Namık Alkan/İklim değişikliği ve küresel ısınma gezegenimizi tehdit ediyor. Sanayi Devrimi ile başta kömür olmak üzere fosil yakıtların yakılması, ormansızlaşma, madencilik ve kentleşme gibi arazi kullanımındaki değişmeler, atmosferdeki sera gazlarının artmasına ve beraberinde iklim değişikliğini ve küresel ısınmayı getirdi. Ülkemizin de içinde bulunduğu Akdeniz havzasında iklim değişimine bağlı olarak oluşan aşırı sıcaklıklar, sıcak hava dalgaları ile yağış ve su kaynaklarındaki azalmalar tarımsal üretimi olumsuz etkiliyor. Bu bağlamda tarımsal döngünün bozulması da soframızı tehdit ediyor.

Ege Üniversitesi (EÜ) Edebiyat Fakültesi Coğrafya Bölümü Öğretim Üyesi Klimatolog Prof. Dr. Ecmel Erlat ile iklim değişikliği ve küresel ısınmayı konuştuk.

“SANAYİ DEVRİMİ İLE BAŞLADI”

İklim değişikliği ve küresel ısınma nedir, nasıl başladı? 

4.6 milyar yıllık yerküre tarihinde iklim sisteminde görülen değişmeleri yerkürenin güneş etrafındaki yörüngesindeki değişimler, aldığımız güneş enerjisi veya atmosferdeki volkanik gaz ve küllerin miktarı, okyanus akıntılarındaki değişim gibi doğal nedenlerle açıklamaktayız. Ancak 1784 yılında James Watt’ın buharlı makineyi keşfiyle birlikte başlayan Sanayi Devrimi ile başta kömür olmak üzere fosil yakıtların yakılması, ormansızlaşma, madencilik ve kentleşme gibi arazi kullanımındaki değişmeler, atmosferde bulunan karbondioksit, metan ve diazotmonoksit gibi gazların oranlarının artmasına yol açmıştır. Sera gazları olarak adlandırılan bu gazların ortak özellikleri yeryüzünün yaydığı enerjiyi atmosferde tutması ve enerjinin uzaya geri dönmesinde engel olmalıdır. Böylece son 140 yılda bu gazların atmosferdeki oranları arttıkça dünyanın enerji dengesi de değişmekte ve sürekli olarak gezegenimizde ısı birikmekte, okyanuslar, karalar ve atmosfer ısınmaktadır. Sadece 2024 yılında fosil yakıtların çıkarılma işlemi, yakılması ve çimento üretimi ile ilişkili olarak atmosfer 37.4 milyar ton karbondioksit emisyonu gerçekleşmiştir. Özellikle ormansızlaşma olmak üzere arazi kullanım değişikliğinden kaynaklanan 4.2 milyar tonluk emisyonda eklendiğinde 2024 yılında toplam CO2 emisyonu 41.6 milyar tona ulaşmıştır. Bu rakam, 2023 yılına göre 1 milyar ton daha fazladır. Doğal gaz dağıtım ağındaki kaçaklar, petrol kuyularındaki sızıntılar, kömür madenciliği, hayvancılık, organik atıklardaki fermantasyon, pirinç tarımı ve biyokütlenin yanması gibi insan etkinlikleri ise her yıl atmosfere 400 milyon ton metan gazının karışmasına yol açmaktadır. 

Atmosferdeki sera gazlarının artışı ve gezegenin enerji bütçesinin değişimi en başta "küresel ısınma" olarak adlandırdığımız gezegenin uzun vadeli ısınması ile sonuçlanmaktadır. Ancak yükselen deniz seviyeleri; küçülen dağ buzulları; okyanus sularının ısınması ve çiçek/bitki çiçeklenme zamanlarındaki değişimler gibi daha geniş bir yelpazedeki değişiklikler sadece hava sıcaklıklarının artmadığını aynı zamanda gezegenimizin iklim sisteminin de değiştiğini göstermektedir. Bu nedenle yerküre ikliminde gözlenen ve insan etkinlikleriyle bağlantılı olduğu kabul edilen bu önemli değişiklikleri “iklim değişikliği” olarak tanımlamaktayız.

İklim değişikliğinin küresel etkilerini anlatabilir misiniz?

Küresel ortalama hava sıcaklığında gözlenen artış, insan kaynaklı küresel iklim değişikliğinin en önemli göstergesidir. 2024, küresel sıcaklığın Sanayi Devrimi öncesi seviyenin 1.5°C üzerinde olduğu ilk yıldı; yılın 11 ayında küresel ortalama yüzey hava sıcaklığı bu eşiğin üzerindeydi. Son sıcaklık gözlemlerini kullanarak iklim değişikliğini öngörmek için yapay zekâ kullanan bir analizden elde edilen sonuçlar sera gazı emisyonlarının önümüzdeki on yılda ne kadar artıp azalacağına bakılmaksızın, küresel ısınmanın 2030'ların başında Sanayi Devrimi öncesi ortalamaların 1.5 santigrat derece üzerine çıkacağına dair kanıtlar sunmaktadır.
Küresel ortalama sıcaklıklardaki artış, buharlaşma ve atmosferdeki su buharı miktarında artışa yol açmaktadır. Bu durum yağış miktarı, mevsimlere dağılışı, yağış şiddeti ve tipinde de değişmelere yol açmıştır. Kuzey yarımkürenin kutba yakın alanlarında yağış miktarı artarken Türkiye’nin de içinde yer aldığı Akdeniz Havzası’nda azalmaya yol açmıştır. Küresel sıcaklık artışının, bazı bölgelerde şiddetli yağış, bazı bölgelerde ise kuraklıklara ve orman yangınlarına yol açan El Niño /La Nina olaylarının döngüsünü de etkilemiş, La Nina olayının görüldüğü yılların sayısı azalırken, El Niño olayları daha sık ve şiddetli tekrarlanmıştır.

En önemli değişim ölüm ve yaralanmalar gibi doğrudan etkilerin yanında, bulaşıcı hastalıklar, zihinsel sağlığın bozulması ve altyapının tahribi gibi dolaylı etkiler de oluşturan yüksek hızdaki rüzgârlar, hortumlar, orajlar, aşırı sıcaklıklar, kuraklık ve çalı/orman yangınları ve taşkınlar gibi aşırı hava/iklim olaylarında gözlenmektedir. Oluşan aşırı hava ve iklim olaylarının hepsini insan etkisine bağlamak mümkün olmamakla birlikte iklim değişikliği aşırı olayların daha sık ve şiddetli olmasına, etkili oldukları alanın genişlemesine ve meydana gelme zamanlarının değişmesine yol açmıştır. Bu nedenle meteorolojik ve klimatolojik kökenli aşırı olaylara bağlı doğal afetlerin sayısı 1980'den bu yana tüm dünyada artış eğilimi göstermiştir. Dünya Meteoroloji Örgütü, 1970-2019 yılları arasında 11 binden fazla meteorolojik afet yaşandığını ve buna bağlı olarak iki milyon insanın öldüğü raporlamıştır. Sadece 2024'te, Amerika Birleşik Devletleri'nde her biri 1 milyar doları aşan kayıplara yol açan kuraklık, sel, şiddetli fırtına tropikal siklon ve orman yangını olmak üzere 27 hava/iklim felaketi olayı meydana gelmiştir. 

19. yüzyılın son çeyreğinden itibaren atmosferde oranları artan sera gazlarının oluşturduğu fazla ısı büyük ölçüde okyanus sularının üst katmanlarında depolanmıştır. Deniz sularının ısınması sonucu deniz ısı dalgası olayı adı verilen deniz sularının aşırı ısındığı dönemlerin ortaya çıkması ile sonuçlanmış ve deniz ısı dalgaları özellikle Doğu Akdeniz gibi denizlerdeki sıklığı 1982'den beri iki katına çıktı.  Bu durum müsilaj olarak da bildiğimiz toksik alg patlamaları, deniz canlılarında kitlesel ölümler gibi ciddi biyolojik sorunlara yol açmaktadır. Okyanuslarda su sıcaklığının yükselmesi ve karalardaki buzulların erimesine bağlı olarak 1993 ile 2024 arasındaki dönemde, küresel deniz seviyeleri 11 cm'den fazla arttı ve yıllık artış oranlar 1993'te 2.1 mm/yıldan 2023'te 4.5 mm/yıla çıktı. Kıyılarda kentsel ortamlarda yükselen deniz seviyesi altyapıyı tehdit etmektedir. Günümüzde kıyı kentlerindeki yollar, metrolar, su kaynakları, enerji santralleri, kanalizasyon arıtma tesisleri deniz seviyesinin yükselmesi nedeniyle risk altındadır.

İzmir Gece En Düşük Hava Sıcaklığı

Küresel ortalama sıcaklığın Sanayi Devrimi öncesi seviyenin 1.2°C üzerine çıkması, Arktik ve Antarktika deniz buzunda büyük düşüşlere; gezegenin tüm bölgelerinde buzullarda kayıplara; hem Grönland hem de Antarktika buz tabakalarından kayıpların hızlanmasına neden oldu. Birçok ülke akarsularını besleyen dağlardaki buzullarını yitirmeye başladı. 2024 yılında Slovenya’dan sonra Venezuela da son buzulunu kaybeden dünyadaki ikinci ülke olarak kayıtlara geçti. Bugünkü 1.2°C'deki buzullardaki kayıplarının küresel etkileri arasında seller, heyelanlar ve tatlı su kaynaklarının kaybı; hızlanan deniz seviyesi yükselmesi; donmuş toprakların çözülmesinden kaynaklanan altyapı hasarı ve metan gazı emisyonları yer alıyor. Ayrıca kutuplardaki buzulların erimesi okyanus akıntılarını ve bununla bağlantılı aşırı hava koşullarını da etkilemektedir. 

İklim değişikliği ve küresel ısınmadan Türkiye ne ölçüde etkileniyor? 

Akdeniz havzası içinde yer alan Türkiye dünyada iklim değişikliğinden en çok etkilenen alanlar içinde yer almaktadır. Türkiye’de ortalama sıcaklık artışı ise 1.5°C eşik değerini şimdiden geçmiştir. En belirgin değişim aşırı hava ve iklim olaylarında gözlenmiştir. Ülke ölçeğinde soğuk gün ve gecelerin sayıları azalmış, sıcak gün ve gecelerin sayısı, sıcak hava dalgalarının sıklığı ve şiddeti artmıştır. Lancet dergisinin 2024 raporu, 2014-2023 yıllarında Türkiye’de bebeklerin yılda ortalama 14.8 gün ve 65 yaş üstü yetişkinlerin 13.7 gün sıcak hava dalgasına maruz kaldığını gösteriyor. Bu rakam 2023 yılında, aynı gruplar yılda 24.8 gün ve 21.9 güne yükselmiştir. Türkiye’de özellikle 2000’li yılların başından itibaren, sıcaklık koşulları daha ılıman ve sıcak hatta tropikal koşullara doğru kaymıştır. Ülkemizde sıcak hava dalgaları gibi aşırı yağışlara bağlı sel ve taşkın olaylarının sayısında belirgin bir artış gerçekleşmiştir.  Türkiye’de son 10 yılda, her yıl yaklaşık olarak 100 ve daha fazla sayıda sel olayı gerçekleşmiştir. 1940 yılından bu zamana kadar sel afetinin en fazla görüldüğü yıl, toplam 565 adet olay ile 2023 yılı olmuştur.  
Türkiye’de yağış değerleri yıllar arası çok değişken olmasına genel olarak kış ve ilkbahar yağış toplamlarında Marmara, Ege, Akdeniz ve Güneydoğu Anadolu bölgeleri ile İç ve Doğu Anadolu bölgelerinin iç ve güney bölümlerinde belirgin bir azalma ve kuraklaşma eğiliminin olduğu görülür. Örneğin Türkiye’de “şiddetli kuraklık" koşulları Aralık 2020'den Kasım 2021'e kadar art arda 12 ay boyunca devam etti ve aynı dönemde 4 ay boyunca "aşırı kuraklık" koşulları gözlemlendi. Türkiye'de azalan yağış, gölü besleyen nehirlerin akışındaki zayıflama ve insan kaynaklı su kullanımının sonucunda son 30 yılda küçülen göl oranının % 54’dür. Uydu görüntülerine göre 1985'te 205 kilometrekare olan Burdur Gölü 2020'de 123 kilometrekareye düştü.

İdari izinde noterler kapalı mı? 9 günlük bayram tatilinde noterler çalışıyor mu? İdari izinde noterler kapalı mı? 9 günlük bayram tatilinde noterler çalışıyor mu?

Sıcak Hava Dalgaları
Türkiye’de yanlış arazi kullanımı ve yerleşmelerin yanlış yer seçimleri, ormanların yok edilmesi, akarsuların aktığı yatakların bozulması ya da ortadan kaldırılması, kentlerde yeşil alanların azlığı gibi faktörlere bağlı olarak da aşırı hava/iklim olaylarının etkisi daha da şiddetlenmektedir. İklim değişikliğine uyum sağlamadaki gecikmeler ve savunmasız alt gelir grubundaki insanlar ve yetersiz altyapı göz önüne alındığında, ülkemizde aşırı hava/iklim olaylarından kaynaklanan yaygın sağlık etkilerinin ve ölümlerin artacağı öngörülebilir.

İklim değişikliği ve küresel ısınma tarımsal döngüyü nasıl etkiliyor? İklim değişikliğinin soframızdaki etkisi nedir?

Günümüzde 1 milyardan fazla insanın geçimini sağlayan tarımsal faaliyetler hem küresel iklim değişikliğini etkilemekte hem de küresel iklim değişikliğinden etkilenmektedir. Tüm dünyada 1961'den bu yana, kişi başına düşen gıda arzı %30'dan fazla artmış ve buna paralel olarak azotlu gübre kullanımında %800, sulama için su kaynaklarının kullanılmasında %100'den fazla artış gözlenmiştir. Bu artış iklim değişikliğinin daha kuvvetlenmesine yol açmaktadır. Örneğin tarım topraklarında kalan fazla suni gübre, bakteriler tarafından parçalanarak karbondioksitten 300 kat daha güçlü bir sera gazı olan azot oksit gazlarını oluşturarak atmosferin sera etkisini kuvvetlendirmektedir. Hayvancılık emisyonları (gübre ve gastroenterik salınımlar) insan kaynaklı metan emisyonlarının yaklaşık %32'sini oluşturmaktadır. Metan emisyonlarına yol açan diğer bir tarımsal faaliyet pirinç üretimidir. Ek olarak, gıda sistemi, esas olarak mahsul üretimi veya mera için doğal bitki örtüsünü tahrip etmekte, devam eden arazi kullanım değişikliği karbondioksit emisyonuna yol açmaktadır. Türkiye’de tarım sektöründen kaynaklanan sera gazı emisyonları özellikle 2010 yılından sonra büyük bir artış göstermiştir. Ülkemizde tarım kaynaklı sera gazı emisyonlarının 2021 yılında, 1990 yılına göre % 56.5 artarak 72.1 milyon karbondioksite eşdeğer ulaşmıştır. 

Öte yandan iklim değişikliği tarımsal üretimi dünyanın bazı bölgelerinde olumlu, bazı bölgelerde ise olumsuz etkiler oluşturmaktadır. Genel olarak, iklim değişimi Kuzey Avrupa tarımsal üretiminde büyüme mevsiminin ve donmanın yaşanmadığı dönemin uzamasına, yüksek sıcaklıklar ve daha uzun büyüme mevsimlerine, aynı zamanda yeni ürünlerin ekilmesine olanak verebilecek olması nedeniyle fayda getirmektedir. Ancak ülkemizin de içinde bulunduğu Akdeniz havzasında iklim değişimine bağlı olarak oluşan aşırı sıcaklıklar, sıcak hava dalgaları ile yağış ve su kaynaklarındaki azalmalar tarımsal üretimi olumsuz etkilemektedir. Maalesef Türkiye gelecekte de tarımsal üretimin iklim değişikliğinden en çok zarar görme potansiyeli olan ülkelerin başında gelmektedir. Örneğin Türkiye’de insan beslenmesinde stratejik görülen arpa, buğday, ayçiçeği, bazı yem bitkileri birçok tarımsal ürün büyük bir bölümü kuru tarım koşullarda üretilmektedir. Yağışın azalması, sıcaklığın artması ile beraber kuru koşullarda üretim imkânları daralacak ya da yüksek oranda üretim riski ile karşı karşıya kalınacaktır. Bunun yanı sıra iklim değişikliği ile beraber üretimde dünyada ilk sıralarda yer aldığımız fındık, kayısı, incir ve sultani çekirdeksiz kuru üzüm üretiminin olumsuz etkileneceği öngörülmektedir.  Sıcaklık artışlarının bitkilerde olduğu gibi hayvanlarda da stres artışına neden olacağı, gerekli önlemler alınmadığında süt verimlerinde de %5-15 arasında düşüşler olacağı tahmin edilmektedir. Örneğin Türkiye dünya salgı balı (çam balı) üretiminin %90’ını karşılamaktadır. Özellikle orman yangınları ve yüksek sıcaklıklar bal üretiminde de düşüşlere yol açmaktadır. 

Yapılan çalışmalar küresel ortalama sıcaklıktaki her bir santigrat derece artışın, küresel ortalama arazi verimlerini buğdayda % 6, mısırda % 7.4, pirinçte % 3.2 ve soya fasulyesinde %3.1 azaltacağı öngörülmektedir. Atmosferde karbondioksit konsantrasyonun artması, tahılların protein ve mineral içeriği ve gıda kalitesini de olumsuz etkilemektedir. İklim modelleri 3 °C sıcaklık artışları için (2050 yılı civarında) tarımsal üretime küresel olarak %25-50 seviyesinde verim kayıpları öngörmektedir.
Araştırmalar, 2050 yılında dünya nüfusunu beslemek için tarım ve gıda üretiminin, bugünkü düzeyinden en az %50 oranında arttırılması gerektiğini belirtmektedir. Gıdaya olan talebin ve iklim değişikliğinin etkileri bir araya geldiğinde gelecekte gıda güvenliğine ilişkin risklerin artması, gıda bulunabilirliği, erişimi, kullanımı, zaman içinde istikrar, faaliyet ve sürdürülebilirliğin olumsuz etkilenmesi öngörülmektedir. 

Küresel Sıcaklık Artışı

“İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNDEN İNSAN SORUMLUDUR”

Küresel ısınma insan faaliyetlerden bağımsız gelişen bir süreç midir yoksa kapitalist üretim biçiminin bir sonucu mudur?

Günümüzde gözlemlediğimiz iklim değişikliği, Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) 2013 yılında yayınladığı raporunda da teyit edildiği gibi insan faaliyetlerinin bir sonucudur. Oluşturulan iklim modelleri de eğer insan etkisi olmasaydı doğal nedenlere bağlı olarak gezegenimizin ısınma yerine bir soğuma döneminde olması gerektiğini göstermiştir. Diğer bir anlatımla son 140 yıldır gözlemlediğimiz iklim değişikliğinden büyük ölçüde insan sorumludur ve bu sürdürdüğümüz doğası gereği aşırı tüketim ve ekonomik rekabete dayalı kapitalist üretim biçiminin ile de yakından bağlantılıdır. Kapitalizm insanlık tarihinde birkaç yüz yıllık yeni bir olgu olasına rağmen dünyaya ekonomik, ideolojik ve politik olarak hükmetmekte, ne düşündüğümüzden tutun, hangi yiyecekleri tercih ettiğimizi veya giyim tarzlarımızı bile şekillendirmektedir. 
Maalesef fosil yakıtlar küresel ekonomide derin bir şekilde yerleşmiştir. Sağlıklı, sera gazı emsiyonlarının net sıfıra indiği bir geleceğe geçiş, ülkelerin derin bir ekonomik dönüşüme hazırlanmasını gerektirir. Bugünkü kapitalist sistemde bu geçiş mümkün gözükmemektedir. 

Önlem alınmazsa iklim değişikliği Dünya’yı daha büyük bir felaketle karşı karşıya bırakabilir mi?

Bilimsel çalışmalar yerküre tarihinde küresel ortalama sıcaklıkta sadece birkaç derecelik bir değişikliğin, dünyayı değiştiren büyük sonuçlara yol açtığını göstermektedir. Bu nedenle 2015 yılında imzalanan ve 2016 yılında yürürlüğe giren Paris İklim Anlaşması, çok hızlı bir şekilde gerçekleşen insan kaynaklı iklim değişikliğinin önüne geçmek amacıyla küresel sıcaklık artışını en fazla 2℃ ile sınırlandırmayı, mümkünse 1.5℃’nin altında tutmayı hedeflemiştir. Bu eşik sıcaklık değerleri, insan sağlığı üzerindeki etkiler, ekonomik büyüme, ürün verimleri, kıyı ve küçük ada toplulukları, karasal ve deniz ekosistemleri ve aşırı iklim olaylarının sıklığı, yoğunluğu ve maliyeti dahil olmak üzere birçok açıdan önemlidir. Ancak bugünkü gözlenen iklimsel ve sera gazı birikimlerindeki değişim ve eğilimleri dikkate alındığında, küresel ısınmayı 1.5°C’de sınırlandırmak mümkün gözükmemektedir. Bu eşik değerleri tutturmak için çok geç kalınmıştır. İklim modelleri, sera gazı seviyeleri mevcut seviyelerde artmaya devam ederse 21. yüzyılda Dünya'nın küresel ortalama sıcaklığının 4 °C daha artacağını öngörüyor. Sıcaklıkların Sanayi Devrimi öncesine göre 4° C artmasının öngörülen sonuçlar arasında kıyı şehirlerinin sular altında kalması; gıda üretimi için artan riskler; birçok kurak bölgenin daha kurak ve yağışlı bölgelerin daha yağışlı hale gelmesi; birçok bölgede, özellikle tropik bölgelerde, benzeri görülmemiş sıcak hava dalgaları; birçok bölgede su kıtlığının önemli ölçüde artması; çok şiddetli tropikal siklonların sıklığının artması; biyolojik çeşitliliğin geri döndürülemez kaybı yer almaktadır. 

İklim değişikliği bir kez başladığında, dev bir okyanus gemisi gibi aniden durdurmak veya tersine çevirmek mümkün olmamaktadır. Bu nedenle, tüm emisyonlar durdurulsa bile, okyanus tarafından tutulan ısı nedeniyle yüksek sıcaklıklar ve deniz seviyesindeki yükselme yüzyıllar boyunca devam edecektir. Ayrıca unutmamak gerekir ki iklim sistemi çok karmaşıktır ve belli eşik değerleri geçmek, bu değişime yol açan nedenler azalsa veya tersine dönse bile iklim sistemi orijinal durumuna geri dönmeyeceği - önemli bir süre veya hatta muhtemelen kalıcı olarak değişmiş durumunda kalacağı anlamına gelir. Örneğin Amazon ormanlarının yok olması, kuzey buz denizindeki buzulların erimesi, okyanus akıntı sisteminin değişmesi veya mercan resiflerinin, mangrovların ve deniz çayırı çayırlarının ölmesi gibi eşik olayların gerçekleşmesi insanoğlunun bugünkü teknolojisi ile başa çıkamayacağı, insan medeniyetini tehdit eden sonuçlar doğurabilir. 
 

Muhabir: Namık Alkan