Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) tarafından, dünya nüfusunun 5 milyar insana ulaştığı 11 Temmuz 1987 tarihine atfen ilan edilen "Dünya Nüfus Günü", her yıl gezegenimizin demografik nabzını tutan önemli bir farkındalık günü olarak kabul ediliyor. Bu özel günde Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu (UNFPA) ve ulusal istatistik kurumları tarafından yayımlanan veriler, ülkelerin geleceğini şekillendirecek en temel dinamikleri gözler önüne seriyor. 2024 yılı Birleşmiş Milletler nüfus tahminlerine göre, gezegenimizin en kalabalık ülkesi unvanı, yıllardır bu koltukta oturan Çin'den Hindistan'a geçti. 1 milyar 450 milyonluk nüfusuyla Hindistan zirveye yerleşirken, onu 1 milyar 419 milyonla Çin ve 345 milyonla Amerika Birleşik Devletleri izledi. Bu üç dev ülke, tek başlarına dünya toplam nüfusunun neredeyse %40'ını oluşturuyor.
Peki, bu devler arenasındaki Türkiye'nin yeri neresi? Türkiye İstatistik Kurumu'nun (TÜİK) Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi verilerine göre, Türkiye, 85 milyon 664 bin 944 kişilik nüfusu ile 194 ülke arasında dünyanın en kalabalık 18. ülkesi konumunda. Bu rakam, dünya toplam nüfusunun yaklaşık %1'ine tekabül ediyor. Bu sıralama, Türkiye'nin, bölgesel bir güç olmanın ötesinde, küresel ölçekte de önemli bir demografik ağırlığa sahip olduğunu gösteriyor.
Demografik makas: ne genciz ne yaşlı, arafta bir türkiye
Türkiye'nin nüfus yapısı, belki de en ilginç ve en çok tartışılması gereken verileri barındırıyor. Rakamlar, Türkiye'nin ne tam olarak "genç bir toplum" ne de "yaşlı bir toplum" olarak tanımlanabileceğini, adeta bir "demografik arafta" bulunduğunu ortaya koyuyor. Bu durum, hem fırsatları hem de ciddi riskleri beraberinde getiriyor.
-
Çocuk Nüfusu: Avrupa'nın Lideri, Dünyanın Gerisinde
0-17 yaş grubunu kapsayan çocuk nüfus oranında, Türkiye'nin dünya ortalamasının gerisinde kaldığı görülüyor. 2024 yılı dünya ortalaması %29,6 iken, Türkiye'deki çocuk nüfus oranı %25,5 seviyesinde. Bu, Türkiye'nin artık klasik anlamda "genç ve dinamik" bir nüfus piramidinden, yavaş yavaş olgunlaşan bir yapıya evrildiğini gösteriyor. Çocuk nüfusunda zirvede %56,5 ile Orta Afrika Cumhuriyeti yer alırken, en düşük oran %13,2 ile Güney Kore'de bulunuyor. Ancak madalyonun diğer yüzünde, Türkiye'nin bu %25,5'lik oranla, Avrupa Birliği üyesi 27 ülkenin tamamından daha yüksek bir çocuk nüfusuna sahip olması yatıyor. AB'nin en genç ülkesi İrlanda'da bile bu oran %22,7 iken, İtalya gibi ülkelerde %14,8'e kadar düşüyor. Bu, Türkiye'nin, yaşlanan Avrupa kıtası için hala önemli bir demografik potansiyel ve "fırsat penceresi" barındırdığını gösteriyor. -
Genç Nüfus: Dünya Ortalamasının Eşiğinde
15-24 yaş arası "genç nüfus" olarak tanımlanan grupta ise, Türkiye'nin dünya ortalamasına çok yakın bir konumda olduğu dikkat çekiyor. Dünya ortalaması %15,6 iken, Türkiye'nin genç nüfus oranı %14,9. Bu alanda en genç ülke %23,5 ile Suriye iken, en yaşlısı %8,7 ile Monako. Türkiye, bu kategoride de Avrupa Birliği ülkelerinin tamamından daha genç bir yapıya sahip. AB'nin en genç ülkesi İrlanda'nın oranı %13,3 iken, Türkiye bu oranın üzerinde kalarak dinamizmini koruyor. -
Yaşlı Nüfus: Tehlike Çanları Çalıyor
Asıl endişe verici tablo ise, 65 yaş ve üzeri yaşlı nüfus oranlarında ortaya çıkıyor. Türkiye'nin yaşlı nüfus oranı %10,6 ile, %10,2 olan dünya ortalamasının ilk kez üzerine çıkmış durumda. Bu, Türkiye'nin artık resmen "yaşlanan toplum" kategorisine girdiğinin en net göstergesi. Her ne kadar bu oran, %36,2 ile dünyanın en yaşlı ülkesi olan Monako veya %29,8 ile Japonya gibi ülkelerin çok gerisinde olsa ve AB ülkelerinin tamamından daha düşük olsa da, artış hızı endişe verici. Bu, gelecekte sosyal güvenlik sistemleri, emeklilik maaşları ve sağlık harcamaları üzerinde ciddi bir baskı oluşturacak bir demografik trendin habercisi.
Doğurganlıkta kırmızı alarm: Nüfus kendini yenileyemiyor
Türkiye'nin demografik geleceği açısından en kritik ve en endişe verici veri, toplam doğurganlık hızında yaşanıyor. Toplam doğurganlık hızı, bir kadının doğurgan olduğu dönem boyunca (15-49 yaş grubu) doğurabileceği ortalama çocuk sayısını ifade eder. Bir toplumun nüfusunu yenileyebilmesi, yani nüfusun azalmaması için bu oranın, "nüfus yenilenme seviyesi" olan yaklaşık 2,10 olması gerekir.
Ancak, 2024 verilerine göre, Türkiye'nin toplam doğurganlık hızı 1,48 çocuğa kadar gerilemiş durumda. Bu rakam, 2,25 olan dünya ortalamasının ve daha da önemlisi 2,10 olan yenilenme seviyesinin çok altında. Bu, Türkiye nüfusunun, dışarıdan göç almadığı takdirde, orta ve uzun vadede azalmaya başlayacağı anlamına gelen bir "kırmızı alarm"dır. Dünyada doğurganlığın en yüksek olduğu ülke 6,03 çocuk ile Çad iken, en düşük olduğu ülke 0,73 çocuk ile Güney Kore. Türkiye'nin, AB ülkelerinin birçoğundan hala daha yüksek bir doğurganlık hızına sahip olması küçük bir teselli olsa da, kendi iç dinamikleri açısından bu düşüş, gelecekteki iş gücü arzı, ekonomik büyüme ve sosyal yapı için ciddi bir tehdit oluşturuyor.
Yaşam süresi: Beklentiler artıyor ama avrupa'nın gerisindeyiz
Demografik tablonun bir diğer önemli göstergesi olan "doğuşta beklenen yaşam süresi"nde ise Türkiye'nin dünya ortalamasının üzerinde, ancak Avrupa Birliği ortalamasının altında kaldığı görülüyor. 2024 yılı için dünya genelinde doğuşta beklenen yaşam süresi 73,3 yıl iken, Türkiye'de bu rakam kadınlar için 80,0 yıl, erkekler için ise 74,7 yıl olarak hesaplanıyor. Her iki cinsiyette de dünya ortalamasının üzerinde bir yaşam beklentisine sahip olmamız, sağlık hizmetlerindeki ve yaşam standartlarındaki gelişmenin bir göstergesi.
Ancak, bu rakamlar Avrupa Birliği ile karşılaştırıldığında, kat etmemiz gereken daha çok yol olduğu ortaya çıkıyor. Örneğin, İspanya'da kadınlar için beklenen yaşam süresi 86,4 yıla, İtalya'da ise erkekler için 81,8 yıla kadar çıkıyor. Türkiye'nin her iki cinsiyette de AB ortalamasının gerisinde kalması, beslenme alışkanlıkları, koruyucu hekimlik, çevre koşulları ve yaşam kalitesi gibi alanlarda atılması gereken adımlar olduğunu gösteriyor.
Sonuç olarak, 2025 Dünya Nüfus Günü verileri, Türkiye'nin karmaşık ve kritik bir demografik kavşakta olduğunu net bir şekilde ortaya koyuyor. Bir yandan Avrupa'ya kıyasla sahip olduğumuz genç ve dinamik nüfus, önemli bir "demografik fırsat penceresi" sunarken; diğer yandan hızla yaşlanan toplum yapısı ve alarm veren doğurganlık oranları, bu pencerenin hızla kapanmakta olduğunu gösteriyor. Bu demografik gerçeklerle yüzleşmek ve nüfusun niteliğini artıracak, sosyal güvenlik sistemlerini güçlendirecek ve aile yapısını destekleyecek uzun vadeli, akılcı politikalar üretmek, Türkiye'nin önündeki en hayati ve en acil görevlerden biri olarak duruyor.