HABER/ Didar DEMİRCİ

Türkiye’de tarımın planlanması için uzun süredir devam eden tartışmalar, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Genel Kurulu’nda kabul edilen yeni kanun düzenlemesiyle başka bir boyuta taşındı. Hem hukuki hem de yönetimsel açıdan sorunların çıkmasına sebep olacağı düşünülen Tarım ve Orman Alanlarında Düzenlemeler İçeren Kanun Teklifi’ne göre; Tarım ve Orman Bakanlığı’nca, tarım sektöründe sözleşmeli üretimin geliştirilmesi ve yaygınlaştırılması için gerekli düzenlemeler yapılacak. İlaç etkin maddesi üretimi amaçlı kenevir yetiştiriciliği veya işlenmesi, Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO) tarafından yapılacak ya da yaptırılacak. Devlet ormanlarına yıkıntı veya inşaat atığı atmak, hafriyat veya çöp dökmek suretiyle çevreye verilen zarar "orman suçu" sayılacak, madencilik faaliyetlerinin sona ermesi sonucunda idareye teslim edilen veya terk edilen doğal yapısı bozulmuş orman alanları rehabilite edilecek.

Kabul edilen yeni düzenlemeyi Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) İzmir Milletvekili ve Ziraat Yüksek Mühendisi Kamil Okyay Sındır, gazetemize değerlendirdi. Vekil Sındır, söz konusu kanun düzenlemesinin milletin efendisi olan çiftçiyi, kendi tarlasında maraba pozisyonuna düşüreceğine işaret etti.

Öte yandan Ziraat Mühendisleri Odası İzmir Şube Başkanı Dr. Hakan Çakıcı da düzenlemenin hukuksal açıdan sorunlar çıkarabileceğine dikkat çekti.

‘PLANLAYAMADILAR’

CHP İzmir Milletvekili Kamil Okyay Sındır, yeni düzenlemenin sadece tarım alanlarını değil orman alanlarını da tahrip edecek birçok madde içerdiğini belirterek, “En başta kanunun gelmesindeki gerekçe, üretim planlamasına ihtiyaç duyulmasıydı. Tarımda planlamaya gerek duyulduğunu daha yeni mi fark ettiler? Aslında yeni fark etmediler” diye konuştu. Tarım alanlarına ilişkin kanunda önemle üzerine durulması gereken birkaç şey olduğuna dikkat çeken Sındır, “Bunlardan biri, ürün kararı. Üreticinin üretim kararı devre dışı bırakılarak; dayatmacı bir şekilde belirlenen ürünün üretimini yapılması isteniyor. Yani havza bazında karar verdiği iki üç ürünü, çiftçinin üretmesi istenecek. Tabii bunu isterken de çiftçinin o ürünü üretme bilincinin olup olmadığını, çiftçinin o ürünü üretecek ekipmanlara sahip olup olmadığını düşünmeden isteyecek. Planlama bu şekilde olmaz” açıklamasını yaptı.

‘TEŞEBBÜS HÜRRİYETİ YOK’

Teşebbüs hürriyeti hatırlatması yapan Sındır, “Üretici istediği ürünü üretme hürriyetine sahiptir. O nedenle dayatmacı bir şekilde üretim planlaması yapılmaz. Ürün deseni, planı bu şekilde gerçekleşmez. Üretim planlaması, ürün deseni çeşitli teşvik ve desteklerle oluşturulur. Havzalara göre belirlenen ürünü diğer bölgelere göre daha çok teşvik edersin, desteklersin; çiftçi de o ürüne yönelir. Üreticinin üretim kararını destekleme, teşvik, prim kararlarıyla yönlendirirsin. Aynı zamanda alım garantisi yaparsın. Ama sen bunu yapmayacaksın, bunu beceremeyeceksin; buna rağmen işçiyi de kendi toprağında amele yapacaksın” eleştirilerini yöneltti.

SÖZLEŞMELİ TARIM

Sözleşmeli tarım modelini de ele alan Sındır, sözleşmeli tarımın kimi zaman çiftçi için iyi bir uygulama olsa bile bu sistemin çiftçiden yana olmadığını aktardı. Sözleşmeli tarım modelinde genellikle çiftçinin, sözleşmelerle çaresiz bırakıldığını, çiftçinin sermayeye bağlandığını aktaran Sındır, “Kanunda şöyle bir madde var: Üretici hür iradesiyle yapsın diyor ama yapmazsa ben ona destek vermeyeceğim diyor. Sözleşme yapmazsan diyor, seni desteklemeden mahrum ederim diyor. Çiftçi, üretici arazisini boş bırakırsa; zarar edeceğini bilerek üretmek istemezse, her yıl artan şekilde cezalar ve en sonunda tarlasına el koymak gibi yaptırımlar var. Yani içerisinde garabet olan tarımı planlayamayan yine lobilerin gölgesinde bir politikasızlık… Aslında şimdi aynı lobilerin çıkar menfaatleri doğrultusunda üreticileri de marabaya dönüştüren bir değişiklik yapıldı” dedi.

Tarım sermayenin eline geçer

Yeni kanun düzenlemesine göre, 2 yıl süreyle işlenmeyen atıl araziler kişilere ait olsa dahi üretime açılması için kiraya verilebilecek. Bu sistemin yurtdışında da uygulandığını aktaran İzmir Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Dr. Hakan Çakıcı, “Türkiye’de şöyle bir durum var; arazilerin neden ekilmediğini sorgulamak lazım. Şu anda Türkiye’de 3,5 milyon hektardan fazla arazi ekonomik olmadığı için ekilmiyor. Ekonomik olmamasının karşısında da çiftçinin yeterli sermayesinin, parasının olmaması. Bu nedenle ekilmeyen bir yer nasıl ekilebilir? Demek ki bir sermayeye ihtiyaç var. Burada şöyle bir doğru orantı ortaya çıkarıyor. Demek ki bu arazilerin bir nevi sermayenin eline geçme ihtimali var. Kiralamayla da olsa” sözlerini kaydetti. 2 yıl ekilmeyen arazilerin devlet tarafından kiraya verilmesinin de hukuki açıdan yeni bir sorun çıkaracağına işaret eden Dr. Çakıcı, “Bu durumun hukuki yönü de ayrı tabii. Bunun altını oluşturmak lazım. Yani insanların kendi mülküdür eker ekmez” dedi. Ayrıca Türkiye’de tarımsal üretimin çoğunlukla kiralık tarlalarda yapıldığını, bu nedenle de Çiftçi Kayıt Sistemi uygulamasının eleştirildiğini hatırlatan Çakıcı, “Sonuçta burada küçük çiftçinin maddi yetersizliği temel problemimiz. Zaten çiftçi kiralama yoluyla tarım yapıyor. Burada asıl korkumuz çiftçinin burada zarar görmesi. Tarlaların sözleşmelerle başkalarının eline geçmesi. Bu da zamanla küçük üreticinin tarlasından kopmasına veya tarlada işçi olmasına ve beraberinde büyük bir üretim ve istihdam sorununa yol açacaktır” dedi. Çözümün yaptırımlarla olmayacağını aktaran Çakıcı, “Atıl alanların kullanılır olması ancak üretici birlikleri ile olur” mesajını verdi.