Türkiye, tarım alanlarının imara açılarak plansız yapılaşma ve yanlış politikalarla kendine yeten ülke konumundan uzaklaşıyor.
TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Baki Remzi Suiçmez, doğru politikalar uygulanması ve üretim alanlarının korunması halinde Türkiye’nin toprak varlığının kendisine hatta yakın çevre ülkelerini beslemek için yeterli olduğunu söyledi.
Türkiye’nin arazi varlığı ve toprak özelliklerinin bilinmesi gerektiğine işaret eden Suiçmez, 1965-71 yılları arasında, ülkenin arazi varlığı ve toprak özelliklerinin toprak haritası ve raporlarıyla ortaya konulduğunu, ancak 2023 yılına gelindiğinde 12. Kalkınma Planı, 3. Tarım Şurası ve son açıklanan Orta Vadeli Programda “Türkiye’nin detaylı toprak etüd haritalama çalışmalarının tamamlanacağı, tarım arazilerinin korunacağının” ifade edildiğini kaydetti. Suiçmez, “Eğer bugün toprak ve arazi varlığımızı bilmiyorsak, yeterli haritalama çalışmalarını yapmamış isek, bilmediğimiz bir şeyi planlayamayız ve koruyamayız” dedi.
Meraların da aslında tarım alanı olduğuna dikkati çeken Suiçmez, 2001 yılındaki tarım sayımında 14,6 milyon hektar olarak belirlenen ve sürekli amaç dışı kullanılan, enerji, madencilik, organize sanayi bölgeleri yapılarak yok edilen mera büyüklüğünün TÜİK ile Tarım ve Orman Bakanlığının resmi kayıtlarda hiç değişmediğini kaydetti. Suiçmez, Tarım ve Orman Bakanı İbrahim Yumaklı’nın 2024 yılı bütçe görüşmelerinde mera varlığını 14,6 milyon hektar olarak belirttiğini, ancak soru önergelerine verdiği yanıtlarda 12 milyon hektara düştüğünü bizzat kendisinin ifade ettiğini söyledi.
4 milyon hektar alan işlenmiyor
Suiçmez, tarımdaki en önemli sorunun arazilerinin amaç dışı kullanımı olduğunu vurgulayarak, şu değerlendirmeyi yaptı:
“Bunu önleyecek olan kim; Tarım ve Orman Bakanlığıdır. Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu uyarınca kurulan Toprak Koruma Kurulu içinde odamız da temsil edilmektedir. Kurulun yapısı, illerde vali ya da il müdürlerinin yönlendirmesiyle toprak koruma değil, şirketler lehine toprağı korumama haline gelmiştir. İzmir dahil olmak üzere, Türkiye genelinde yanlış kullanım kararlarına karşı şerh düşüp dava açıyoruz ve açtığımız davaların çoğunu da kazanıyoruz. Türkiye’de şu anda ne kadar tarım arazisinin amaç dışı kullanıldığı, ne kadar başvuru olduğu ve bunun ne kadarına izin verildiğine dair güncel veri yok. Oysa kapatılan Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğünde yıllık olarak bunları açıklıyorduk. Ne yazık ki bilgi gizleniyor.”
Türkiye’de tarım arazileri, meraları ve zeytinlikleri korumaya yönelik yasa ve Anayasa olduğuna dikkati çeken Suiçmez, “Gerek Anayasaya gerekse de yasalara uymadan, hukuki zorlamalar ve hile yoluyla korunması gereken tarımsal üretim alanları kamu yönetimi eliyle maalesef şirketlere; imar planları ile belli rant çevrelerine peşkeş çekiliyor. Oda olarak bunları önlemeye çalışıyoruz ama şu bir gerçek ki tarım alanları hızla yok oluyor. Yanlış politikalar sonucu alandan çekilen çiftçi nedeniyle 4 milyon hektar alan işlenmiyor” diye konuştu.
Araziler ranta açılıyor
Suiçmez, tarım politikalarının yanlışlığının çözümünün başka yerlerde arandığını, hazine arazilerinin satışı dahil olmak üzere alandan çekilen çiftçilerin toprak varlığının özel bankalarca el konularak, arazi birleştirmeleriyle büyük endüstriyel şirket tarımına yönlendirme tehlikesine dikkati çekti.
Üretim alanlarının korunması yerine, rant ekonomisi ve belli kesimlere çıkar sağlama yoluna gidildiğini savunan Suiçmez, büyük ova koruma alanları içinde kalmış mutlak tarım arazisi ya da sulu tarım arazisi göz ardı edilerek imar planları ya da TOKİ’ye verilen yetkiler, ayrıca Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığının doğrudan nokta bazında yapılan değişikliklerle yapılaşmaya açıldığını anlattı.
Suiçmez, bunun son örneğini deprem bölgesinde gördüklerini belirterek, “Malatya’da yargı kararıyla durduğumuz kayısı bahçeleri dimdik ayaktayken, iki kilometre ötesinde ağaçlar sökülerek yapılan akıllı binaların ağır hasarlı olduğunu gördük” dedi.
Siyasi parti ayrımı olmaksızın belediye meclislerinin tarım topraklarını ranta açma mekanizmaları olduğunu savunan Suiçmez, İzmir’de İnciraltı’nda yapılmak istenenleri takip ettiklerini, memleketi Trabzon ile ilgili ‘köy yerleşik alanı ve civarının imara açılması’ yönündeki yönetmelik değişikliğinin iptali davasını kazanarak, 1/100 binlik nazım imar planını iptal ettirdiklerini kaydetti. Suiçmez, en büyük sorunlardan birinin de tüm ili planlama yetkisini belediyelere veren ‘büyükşehir bütün şehir yasası’ olduğunu belirtti.
Acele kamulaştırma kararları sorun
Suiçmez, tarım alanlarının yapılaşmasında bir başka sorunun da Cumhurbaşkanlığının çok sık kullandığı acele kamulaştırma kararları olduğunu söyledi. Acele kamulaştırma kararlarının zorunlu durumlar dışında kullanılmaması gereğini ifade eden Suiçmez, “TMMOB olarak dava açmaktan bıktık ama insanlar rant, beton iştahından bıkmadı. Deprem de onların yanlışını görmesine neden olmadı. İnsanlar çıkarcı ve hırslı olabilir ama burada devlete görev düşüyor. Devlet bu alanları Anayasa ve yasadan gelen görevle korumalı. Güvenlik güçlerinin Akbelen’de şirketi alana sokamaması gerekirken zeytinlikleri ve ormanı korumak isteyen köylüyü alana sokmamasının bilinçli bir tercihtir” dedi.
Yasal düzenlemelerin koruma için yeterli olduğunu dile getiren Suiçmez, bazen yasa yok sayılarak yönetmeliklerle engellerin aşılmaya çalışıldığını vurguladı. Bunların hepsi üretimden ve üreticiden yana değil, şirketlerden ve rahattan yana politika tercihidir” görüşünü ifade etti.
20 yılda 37 milyon hektar alan etkilendi
TBMM Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonu Üyesi ve CHP Bursa Milletvekili Orhan Sarıbal da tarım alanlarının tarım dışı faaliyetlerde kullanımının “çok yakıcı ve çok katmanlı bir sorun olduğunu vurguladı. Sarıbal, farklı rakamlar ifade edilmesine karşılık, 2002 yılından 2022 sonu itibarıyla 27 milyon hektar tarımsal alanın üretimden çıktığını, bunun yanında 10 milyon hektar tarım alanının da tarımsal üretim olmayacak şekilde amaç dışı kullanıma döndüğünü ifade etti.
Üretimden çıkan alanların kentleşme ile; amaç dışına çıkmış alanların ise gerek maden faaliyetleriyle verimsizleşmesi, gerekse de sanayileşme ile açıklanmasının mümkün olduğuna belirten Sarıbal, 6 Şubat’ta yaşanan ağır depremde Türkiye tarımsal üretim alanının yüzde 17’sinin etkilendiğini dikkati çekti.
Türkiye’nin eskisi gibi kendine yeten değil, özellikle tarımda dışa bağımlı ülke haline geldiğini kaydeden Sarıbal, tarımda ithalat rakamlarına bakıldığında yılda 30 milyar dolar ile, 2023 yılında Cumhuriyet tarihinin en fazla ithalatını yapan ülke konumunda olacağını söyledi.
Sarıbal, Türkiye’nin tarımda “makinaya bağlı” yaşayan ağır hasta konumunda olduğunu savunarak, “Şu an hala ithalat yolları ve imkanları açık ama dövizin bu durumuyla, bu da gittikçe daha imkansız hale gelecek ve ‘makinaya bağlı’ bu düzen, sofralarda, sokakta, piyasada kendini daha sert şekilde göstermeye başlayacak. Diğer bir deyişle, Türkiye fiilen bir kıtlığın eşiğine sürükleniyor. Çünkü gıda fiyatları tam 42 aydır aralıksız artıyor. Tarımsal alanların azalmasının sonucunda da bu gidişe dur diyebilecek tek yol olan üretim için elverişli ortam da ortadan kalkıyor” görüşünü ifade etti.
Köylerde bakkal değil, emlak ofisleri artıyor
Sarıbal, elverişli ortamın ne olduğuna şöyle açıklık getirdi:
“Sadece toprak değil. Üretici de bütün bu etkenler nedeniyle toprağını, üretimi, köyünü bırakıyor. 2002’de 2 milyon 600 bin çiftçi sisteme kayıtlıyken, bugün 2 milyon seviyesine düştü. Neden 600 bin çiftçi sistemden çıktı? Toprak, çiftçiyle var. Çiftçi, toprak ile… Fakat bu ikisi müteahhit yanlısı merkezi yönetime rağmen hayatta kalamaz, var olamaz. Konutlaşma bir gerekliliktir ve şehirlerin sosyal hayatta vazgeçilmez belirleyicilikleri vardır, hepsi doğrudur. Fakat köylerin şehirlere bağımlılığı öyle değil, bu bir sapmadır. Köylerde bakkal değil emlak ofisleri artıyorsa, traktörler toprağın değil galerilerin makinaları oluyorsa, tarım alanları apartman alanları, atık sahaları oluyorsa bu düpedüz bir sapmadır. Kentlerde gıda artık ‘erişilebilirlik’ konusu ise, köylerin yaşamsallığından bahsediyoruz demektir. Bu anlamda tarım arazileri üstündeki inisiyatif, bir vizyon sorunudur. Bunlar yanlışlık ya da liyakatsizlikle değil, fırsatçılık ve hoyratlıkla izah edilebilir. Toprağa bakıp bina görenlere, toprağı anlatmaya çalışmak beyhude bir iş fakat bize düşen de budur. Toprağı, üretimi, gıda hakkını, gıda egemenliğini, adil yaşamı savunmak.’’
Yapılaşma Urla’nın otlarını da bitirdi
Urla otlarını “Annemin Ot Sepeti” adlı kitapta toplayan Bahriye İplikçi, artan yapılaşmanın ilçenin simgesi olan enginar dahil yüzden fazla ot çeşitliliğini de etkilediğini ifade etti.
Urla’ya 1994 yılında gelin gelen İplikçi, “Yapılaşma o kadar arttı ki artık otları toplayamıyoruz. Belki Ebegümeci, Arapsaçı ve Isırgan bulunuyor ama Labada, Dede Kaşığı, Kıllı Kamina, Deli Kız Saçı, Pirinçlik, Düğmelik, Karakavuk, Dağ Marulu, Karahindiba yetişen yerlerin yerinde artık binalar var. Eskiden ot toplamak için dağlara, yüksek yerlere çıkmaya gerek yoktu, her yerde bulunurdu. Urla’da tek katlı taş ve kerpiç evlerin etrafında bile bulunuyordu ama şehirleşmenin ve ilaçlamanın artmasıyla otlar yok oluyor, olan da zehirli hale geliyor. Urla en önemli özelliğinden çok yakında mahrum kalacak. 5 yıl sonra bu otları bulabileceğimizi sanmıyorum” dedi.
İçinde 102 ota yer verdiği kitabı, endemik bitki çeşitliliğinin gelecek nesillere taşımanın yolunun ancak bu otların korunmasıyla mümkün olduğunu vurgulamak için yazdığını belirten
İlçede 27 yıldaki değişimi gözlemlediğini anlatan İplikçi, “Kuşçular ovasına yürüyerek gidip gelirdik, araba geçmiyordu. Her tarafında ot fışkırıyordu. Şimdi Kuşçular yolunun iki tarafı da villalarla dolu. Urla’nın her yanı tehdit altında. Mesela Barbaros Köyü de öyle. İnsanlar doğayı sevdiği için buralara geliyorlar ama bu kadar geniş alanların yerleşime açılması otları ve doğal güzellikleri yok ediyor” görüşünü ifade etti.
Tarladan ev çıkıyor
Çiftçi Sen Genel Sekreteri Adnan Çobanoğlu da yaşadığı bölgede birçok tarla sahibinin veya mirasçılarının arazilerini satmak zorunda kaldığını hatırlattı. Çobanoğlu, “Çünkü ekip biçsen zarar ediyorsun. Çiftçiyi, üreticiyi küstürdükleri için de tarlalar hızla el değiştiriyor. Vatandaşların can korkusu nedeniyle tek katlı ve müstakil evleri tercih etmesinden dolayı da çevremizdeki tarlalarda artık mahsul değil ev yetişiyor. Bu verimli topraklar ne yazık ki yok olup gidiyor” dedi. Vatandaşın 300-400 metrekarelik tarlasında ancak kendine yetecek kadar üretim yapabileceğine de dikkat çeken Çobanoğlu, büyük çaplı üretim olmadıkça ürünlerin fiyatlarının inmesini beklemenin hayalden öteye geçemeyeceğini vurguladı. Çobanoğlu, zenginlerin tarlada konut yetiştirmesinin önüne geçmek için çiftçinin desteklenmesi gerektiğini aktardı.