Namık Alkan'ın haberine göre, Suriye iç savaşının başladığı 2011 yılından itibaren ülkemize gelmeye başlayan Suriyeli sığınmacıların, yaşadıkları kente uyumu ve barınmaları en önemli sorunları arasında yer alıyor. Savaş nedeniyle yurtlarını terk etmek zorunda kalarak göç yollarına düşen sığınmacılar, neredeyse Türkiye’nin her yanına dağılmış durumdalar. İzmir’de önemli bir sığınmacı nüfusuna ev sahipliği yapıyor. Türkiye'de, 30 Kasım 2023 itibariyle toplam 3 milyon 237 bin 585 geçici koruma kapsamındaki mülteci bulunurken, İzmir 127 bin 437 mülteciyle mülteci nüfusu en yüksek 10 il arasında 8’inci sırada yer alıyor.
TÜRKİYE TOPLUMUNUN BİR PARÇASI
Heinrich Böll Stiftung Derneği Türkiye Temsilciliği tarafından yayınlanan “Göçmen Mahallerinde Yaşam: Türkiye’de 2010 Sonrası Göçler ve Göçmenlerin Toplumsal Katılımı” başlıklı rapor, İzmir’in yanı sıra Türkiye genelindeki sığınmacıların durumunu ışık tutuyor. Van, İzmir, Gaziantep, Konya, Mardin ve İstanbul gibi Suriyelilerin yoğun olarak yaşadığı 16 ilde yapılan çalışmada, sığınmacı, mülteci ve göçmen topluluklarının bir hayli olumsuz koşullarda yaşıyor olmakla birlikte Türkiye toplumunun bir parçası haline geldikleri tespit ediliyor. Göçmenler karşılaştıkları güçlüklere rağmen, yaşadıkları topluma etkin bir şekilde katılım gösteriyorlar. Sığınmacıların en temel sorunları istihdam, eğitim, barınma ve ayrımcılık olarak sıralanıyor. Buna göre sığınmacılar çalışma hakkı, eğitime eşit erişim hakkı, geçinebilme hakkı ve ayrımcılık içermeyen güvenli bir yaşam hakkı istiyorlar. Suriyeli hane halkında çocukların eğitime katıldıkları gözleniyor. Bununla birlikte Suriyelilerin eğitim seviyeleri Türkiyeli katılımcılardan daha düşük. Barınma koşullarına bakıldığında da Suriyelilerin ve diğer göçmenlerin Türkiyelilerden daha kötü koşullarda, az odalı ve temel ihtiyaçların sağlanmadığı çöküntü evlerde yaşadıkları görülüyor.
ROJİN ŞEYHMUZ’UN ÇARESİZLİĞİ
Mülteci Rojin Şeyhmuz, 40 yaşında ve 4 çocuk annesi. Eşi Lokman Valluf (53) ve çocukları ile birlikte Halep’ten 2011 yılında kaçarak önce Kilis ve Gaziantep’e, sonrasında da İzmir’e gelip Basmane’ye yerleştiler. Hastalığı nedeniyle çalışamayan ve 12 yıldır aynı mahallede, aynı evde, aynı tek göz odada eşi ve çocukları ile birlikte hayat süren Rojin, Suriye iç savaşı nedeniyle yurdunu terk etmek zorunda kalır. Eşi Lokman’ın iş bulduğunda tekstil atölyelerinde çalıştığını anlatan Rojin, “Memleketimizi çok özlüyoruz. Doğup büyüdüğümüz yurdumuz bizim. Hayat buralarda çok zor olmuştur. Kirayı zor veriyor, zor geçiniyoruz. Geri dönmek istiyoruz ama oralarda da bizi iyi bir hayat beklemiyor. İş yok, düzen yok. Buralarda kalmak ise kolay değil, ama dönmekte kolay değil. Çaresiz, ne yapacağımızı bilemez haldeyiz” diyor. Somali’den gelip Basmane’de eşi ve çocuğu ile birlikte hayata tutunmaya çalışan Abdullah da yardıma ve desteğe ihtiyaçları olduğunu belirtiyor.
Mete Hüsünbeyi, Konak Mülteci Merkezi Yöneticisi
Gerek Dünya Kent Hakkı Şartı, gerek de Avrupa Kentte İnsan Haklarını Koruma Şartı kentlileri, içinde yaşayan herkes olarak belirtmiştir. Belediyeler Kanununa göre herkes ikamet ettiği beldenin hemşehrisidir. Hemşehrilerin belediye karar ve hizmetlerine katılma, yardımlarından yararlanma hakları vardır. Görüldüğü gibi Hemşehri Hukuku mültecileri de kapsamaktadır.
Türkiye (dolayısıyla İzmir) mülteciler için transit geçiş noktası ilen Suriye İç Savaşından sonra hedef ülke konumunu da içerir hale gelmiştir. Göç İdaresi verilerine göre ülkemizde 3 milyon 232 bin kayıtlı Suriyeli Mülteci bulunur iken, bu sayı İzmir için 127 bin civarıdır. Ülkemize ilk geldiklerinde geriye dönüş umutları olmasına karşın süreç ilerledikçe bu umutları kaybolmaya başladı. Bu durum eşya alımlarında da kendini gösterdi, gerek beyaz eşya sektörü gerek de ikinci el piyasası beklenmedik bir şekilde canlandı. Keza üretim içine daha yoğun girmeye başladılar. 4 +4+4 eğitim sisteminden dolayı çıraklık eğitiminin ortaokul sonrasına alınmasının ardından birçok sektörde oluşan nitelikli iş gücü açığı özellikle Suriyeli mültecilerle giderildi. Tarımla beraber ayakkabı, mobilya, tekstil, inşaat başta olmak üzere çoğu sektörde bu durumu görüyoruz.
Suriye'den gelenlerin tabii oldukları Geçici Koruma Yönetmeliği'ne göre onlar için her şey geçicidir. Bu durum artık hak ihlali haline gelmiştir. Onlar hukuken ev sahibi olmadıkları gibi, zaten ezici çoğunluğu ekonomik geliri dezavantajlı bölgelerde kira evlerinde kalıyorlar. Çoğu evlerin koşulları son derece kötü, tek göz evlerde de kalabiliyorlar.
Artık birlikte yaşam yaklaşımının tüm kesimler tarafından öngörülüp, çaba sarf edilmesi gerekiyor. Biz de karşılıklı entegrasyon anlayışı içinde dezavantajlı bölgede yaşayan mülteci ve vatandaşlara (özelikle çocuk ve kadınlara) yönelik ortak çalışma yürütüyoruz. Açık ki bu alanda yürütülen çalışmalar kamu, yerel yönetim, üniversiteler, sivil toplum kuruluşları işbirliğini gerekli kılmaktadır.
Yalçın Yanık, Konak Kent Konseyi Mülteci Meclisi Yöneticisi
Suriyeliler Basmane’ye ilk geldiklerinde sokaklarda kaldılar, parası olanlar ise küçük otellerde. Camilerin önlerinde sokak aralarında yattılar kalktılar. Zamanla evlere yerleşmeye başladılar. Basmane’deki Suriyeliler, daha önce burada yaşayan Arap ve Kürt kökenli Mardinli ve Urfalı yerleşiklerle kaynaştılar. Ortak dilleri kültürleri nedeniyle aralarında bir sorun çıkmadı ve kolay anlaştılar. Çok çabuk bir ilişki ağı kuruldu. Savaşın bitmeyeceği anlaşılınca hemen ev tutmaya başladılar. Buralarda oturulacak durumda olmadığı için çok boş ev vardı. Basmane çok göç aldığı için buranın yerlileri daha iyi bölgelere başka semtlere gitmişler. Suriyeliler buralara hızla yerleşmeye başladılar. İşte komşudan bir battaniye, bir yatak bularak veya kartonların üzerinde bu evlerde barınmaya başladılar. Biz bu süre içinde devasa bir kampanya yaptık ve evlerin asgari ihtiyaçlarını karşılamaya çalıştık. Gönüllü insanlarla hangi evde ne ihtiyaç var ise temin etmeye çalıştık.
Zamanla yerleşik oldular ve buraların asıl insanı olmaya başladılar. Geçici kimliklerini de aldılar. Sokakta artık kimse kalmadı. İyi kötü herkes bir şekilde bir evde oturur oldu. Parası olan, yurtdışındaki akrabalarından para gelen insanlar daha iyi evlerde oturmaya başladı. Çocukların eğitimi ve iş imkânları için Karabağlar’a, Bornova’ya daha iyi evlere gitmeye başladılar. Suriyelilerin kendi aldığı Arap kültürü ve beslendiği değerleri hiç bozulmadan duruyor. Kendi kültürlerini, geleneklerini burada yaşıyor.
Pırıl Erçoban, Mülteci Der Genel Koordinatörü
Türkiye genelinde olduğu gibi İzmir’de de son dönemlerdeki yüksek kira artışları, barınma meselesini önemli bir sıkıntı olarak önümüze koymaktadır. Bundan şehirde yaşayan mülteciler de ciddi şekilde etkilenmektedir; ancak, mülteciler açısında barınma, sadece son dönemde karşımıza çıkan veya kira artışlarıyla sınırlı bir konu değildir. Diğer illerde olduğu gibi, İzmir’de de mülteciler, uzun süredir orantısız hatta fahiş kiralar ödemek zorunda kaldıkları gibi ev arama sürecinde ciddi bir ayrımcılıkla da karşılaşmaktadırlar. Mültecilere ev kiralamak istemeyen, çok yüksek kira talep eden, kira sözleşmesini imzalamaktan imtina eden, sık sık keyfi olarak kira artırımına giden ve evden çıkartma talebini adeta bir silah gibi kullanan bazı ev sahipleri nedeniyle, geldikleri günden itibaren karşı karşıya kalan mülteciler, ev arama süreçlerini daha zorlu yaşamakta ve sıklıkla barınma için hiç elverişli olmayan yerlerde yaşamak zorunda kalabilmektedirler. Ev bile denilemeyecek bir mekânı yüksek kira bedelini ve fiziksel koşullarını göz ardı ederek kiralamak zorunda kalmak; bazen birkaç aile birden aynı evde yaşamak, onlar için tek çare olabilmektedir.
Mülteciler açısından barınma sorununu ağırlaştıran bir diğer faktör de, kayıtdışı istihdama ve düşük ücretlerle çalıştırılmaya mecbur bırakılmaları ile ilgilidir. Bu durum, onlar için yaşamın bir parçası olan barınma sorununu katmerleştirmektedir.
Çözüm önerisi olarak, Türkiye'de mültecilere kalıcı bir statü sunulması, yerel entegrasyonun önünün açılması ve belirsizliklerin ortadan kaldırılması önemlidir. Ayrımcılık ve nefret söylemlerine karşı politika yapıcıların ve medyanın kapsayıcı bir dil kullanması, yerel yönetimlerin ise mültecilere karşı kapsayıcı bir yaklaşım sergilemesi gerekmektedir, ancak bu şekilde mülteciler ve tüm kentliler, kentte uyum ve güven duygusuyla yaşayabilecektir. Toplumun bir bütün olarak işbirliği içinde olması ve mültecilerin sorunlarına karşı ortak çözüm arayışı, kentte daha yaşanabilir bir atmosferin oluşturulmasına katkı sağlayabilir.
Dr. Lülüfer Körükmez, Sosyolog, Ege Üniversitesi
Mülteciler maalesef ki İzmir’de yerel yönetimde kentin bir parçası olarak görülmüyor. Belediye başkanının zaman zaman mültecileri gören ve kentin parçası olduğunu belirttiği açıklamaları olmasına karşın uygulamada yaygın bir kapsayıcılık görmüyoruz. Hükümetin uyum çalışması ise sadece kâğıt üzerinde var. Ayrıca uyumun, daha doğrusu birlikte yaşamın doğru biçimde tesis edilebilmesi için hem mültecilerin hem de mülteci olmayanların bu süreçte hazırlanması gerekiyor. Bu süreçte merkezi ya da yerel yönetimlerden ziyade sivil toplum örgütleri çalışıyor ancak elbette bu çalışmalar kısmi ve kısıtlı kapasiteyle yapılabiliyor.
Kentin, her bir sokağı her bir alanıyla burada yaşayan herkese açık olduğu ve herkesin hakkı olduğunu hem yöneticiler hem de burada yaşayan herkesin görmesi, anlaması ve bu yönde davranması gerekiyor. Bu birkaç maddede sıralanabilecek çözüm önerilerinden çok daha fazlasını gerektiriyor. Uzun soluklu, mülteci olan veya olmayan herkesi kapsayan bir çaba gerektiriyor. Eminim ki gerek yerel yöneticiler gerekse de hükümet, istedikleri taktirde gayet başarılı çözüm yolları geliştirebilirler. Şimdiki durum “iş bilmezlikten” “çözüm bulamamaktan” değil daha ziyade bir dönüşüm yaratma isteksizliğinden kaynaklanıyor.
Mültecilerin barınma problemlerini iki düzeyde düşünebiliriz. Birincisi elbette Türkiye’deki alt ve orta sınıftan herkesin şu dönemde yaşadığı yüksek kiraları göz önüne alarak düşünebiliriz. İkincisi ise “seyreltme politikası”nın neticesinde mültecilere bazı mahallelerin kapatılması, ayrımcılık ve ırkçılık. Biliyoruz ki mültecilerin çalışma koşulları mülteci olmayanlara göre daha düşük. Ek olarak güvencesiz işlerde çalışıyorlar. Bu tablo içinde elbette barınma ciddi bir problem olarak karşımıza çıkıyor. Dahası, kötü barınma koşulları hala daha yaygın.
Bütün bu problemlere çözüm önerisi de yine birincisi Türkiye’deki büyük konut sorununu çözme iradesiyle başlamak zorunda. Bu irade ve idare, konutun, daha doğrusu barınmanın bir piyasa meselesi değil bir hak olduğunu kabul ederek başlarsa ve buna uygun politikaları içermelidir. Barınmanın bir piyasa meselesi olarak algılanması ve sorunun piyasa düzenlemeleri ile çözülmeye çalışması ne mülteciler için ne de diğer kimse için bir çözüm getirmeyecektir. Kısa süreli nefes almalar, rahatlamalar çözüm değildir.
Orhan Beşikçi, Kent Gözlemcisi
2017 yılında “5. Basmane ve Çevresi Tarih, Kültür, Sanat ve Arkeoloji Günleri’nde “Basmane İzmir’in Misafirhanesidir” temasını vurgulayıp, İzmir Tabip Odası, üniversite öğretim üyeleri ve araştırmacılarla birlikte bölgede yaşanan yoğun göçleri tartışmıştık. Kalabalık bir dinleyici tarafından izlenen “Basmane Göçler ve Sağlık Sorunları” panelinde: güvenli olmayan koşullar, kalabalık havasız sıkışık ortamlarda yapılan yolculuklar, şiddet taciz, tecavüz, kadın ticareti, uyuşturucu, hasta kişilerin varlığı, beslenme ve hijyen sorunları, göç edilen ülkelerdeki şartlar ve bulaşıcı hastalıklar, yabancı hakları, ayrımcılık dışlanma, ekonomik ve kültürel bir tehdit algılanması, dil engeli, parçalanmış aileler, tek kalmış kadın ve öksüz çocuklar, tanı, tedavi ve izleme sorunları, engellilerde cihaz temini, zorunlu yaşam koşulları ile artan kronik hastalık riski, anksiyete, depresyon, post travmatik stres bozukluğu, çocuk sağlığı, bebeklik ve çocukluk dönemi aşılarının aksamasının yarattığı tehdit, istismar, çocuk işçiliği ve hizmet sorunları, Türkiye’de var olan ve göçlerle gelebilecek fil hastalığı, kan işeme, sıtma, uyuz, çiçek, grip, çocuk felci, doğum sonrası bakım ve benzeri hastalıklar konusunu masaya yatırmıştık. O günden bu güne bu konularda neler yapıldı bilmiyorum, Bildiğim, sığınmacıların dil, eğitim, meslek, sağlık ve barınma ve dışlanma sorunlarının olduğudur. İçe dönük olarak yaşadıkları için, bulundukları semt ve bölge insanları ile diyalog kurmada çekimser kaldıklarını görüyorum. Maddi yetersizlik nedeniyle otel ve pansiyon giderlerini karşılayamayan, bu nedenle kiraladıkları evlerde kalabalıklar halinde hijyen olmayan mekânlarda hayata tutunmaya çalışanlar, başta cilt hastalıkları olmak üzere sağlık sorunları ile karşılaşıyorlar. Yaşadığımız kış mevsiminde ısınma zorluğu yaşanan evler, konaklama şartlarına uygun olmayan ruhsatsız kayıt dışı denetlenmeyen otel pansiyon ve bekar odaları insanların yaşamlarını daha da zorlaştırıyor. Okula gitmeyen çocuklar, sosyal güvencesi olmadan çalışanlar, mesleksizlik, mekânsız olanların park, bahçe ve cami avlusunda ilkel şekilde yatıp kalkmaları ilk aklıma gelenler. Sığınmacılarla birlikte aynı sorunları bölgede yaşayan ihtiyaç sahibi yurttaşlarımızın da yaşadığını belirtmek isterim.