Türkiye'nin, yemyeşil yamaçlarından toplanan ve kendine has demleme kültürüyle bir milli kimliğe dönüşen o eşsiz lezzeti, Türk çayı, 2025 yılının ilk altı ayında küresel pazarlarda adeta bir gövde gösterisi yaptı. Doğu Karadeniz İhracatçılar Birliği'nin (DKİB) açıkladığı son verilere göre, Türkiye, yılın ilk yarısında, Avrupa'dan Amerika'ya, Asya'dan Afrika'ya uzanan tam 104 farklı ülkeye çay satarak, kendi rekorunu tazeledi. Ocak-Haziran döneminde gerçekleştirilen 3 bin tonluk çay ihracatı karşılığında, ülke ekonomisine 16 milyon 991 bin 796 dolar gibi önemli bir döviz girdisi sağlandı.
Bu rakamlar, geçen yılın aynı dönemiyle karşılaştırıldığında, başarının boyutunu daha da net bir şekilde ortaya koyuyor. 2024'ün ilk yarısında 2 bin 897 tonluk ihracat karşılığında 13 milyon 909 bin 313 dolar gelir elde edilmişti. Bu yıl ise, miktarda yüzde 5'lik bir artış yaşanırken, asıl etkileyici gelişme değerde, yani elde edilen gelirde yaşandı. Değer bazında yakalanan yüzde 22'lik artış, Türk çayının artık dünya pazarlarında daha yüksek fiyattan alıcı bulabildiğini, sadece miktar olarak değil, nitelik olarak da bir atılım içinde olduğunu gösteriyor. Bu, yıllardır süren "dökme ve ucuz çay" algısının kırılarak, "paketli ve markalı" ürün ihracatına yönelik stratejilerin meyvelerini vermeye başladığının en somut kanıtı olarak yorumlanıyor.
İhracatın zirvesindeki sürpriz: Belçika, İngilizleri solladı
Türk çayının dünya haritasındaki yolculuğunda, 2025'in ilk yarısı, ezberleri bozan bir gelişmeye sahne oldu. Geleneksel olarak en çok çay satılan ülkeler olan Almanya, Hollanda veya Fransa'nın yerini, bu kez sürpriz bir lider aldı: Belçika. Avrupa'nın tam kalbinde yer alan ve bir lojistik üssü konumunda olan Belçika, tek başına 7 milyon 778 bin dolarlık çay alımıyla, listenin zirvesine adeta demir attı. Bu rakam, toplam çay ihracatı gelirinin neredeyse yarısının sadece tek bir ülkeden elde edildiği anlamına geliyor ve bu durum, sektördeki yeni dinamikleri anlamak açısından kritik bir önem taşıyor.
Uzmanlara göre Belçika'nın bu liderliği, sadece Belçikalıların Türk çayını çok sevmesinden kaynaklanmıyor. Asıl neden, Belçika'nın, özellikle Antwerp Limanı üzerinden, tüm Avrupa kıtasına dağıtım yapan devasa bir lojistik ve ticaret merkezi olması. Buraya ithal edilen Türk çayının, aslında buradan Fransa, Hollanda, Almanya ve diğer AB ülkelerindeki marketlerin raflarına ulaştırıldığı tahmin ediliyor. Bu, Türk ihracatçılarının, Avrupa pazarına girmek için Belçika'yı stratejik bir kapı olarak kullandığını gösteriyor.
Zirvenin yeni sahibi Belçika olurken, onu 2 milyon 61 bin dolarlık ihracatla, çay kültürünün anavatanı olarak bilinen Birleşik Krallık (İngiltere) takip etti. İngilizlerin kendi geleneksel siyah çaylarına rağmen, Türk çayına gösterdikleri bu ilgi, ürünümüzün farklı damak tatlarına da hitap etmeye başladığının bir işareti. Listenin üçüncü sırasında ise, 1 milyon 549 bin dolarlık alımla, her zaman olduğu gibi Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) yer aldı.
Başarının lokomotifi yine Rize
Bu küresel başarının arkasındaki üretim gücüne bakıldığında, tek bir şehrin adı öne çıkıyor: Rize. Türkiye'nin toplam çay ihracatının tam yüzde 58'i, tek başına Rize'den gerçekleştirildi. Çayın başkenti olarak bilinen Rize, yılın ilk yarısında 23 farklı ülkeye 2 bin 155 tonluk ürün göndererek, kasasına 9 milyon 877 bin 506 dolar koymayı başardı. Bu, şehrin sadece bir üretim merkezi değil, aynı zamanda uluslararası bir ticaret üssü olma yolunda ilerlediğini de gösteriyor.
Rize'nin ihracat haritası da, Türkiye geneliyle benzer bir tablo çiziyor. Kentten yapılan ihracatta da ilk sırayı, 7 milyon 744 bin dolarlık rekor bir rakamla yine Belçika aldı. Bu, Belçika'ya giden neredeyse tüm çayın, doğrudan Rize'den yüklendiği anlamına geliyor. İkinci sırada 718 bin dolarla KKTC yer alırken, üçüncü sırada ise 310 bin dolarlık alımla, dünyanın en büyük pazarlarından biri olan ABD'nin yer alması, Türk çayının okyanusu aşan potansiyeli hakkında önemli ipuçları veriyor.
Yeni strateji: 'dökme değil, markalı ve katma değerli ürün'
Peki, bu başarının arkasındaki strateji ne ve gelecek için hedefler neler? Doğu Karadeniz İhracatçılar Birliği (DKİB) Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı ve aynı zamanda Çay Sektör Komitesi Başkanı olan Şaban Turgut, bu soruların cevabını net bir şekilde ortaya koyuyor. Turgut, elde edilen yüzde 22'lik değer artışının bir tesadüf olmadığını, bunun, Türk çayına olan ilginin hem geleneksel pazarlarda hem de yeni keşfedilen ülkelerde arttığını gösteren umut verici bir gelişme olduğunu vurguluyor.
Ancak asıl hedef, çok daha büyük. Turgut, "Önümüzdeki süreçte hedefimiz, çay ihracatında hem pazar hem de ürün çeşitliliğini artırmak" diyerek, yeni yol haritasını çiziyor. Bu yol haritasının iki temel ayağı var:
-
Pazar Çeşitliliği: Sadece Türklerin yoğun olarak yaşadığı geleneksel pazarlara odaklanmak yerine, özellikle Avrupa başta olmak üzere, yüksek alım gücüne sahip ve farklı lezzetlere açık yeni pazarlara girmek. Bu amaçla, Türk çayının bilinirliğini artırmaya yönelik tanıtım faaliyetlerinin ve uluslararası fuarlara katılımın artırılması hedefleniyor.
-
Ürün Çeşitliliği ve Katma Değer: Belki de en kritik hedef bu. Artık, Türk çayını büyük çuvallar içinde, yani "dökme" olarak ucuza satmak yerine, onu işlemden geçirerek katma değeri yüksek ürünlere dönüştürmek. Turgut, "Ayrıca katma değeri yüksek, paketli ve markalı ürünlerle dünya pazarlarında daha güçlü yer almak istiyoruz" diyor. Bu, organik çay, beyaz çay, soğuk çay, aromalı çaylar ve çeşitli bitkisel karışımlar gibi niş ürünlerin geliştirilmesi ve bunların, "Made in Türkiye" markasıyla, şık ambalajlarda dünya marketlerinin raflarına girmesi anlamına geliyor. Sadece 1 kilogram çay yaprağı satmak yerine, o yapraktan elde edilen ve üzerine marka değeri eklenen bir kutu özel harman çayı satmak, ihracat gelirini katbekat artırma potansiyeli taşıyor.
Geleceğe bakış: Fırsatlar ve tehditler
Türk çayının önünde, bu hedeflere ulaşma yolunda hem önemli fırsatlar hem de aşması gereken zorluklar bulunuyor. Dünya çay piyasası, Hindistan, Sri Lanka, Kenya ve Çin gibi devlerin hakimiyetinde. Bu devlerle rekabet etmek hiç kolay değil. Ancak, Türk çayının kendine has, rakiplerinde olmayan bazı önemli avantajları var.
En büyük avantajlarından biri, dünyada üzerine kar yağan tek çay olması. Bu doğal özellik, haşere ve böceklerin üremesini engellediği için, Türk çayı üretiminde neredeyse hiç zirai ilaç (pestisit) kullanılmıyor. Bu, özellikle sağlık bilincinin ve organik ürünlere olan talebin arttığı Avrupa ve Kuzey Amerika pazarları için çok önemli bir pazarlama argümanı. "Doğal" ve "ilaçsız" Türk çayı konsepti, doğru bir tanıtım stratejisiyle, rakiplerine karşı önemli bir üstünlük sağlayabilir.
Bir diğer avantaj ise, kafein oranının diğer siyah çaylara göre daha düşük olması. Bu da, daha hafif ve yumuşak içimli bir çay arayan yeni nesil tüketiciler için Türk çayını cazip bir alternatif haline getirebilir.
Bu fırsatların gerçeğe dönüşmesi için, Şaban Turgut'un da belirttiği gibi, "kaliteli üretim, güçlü tanıtım ve sürdürülebilir ihracat politikaları" ile bu yolda emin adımlarla ilerlemek gerekiyor. Eğer bu başarılırsa, Karadeniz'in yemyeşil yamaçlarından gelen bu eşsiz lezzet, sadece 85 milyonun değil, tüm dünyanın vazgeçilmez içeceği olma potansiyelini taşıyor.