İzmir'in iklimsel olarak hassas bir konumda bulunduğunu belirten İKÇÜ Orman Fakültesi'nden Dr. Öğretim Üyesi Ufuk Özkan, kentin güneyden gelen sıcak hava ile Balkanlar'dan inen soğuk hava kütlelerinin kesişim noktasında yer aldığını ifade etti. Bu durumun, yılın herhangi bir zamanında ani ve şiddetli yağışları tetikleyebileceğini söyleyen Özkan, "İzmir'de sel ve kuraklık aynı anda yaşanabilir" diyerek kentin karşı karşıya olduğu ikileme dikkat çekti. Yaşanan felaketlerin sadece aşırı yağıştan kaynaklanmadığını, asıl sorunun suyu yönetememek olduğunu belirten Özkan, "Kuraklık, aslında suyu tutamama ve yönlendirememe problemidir. Dolayısıyla suyla ilgili problemlerimiz yazın olduğu gibi kışın da devam edecek" ifadelerini kullandı. Bu çelişkili durum, yağan bol suya rağmen susuzluk tehlikesinin kapıda olduğunu gözler önüne seriyor.
Betonlaşan kentler tehlikeyi büyütüyor
Özellikle kentin kuzey ilçeleri gibi yüksek kesimlerdeki kontrolsüz büyüme, tehlikenin boyutlarını artırıyor. Dr. Özkan, kentsel anlamda hızla büyüyen, yeni yolların ve mahallelerin açıldığı, madencilik faaliyetlerinin yürütüldüğü veya arazi örtüsünü yok eden büyük projelerin uygulandığı alanların sel riskini katladığını vurguladı. Artan kentleşme ve arazi kullanımındaki değişimler, doğal su döngüsüne müdahale ederek felaketlere zemin hazırlıyor. Ege ve Akdeniz bölgelerinde uzun kurak sezonların ardından gelen ani ve şiddetli yağışların artık 'yeni normal' haline geldiğini belirten Özkan, "Bu durum sel ve taşkın riskini her geçen yıl daha da artıracaktır. Özellikle dere yataklarında biriken molozlar üst havzada sele, bu durum da alt havzada taşkına neden oluyor. Bunlar birbirini takip eden zincirleme olaylardır" dedi.
Toprak suya küstü: Yağışlar barajlara ulaşmıyor
Peki, şiddetli yağmurlara rağmen barajlardaki su seviyeleri neden yükselmiyor? Dr. Özkan bu sorunun cevabını toprağın yapısındaki bozulmaya bağlıyor. Uzun süren kuraklık dönemleri sonrasında toprak, biyolojik ve fiziksel yapısını yitirerek suyu emme kapasitesini kaybediyor. Adeta suya "küsen" toprak, üzerine düşen yağışı emmek yerine yüzeyden akışa geçiriyor. Bu durum, hem değerli suyun toprağa sızarak yeraltı kaynaklarını beslemesini engelliyor hem de hızla akan suyun sellere dönüşmesine yol açıyor. Özkan, "Su biriktirmemiz için nemli ve suyu sızdırabilen bir toprağa ihtiyacımız var. Ancak bu yeteneğini kaybeden toprak, yağan yağmurun barajlara ulaşmasını engelliyor. Günlük tükettiğimizden daha fazla yağış olmadığı ve bu yağışı biriktiremediğimiz sürece baraj seviyelerinde bir artış beklemek hayal olur" diyerek durumun ciddiyetini ortaya koydu.
Çözüm doğada gizli: İşte alınması gereken önlemler
Dr. Ufuk Özkan, bu karmaşık soruna karşı entegre çözümlerin hayata geçirilmesi gerektiğini savunuyor. Felaketler yaşanmadan önce harekete geçmenin önemine değinen Özkan, acil eylem planının temel adımlarını sıraladı. Buna göre, riskleri önceden saptayacak erken uyarı sistemlerinin kurulması hayati önem taşıyor. Mevcut dere yataklarının molozlardan arındırılması, su akışını yavaşlatan beton kesitler yerine doğal yapıların tercih edilmesi ve yağmur suyu tahliye kanallarının kapasitelerinin artırılması gerekiyor. Kent içindeki yeşil alanlar ve geçirimli yüzeylerin artırılması, yağmur suyunun toprakla buluşmasını sağlayarak hem sel riskini azaltacak hem de yeraltı sularını besleyecek en etkili çözümler arasında yer alıyor. Yapay sulak alanlar ve saptırma kanalları gibi mühendislik çözümleri de planın önemli bir parçasını oluşturuyor.