İzmir Tabip Odası Başkanı Dr. Fahri Yüce, 9 Eylül TV’de katıldığı Yazı İşleri programda Torba Yasa’daki sağlık maddeleri, sağlık sistemindeki güven sorunu ve hekimlerin çalışma koşullarına ilişkin çarpıcı değerlendirmelerde bulundu. Yeni düzenlemenin “tamamen keyfi ve adil olmayan” bir uygulama olduğunu belirten Yüce, “Devlet hiçbir gerekçe göstermeden hekimlerden ekstra para istiyor. Bu uygulamanın hukuki bir karşılığı yok” dedi.


Deprem hazırlığı, organ bağışı, aşı tedariki ve emekli hekim maaşlarındaki kesintiler gibi pek çok konuda sistemin “bilimsel temelden uzaklaştığını” savunan Yüce, “Halkın da, hekimlerin de bu sistemde mutsuz olmasının nedeni siyasal tercihlerdir. Bugün geldiğimiz nokta bir yönetim tercihidir. Ama biz diyoruz ki: başka bir sağlık sistemi mümkün” ifadelerini kullandı.

Whatsapp Image 2025 11 07 At 14.58.17 (2)


Dr. Yüce söz konusu yeni düzenlemeyi şöyle değerlendirdi:


“Ortada açıkça hukuksuz bir durum var. Hekimler zaten özel çalışma koşullarının tüm gereklerini yerine getiriyor. Harç ödenecekse ödüyor, teminat yatırılacaksa yatırıyor. Ancak bu getirilen Torba Yasa’da ekstra bir sorun var. Devlet ekstraya çıkmış, bize geliyor. Ekstra bir para isteniyor. Her yıl tekrarlanacak ve neye karşılık istendiği belli değil.


Yani işin bir tanımı var; siz bir evrak teslim ediyorsunuz, bir ruhsat talep ediyorsunuz, onun harcını zaten ödüyorsunuz. İş yerinizi açarken ödüyorsunuz, vergisini ödüyorsunuz, özel tüketimini, KDV’sini ödüyorsunuz. Verginin tam olarak ödendiği bir müesseseye, ‘Sen çok vergi ödüyorsun, biraz daha öde,’ şeklinde bir peşin ödeme dayatılıyor. Miktarın neye göre belirlendiği de belli değil. Muhtemelen her yıl enflasyon oranında artırılacak bir mali yükle karşı karşıyayız.”
Bir ‘salma’ durumu var hakikaten. Salma salıyorlar. ‘Bunu öde’ diyorlar ama biz de soruyoruz: Niye ödüyoruz? Ne gerekçeyle istiyorsunuz? Şunu deseniz anlarız: ‘Devleti batırıyoruz, maliyet yetmiyor, para yetmiyor.’ Bunu bari açıkça söyleyin. Ama bu şekliyle açıkça keyfi, hukuksuz ve adil olmayan bir uygulamadır.


Bu niye sadece hekimlere uygulanıyor? Müteahhitlere peşin harç var mı, duydunuz mu? Yok. Bu nedenle sağlık kuruluşlarına ve hekimlere uygulanması oldukça garip ve adaletsiz” ifadelerini kullandı.
“İzmir’de hastaneler riskli, planlamalar kapalı kapılar ardında”
Deprem riski konusundaki soruları da yanıtlayan Dr. Yüce, İzmir’deki kamu hastanelerinin çoğunun riskli durumda olduğunu ve bu konuda yeterli şeffaflık sağlanmadığını söyledi.
“Ben 2022 yılından beri yönetimdeyim. Göreve geldiğimizde İl Sağlık Müdürlüğü’ne Bilgi Edinme Kanunu kapsamında bir yazı gönderdik. Hangi hastane depreme dayanıklı, karot testleri yapıldı mı, deprem direnci ölçüldü mü, yeniden yapım planları hazır mı — bunların yanıtını istedik. Uzunca bir süre bekledik, yasal süre geçti. Gelen cevap özetle ‘Her şey bir planlama dahilinde yürütülmektedir, bakanlığımızın planları vardır’ şeklindeydi.


Ama biz planı sormuyoruz, sonucu soruyoruz. Hangi hastane dayanıklı? Biz o hastanelerde nöbet tutuyoruz, çalışıyoruz. Kamu hastanesinde kendimizi evimizden daha az güvende hissediyoruz. Bozyaka Hastanesi’nde olduğu gibi, ‘yıkılacak, yeniden yapılacak’ söylentileri dolaşıyor ama bunlar hep söylenti aşamasında kalıyor. Sonra bir gün söylenti gerçek oluyor. Peki bu kararı neye göre verdiniz? Bu yıl yıkılacağı planlamada yazıyor muydu? Varsa neden bugüne kadar kamuoyuna açıklanmadı?
Bakanlık pandemi döneminden beri benzer bir tutum içinde. Covid verilerini nasıl paylaşmadılarsa, deprem hazırlık verilerini de açıklamıyorlar. Şeffaflık yok. İzmir’in yapı stoğu riskli, Suat Seren, Behçet Uz, Tepecik, Bozyaka gibi merkez hastaneler eski yapılar. Bunların depreme dayanıklılığı bilinmiyor. Sağlık Bakanlığı’nın genel tavrı maalesef bilgi saklamak.”

Whatsapp Image 2025 11 07 At 14.58.15

“Vatandaş organının nereye gideceğinden emin değil”


Organ bağışı konusundaki güvensizliğe de değinen Dr. Yüce,
“E-Devlet üzerinden organ bağışı kampanyası başlatıldı ama vatandaşın sisteme güveni yok. İnsanlar açıkça ‘Organlar gerçekten ihtiyacı olana mı gidiyor, yoksa parası olana mı?’ diye soruyor. Kızılay örneği ortada. Deprem döneminde çadırları satmış bir kurumdan sonra insanlar nasıl güvensin?” dedi.
Bu güvensizlik yalnızca organ bağışını değil, kan bağışını da etkiliyor. Kızılay’a güven azaldığında kan stokları azalmıştı, şimdi aynı durum organ bağışında yaşanıyor. Yeni doğan ölümleri, sahte diploma skandalları, imza sahtekârlıkları... Bunların her biri sistemin denetim mekanizmasına olan güveni sarsıyor.
“Kamu otoritesinin bu güveni yeniden tesis etmesi gerekiyor. Sağlık Bakanlığı verileri şeffaf biçimde paylaşmalı. Bugün hâlâ Covid-19’un 2023 verileri sitede duruyor, 2024-2025 güncellenmemiş. Bu bile güven krizinin göstergesi.

“Aşı ticari değil, stratejik bir üründür”


Yüce, grip aşısı tedariki konusundaki sorunların da ciddi boyutlara ulaştığını belirtti:
“65 yaş üstü vatandaşlar aile hekimliklerine gidiyor, ‘aşı yok’ cevabı alıyor. Bu sadece planlama hatası değil, sistemin yönetim sorunu. Grip aşısı, risk gruplarına zamanında ulaştırılamazsa etkisini kaybeder. Aşı ticari bir ürün değil, stratejik bir ulusal üründür.”
Cumhuriyet’in ilk döneminde Hıfzıssıhha Enstitüsü’nde aşılarımızı üretiyorduk. Bugün o tesislerin kapatılmasıyla dışa bağımlı hale geldik. Covid’de gördük; paranız olsa bile aşıya erişemiyorsunuz. Aşı üretimi bir tercih meselesidir; Türkiye bu tercihi üretmemekten yana kullandı.”

Çok sayıda ülke alarma geçti... Benzeri görülmemiş vakalar yaşanıyor
Çok sayıda ülke alarma geçti... Benzeri görülmemiş vakalar yaşanıyor
İçeriği Görüntüle

“SGK teşvikte değil, cezalandırmada sınır tanımıyor”


SGK’nın geri ödeme politikalarına da tepki gösteren Yüce,
“SGK biraz ‘Ali kıran baş kesen’ gibi davranıyor. Tabiri caizse teşvikte hata olmaz ama cezalandırmada sınır yok. ‘Ben bu fiyatı böyle belirledim’ diyor. Bir muhasebeci, ‘anjiyo kapısında kateter pazarlığı yapıyor’ diye tutuklandı. SGK diyor ki, ‘Ben size bu anjiyo kateterini uygun gördüm.’ Hekim de diyor ki, ‘Bu ilaçsız, şu ilaçlı. İlaçlıyı kullanalım, daha iyi olur.’ SGK’nın cevabı şu: ‘Veriyorum ama ucundan azıcık.’ Sonra insanlar dönüp hekimi suçluyor: ‘Niye kötü malzeme kullandın, niye bu hastada kötü sonuçlar oldu?’ Böyle bir sistemde hekim de hasta da mağdur oluyor.”


“Bakanlık bizi taraf gibi görüyor”


Sağlık Bakanlığı ile meslek örgütleri arasındaki iletişimi de değerlendiren Yüce,
“Kesinlikle yeterli değil. Bakanlık bizi ‘taraf’ olarak görüyor. Evet, tarafız; çünkü biz başka bir sağlık sistemi öneriyoruz. Biz bakanlığın savunduğu sağlıkta dönüşüm sistemini önermiyoruz. Ama eleştirilerimizden ders çıkarabilirlerdi, yapmıyorlar. Onlar ‘Ben yaptım, oldu’ diyor. Böyle olunca da iletişim kurulamıyor.”
“Biz sadece ‘hekimlerden harç alınmasın, maaşları artsın’ demiyoruz. ‘Aşı ücretsiz olsun’, ‘Covid varyant analizi yapılsın’ diyoruz. Çünkü halk daha iyi sağlık hizmeti alırsa, hekimle çatışması azalır, hekime şiddet azalır. Bizim derdimiz toplum sağlığı. Diyalog isteğimiz her aşamada devam ediyor.” Diye kkonuştu.


“Aşı, nefes almak gibidir”


HPV ve RSV aşılarına ilişkin konuşan Yüce,
“Aşı nefes almak gibidir. Oksijene ‘şu kadar nefes alacaksın’ diyebilir misiniz? Aşı da sağlık için aynı öneme sahip. 0-2 yaş çocuklarda RSV aşısı 15 bin lira. Bu aşılar ücretsiz olmalı, hatta Türkiye’de üretilmeli. Siyasiler, toplum talep ettiğinde mecburen dikkate alıyorlar. Bu yüzden toplumun talebini yükseltmesi gerekiyor” dedi.


“Başka bir sağlık sistemi mümkün”


İzmir Tabip Odası Başkanı Dr. Fahri Yüce, Türkiye’nin sağlık politikalarının yeniden kurgulanması gerektiğini vurgulayarak, “Başka bir sağlık sistemi mümkün” dedi.
“Çiçek aşısını ben Türkiye Cumhuriyeti'nin yaptığı çiçek aşısıyla korunuyorum şu anda. Yani çiçeğin dünya yüzünden ortadan kaldırılmasında Türkiye Cumhuriyeti'nde üretilmiş ve bizi aşılamış bu aşının bir rolü yok mu? Var. Dolayısıyla belki birebir aynı eski sisteme geçmek değil ama modern dünyanın gerektirdiği, tıbbın yeni gelişmeleriyle uyumlu başka bir sağlık sistemine geçmek mümkün.”
Sağlıkta dönüşümün yarattığı bu açık tahribatı geri çevirmek gerekiyor. Öncelikle yurttaşın şunu anlaması lazım: memnun değilim. Bunun sorumlusu hekim değil, sağlık çalışanı değil. Bunun sorumlusu kamu yönetiminin siyasi tercihidir. O zaman yurttaşın bu tercihin değişmesini talep etmesi gerekiyor.”
Mevcut sistemin, koruyucu sağlık anlayışını terk ettiğini dile getiren Yüce, aile hekimliği modelinin “yetersiz ve adaletsiz biçimde” kurgulandığını söyledi:


“Randevu bulamıyoruz. Çözüm ne? Aile hekimleri size randevu bulacak. Böyle bir çözüm olabilir mi? Devlet aile hekimine, ‘hizmet üret ama binayı sen bul, donanımı kendin getir’ diyor. Polise ‘Git karakol bul, aracı da kendin ayarla’ denir mi? Ama sağlıkta bu yapılıyor.”


“Sağlık ocakları sisteminde devlet koruyucu sağlık hizmeti verme yükümlülüğünün farkındaydı. Tekrar buna dönmemiz gerekiyor. Biz hastalıklar ortaya çıkmadan önce önlemeye odaklanmalıyız. Ama mevcut model, şehir hastaneleriyle hastalıkların artmasından kazanç sağlayan bir yapıya dönüştü.”
Yüce, hasta başvuru sayılarındaki artışın da sistemin çöküşünün göstergesi olduğunu ifade etti:
“Bir hastanın hekime başvuru sayısı nüfusun çok üzerinde. Yurt dışı verileriyle karşılaştırdığınızda biz bu oranı üçle beşle çarpmış durumdayız. Hastalar gittiği hekimlerden sonuç alamıyor çünkü sistem buna izin vermiyor.


Sayıştay raporlarına ve Sağlık Bakanlığı istatistiklerine baktığınızda sorunlar zaten orada yazıyor. Bu yıl bakanlıkla ilgili raporun sayfa sayısı bile azalmış; bu bile şeffaflık eksikliğini gösteriyor
Biz ücretsiz, eşit, adil ve toplum sağlığını önceleyen bir sistem istiyoruz. Hekimle hastayı, hastayla sağlık çalışanını karşı karşıya getirmeyen, dayanışmaya dayalı bir sağlık sistemi mümkün. Bugünkü sistem tüm paydaşları sıkıntıya sokuyor. Değişim artık bir tercih değil, zorunluluk.”

Kaynak: özge uyanık