya sokacak davranışlar sergileyebilirler. Geç gelmek, kadını şüphelendirecek şekilde hareket etmek ve kötü davranmak, kadının sabrını zorlar, canına tak eder. Kadın boşanmak isteyince "boşanma davası açmış kabul ettim" der. Aslında toplumsal baskılar nedeniyle bu süreci başlatan kadın olsa da onu buna zorlayan erkektir. Erkekler, eşleri boşanmayı istemedikçe boşanmayı düşünmezler. Bunun yerine, dışarıda bir ilişki yaşar, bu ilişkide daha rahat ve mutlu olurlar, fakat evdeki kadına karşı sadece idare edici bir tavır sergilerler.
BOŞANMA SEVGİ EKSİKLİĞİ İLE İLGİLİDİR
l Eşler, yıllarca süren mutlu günlerin ardından neden boşanma kararı alıyor?
Eşlerin boşanma isteği genellikle sevgi eksikliği ile ilişkilidir. Geçmişte seçenekler daha sınırlıydı, ancak günümüzde iletişim ve sosyal medya sayesinde insanlar daha fazla alternatifle karşılaşıyor. Eskiden insanlar birbirlerine ulaşmak için daha fazla çaba sarf ederken, şimdi bir WhatsApp mesajı ya da Instagram'dan bir takip isteği ile kolayca iletişim kurabiliyorlar. Bu, sevgi arayışını daha erişilebilir kılıyor, ancak çoğu zaman bu ilişkiler gerçek ve kalıcı bir sevgiye dönüşmüyor. Boşanmanın temel nedeni sevgisizlik olduğunda, dışarıda başka insanlar arayışına giriliyor. Ancak, gerçek sevgiye ulaşmak çoğu zaman mümkün olmuyor ve %99'u yüzeysel ilişkilerle sonuçlanıyor. Bu durum, evliliklerde sıradanlaşmaya yol açabiliyor. Evet, ilk günkü heyecan kayboluyor, ancak evlilik sadece heyecanla sürdürülemez. Dostluk, güven ve birbirine bağlılık gibi unsurlar, sağlıklı bir ilişkiyi devam ettirmek için önemlidir. Tecrübelerime dayanarak söylemem gerekirse, her kadın en az bir kez boşanmayı düşünmüştür.
Kitabınız hakkında aldığınız geri dönüşlerden en çok etkilendiğiniz hangisiydi?
Kitap yayınlandıktan sonra çok güzel geri dönüşler aldım, ancak en ilginçlerinden biri şuydu: "Ben tamamen cam bir fanus içinde yaşıyormuşum, bu kadarını bilmiyordum gerçekten çok şaşırdım." Bir diğer ilginç geri dönüş ise: "Kitap bitmesin diye dua ettim, sayfalar azaldıkça üzüldüm." Hatta devamı olsa, bitmeseydi demişti. Bu gerçekten beni çok etkilemişti. Kitabı okuduktan sonra birçok kişiden, "Niye daha önce boşanmadım, bak kadınlar boşandıktan sonra da ayakta durabiliyormuş" diyen çok yorum aldım ve hepsinin boşandığında kurduğu hayat evliliğinden daha güzel oluyor. Ama erkekler için aynı şeyi söyleyemem.
Kitabınızda birçok hikaye var, peki ya boşanmış bir kadın olarak sizin hayatınızı anlatan bir bölüm olsaydı, nasıl olurdu?
İlginçtir ki, bu kitap doğduğum ilçede herkes tarafından büyük bir merakla beklenmişti. Çünkü beni tanıyanlar kitabı almak istemişti ve herkesin beklentisi, Sunay’ın boşanması üzerine bir hikaye yazmasıydı. Ben de boşandım, eski eşimle... Bizim hikayemiz, herkesin çok sevdiği ve örnek gösterdiği bir çiftin hikayesiydi. Herkes “asla boşanmazlar” derdi, ama hayat bazen öyle gelişiyor ki, bu beklenmedik sonu getirebiliyor. Eşim kötü bir insan değildi, ama benim hayatımda boşanma hikayemi yazsaydım, belki de bu kadar ses getirmezdi, ama hikayemin sonu getirebilir. Hiç unutmam, boşandıktan sonra bana şunu demişti: "Sen avukatlık yapamazsın, karakterin ve yapın buna uygun değil" O dönem öğrenciydim, gece nöbet tutup sabah okula gidiyordum. Bu sözler beni derinden etkilemişti. Eve gidip saatlerce düşünmüştüm. O an hırs yapıp, avukatlık ofisi açmaya karar verdim. İyi ki demişti, çünkü o söz beni harekete geçirdi. O hırs sayesinde, sonunda kendi mesleğimi yapmaya başladım. Gerçekten, zor bir süreçti ama sonunda başardım ve kendi adıma bu noktaya gelmek çok anlamlıydı. Kolay değildi, ama güzel bir yolculuktu.
Kolay değildi ifadesini kullandınız, pes etmeyi düşünen kadınlarımıza ilham vermek adına, o zorlu anlarda yaşadığınız mücadeleleri bizimle paylaşır mısınız?
Zorlandığım zamanlar elbette oldu. Hatta bir ara, avukatlık yapamazsam ne yaparım diye düşündüm. Sonra kendime dedim ki, “Herkes nasıl yapıyorsa, ben de öyle yaparım. Olmazsa başka bir şey yaparım” Bir de şunu hiç unutmuyorum, boşandıktan sonra, "Eğer hiçbir şey yapamazsam, temizliğe giderim. Camları silerim, aç kalmam" demiştim. O dönem maddi zorluklar yaşamıştım. Hatta alyansımı satıp, ofisimin kirasını ödemiştim. Bu süreç, yalnız bir kadının hayatta nasıl ayakta kalabileceğini gösterdi bana. Evet, zorlandım, ama sonunda başardım. Şimdi geriye dönüp baktığımda, o zorlukların beni güçlü kıldığını hissediyorum. Ve bir kadının tek başına ayakta durabileceğini ve her şeyin üstesinden gelebileceğini tüm kadınların da görmesini istiyorum.
Sizce evliliklerin bitme nedeni nedir? Kadınla erkeğin gözünden farklılık var mı?
Biz kadınlar, bize sahip çıkacak, kendimizi güvende hissettirecek, doğuracağımız çocuklara gerçekten babalık yapacak birini arıyoruz. Bir yoldaş, bir destek, hayatın yükünü birlikte taşıyacağımız bir eş…
Ama onlar ne arıyor? Güzel, kendine güvenen, mutlu bir kadın. Ve istiyorlar ki bu kadın hiç değişmesin. Hep aynı kalsın. İlk tanıştıklarında cıvıl cıvıl, genç ve güzel bir kadın görüyorlar. Ama hayat bu; zamanla değişiyor her şey. O kadın evde yemek yaparken aynı mı kalır? Çocuk doğurduğunda, uykusuz geceler geçirirken, kendiyle uğraşırken… Aynı mı kalır? Ya da yıllar geçtikçe, yaş alıp olgunlaştıkça? Bunlar doğal değişimler, hayatın bir parçası. Ama erkek ne bekliyor? Hep o tanıştığı ilk halini, hep o genç, güzel kadını… Sonra ne oluyor? Değişimle birlikte anlaşmazlıklar başlıyor. Halbuki bu değişimler aşkın, bağlılığın bir sınavı değil midir? İşte burada başlıyor sorun: Kadın, tüm bu değişimlere rağmen ayakta kalmaya çalışırken, erkek hep o ilk hali hayal ediyor. Ama hayat, hayallerdeki gibi değil…
PSİKOLOJİMİ YAZARAK DÜZELTİYORUM
Zorlu davalarla başa çıkarken kendinizi nasıl dinlendiriyorsunuz?
Boşanma davaları gibi hassas konularla ilgilenmek gerçekten yorucu olabiliyor. İnsanların dertlerini dinlemek, onların sorunlarına çözüm aramak zamanla psikolojik olarak da insanı etkileyebiliyor. Bu konuda eşimin ilginç bir teorisi var: Bana meslek hastalığına yakalandığımı söylüyor.
Çünkü en ufak bir tartışma ya da sıkıntıda, hemen "Tamam, boşanabiliriz" diyorum. Üstelik, "Yargıtay'ın bu konuda bir kararı var, bak bu bir boşanma sebebi" diye ekliyorum. Eşim de gülerek, “Sen meslek hastalığına tutulmuşsun” diyor. Hatta işi bir adım öteye götürüp psikoloğa gitmemi bile önerdi. “İnsanlar sana dertlerini anlatıyor, sen de birine anlatıp rahatlamalısın” diyor.
Aslında kendimi rahatlatmanın bir yolunu buldum: yazmak. Yazarken içimdeki sesle konuşuyorum, duygularımı, düşüncelerimi kâğıda döküyorum. İnsanlar bana dertlerini anlattığında ben de bu yazılarla adeta bir psikoloğa gitmiş gibi hissediyorum. Sanırım beni en çok bu rahatlatıyor.
Yılların deneyimi ve tecrübesine dayanarak evli olan çiftlere ne gibi tavsiyelerde bulunursunuz?
Evliliklerdeki en büyük sorunlardan biri, duyguların açıkça ifade edilmemesi. İnsanlar, "Beni yargılarlar mı" veya "Küçük düşer miyim" gibi kaygılarla, hissettiklerini paylaşmaktan kaçınıyor. Eğer biri, "Sen böyle bir şey yaptığında ben kendimi şu şekilde hissediyorum" diyebilse, belki pek çok evlilik bu yüzden bozulmazdı.
Evlilikler bazen kaybetme korkusuyla da şekilleniyor. Çünkü insanlar, evliliklerinin kolayca sonlanmayacağını düşündükleri için rahat davranıyorlar. Ancak bu rahatlık, karşı tarafın hislerini göz ardı etmekle sonuçlanabiliyor. Oysa, eğer insanlar, bu tür davranışların boşanma gibi ciddi sonuçlara yol açabileceğini fark etseler, daha dikkatli olurlardı. Sonuçta kimse sevmeden evlenmez ama evlilikte sorunları çözmek için empati ve yapıcı bir dil kullanmak çok önemli. Küçük bir söz bile ilişkiyi ya onarabilir ya da zedeleyebilir. Çiftler, birbirlerine karşı daha anlayışlı ve nazik olmalı. Evlilik, karşılıklı sevgi, saygı ve iletişimle sürdürülebilir.
Kazanılan
hakları kötüye
kullananlar da oluyor
3 ay evli kalıp ömür boyu nafaka almak, sizce adaletli mi?
Özellikle yeni nesil erkekler evlenmekten korkuyor. Haksızlar mı? Bence değil. Neden mi? Çünkü mevcut yasal düzenlemeler daha çok kadını koruma odaklı. Evet, kadınların korunması gereken durumlar elbette var. Ancak bu koruma mekanizmaları kötüye kullanılabiliyor. Örneğin, bir çift yalnızca 3 ay evli kalmış olmasına rağmen, kadın ömür boyu nafaka alabiliyor. Bu adil mi? Mecliste şu anda bu konuyla ilgili bazı düzenlemeler tasarı aşamasında. Benzer durumlarla müvekkillerimde de karşılaşıyorum. Örneğin, çocuğu olmayan bir kadın, evliliğin ardından çalışmadığı gerekçesiyle nafaka alıyor. Eğer kadın sigortalı bir işe girmez ya da yeniden evlenmezse, bu nafaka ölünceye kadar devam ediyor.
İlahi adalet,
adaletsizlik olduğunda
asla şaşmıyor
Mahkemelerde bazen adaletin terazisi şaşabiliyor ya da hak yerini bulamayabiliyor. Böyle anlarda ilahi adaletin varlığına inanıyor musunuz?
Kesinlikle, ilahi adalet asla şaşmıyor. Birçok müvekkilin hikayelerini bana tüm çıplaklığı ile anlatırken, meslek sırrı olarak saklanması gerekenleri de omuzlarıma yüklüyorlar. Tüm bildiklerime rağmen, onların da tüm yasal haklarını almak için uğraş veriyorum. Sonuç, benim başarılı olduğumu söylese de hiç susmayan bir ses sürekli kulağıma bu sonucun adil olmadığını fısıldıyor. Öğrendiğim, değişmeyen tek gerçek şu, hiç kimse hikayesi sona erdiği için ölmüyor. Boşanma süreci, yaşanırken ne kadar acı verici olursa olsun herkes, her şeye alışıyor ve yıllardır gözlemlediğim şaşmayan bir kural var ben avukat olarak ne yaparsam yapayım, hakim ne kadar adil bir karar vermeye çalışırsa çalışsın, bir yerlerde bir adaletsizlik olduğunda, ilahi Adalet asla şaşmıyor.
Evlilik, aşkı öldürür mü?
Bence önümüzdeki nesilde evlilik diye bir şey kalmayacak. Evlilik bitiyor, bu nesil için pek bir anlam taşımıyor gibi. Gelecek nesilde evlilik kurumunun varlığına pek rastlanmayacak gibi görünüyor. Belki de evlilik, bazı şeyleri bozan bir yapı haline gelmiş durumda. Evliliği aslında akıllı kadınlar yaratmış gibi görünüyor. Güçlü bir adam bulmuşlar, birlikte güçlü bir ilişki kuruyorlar ve o da onlara çeşitli imkânlar sağlıyor. Erkeklerin de bir sahiplenme duygusu var, 'Bu kadın benim' diyorlar. Ama ben bir şeyi net olarak biliyorum, bir sonraki nesilde her şey değişecek. Zaten değişiyor da… Artık hiçbir şey eskisi gibi değil."
Kitaptan alıntı:
"Evleneceği kadını gördüğü haliyle seven erkek, kadının hep o zamanki haliyle kalmasını ister.
Bir erkek, kadının şimdiki zamanının sonsuz olacağı zannı ile evlenirken, bir kadın ise erkeğin sadece şimdiki zamandaki haliyle değil, gelecekte açığa çıkaracağı potansiyeliyle evlenir.
İşte bir evlilik hikayesinin sonu, kadının değiştiği ve erkeğin de kadının onda gördüğü potansiyeli açığa çıkaramadığı zaman ayrılık gelir.
Kadın, erkekte daha en başından gelecekte nasıl bir adam olabileceğini hayalini kurar. Oysa erkek, kadının gelecekteki hali hakkında düşünse, muhtemelen evlilik kararından vazgeçmeyi düşünebilir.
William Shakespeare'in de dediği gibi, çok beğendiğimiz bir bedene hayalini kurduğumuz ruhu koyup bunu aşk sanmaktan ibarettir."