Margaret Thatcher'ın iktidarını sağlamlaştıran ve İngiliz askeri tarihinde önemli bir yere sahip olan Falkland Savaşı'nın sembol gemilerinden HMS Bristol, artık bir savaş kahramanı değil, uluslararası anlaşmalara göre bir "zehirli atık". İngiltere Kraliyet Donanması'na ait bu tarihi destroyer, 11 Haziran'da İngiltere'nin Portsmouth limanından demir alarak, sökülmek üzere Türkiye'ye doğru yola çıktı. Geminin tahmini varış tarihi 3 Temmuz olarak belirtilirken, varış adresi ise Türkiye'nin tek gemi söküm merkezi olan İzmir'in Aliağa ilçesi.

1967'de inşasına başlanan ve 1973'te (D106) koduyla donanmaya katılan 154 metre uzunluğundaki HMS Bristol, 1982'deki Falkland Savaşı'nda kritik bir lojistik destek gücü olarak görev yaptı. Soğuk Savaş döneminde NATO tatbikatlarında aktif rol alan gemi, daha sonra bir eğitim gemisine dönüştürülerek binlerce denizcinin yetiştirilmesine hizmet etti. Yaklaşık 50 yıllık aktif hizmetin ardından 2020'de emekliye ayrılan geminin bir müze haline getirilmesi için sivil toplum kuruluşları tarafından başlatılan kampanya, 11 binden fazla imza toplamasına rağmen başarısız oldu. İngiliz Savunma Bakanlığı, gemiyi "olduğu gibi" satışa çıkardı ve ihaleyi, Aliağa'daki AB onaylı tesislerden LEYAL Gemi Söküm Şirketi kazandı. Bu durum, tarihi bir mirasın ekonomik kaygılarla nasıl bir çevre tehdidine dönüştüğünün acı bir örneği oldu.

Avrupa'nın çöplüğü mü oluyoruz?

HMS Bristol'ün Aliağa'ya gönderilmesi, münferit bir olay değil, son yıllarda sistematik hale gelen bir politikanın son halkası. İngiliz Savunma Bakanlığı raporlarına göre, son 20 yılda emekliye ayrılan 31 Kraliyet donanma gemisinden tam 25'i Aliağa'daki söküm tesislerine gönderildi. Peki, İngiltere ve diğer Avrupa ülkeleri, kendi "toksik atıklarını" neden binlerce kilometre ötedeki Aliağa'ya gönderiyor?

Cevap, ekonomik ve yasal boşluklarda saklı. Türkiye'deki iş gücü ve çevre düzenlemelerine uyum maliyetleri, AB ve İngiltere'ye göre çok daha düşük. Bu durum, Aliağa'daki şirketlerin ihalelerde en yüksek teklifi vererek gemileri almasını "cazip" hale getiriyor. Bu "maddi avantaj", Türkiye için ağır bir ekolojik ve sosyal faturaya dönüşüyor. Uzmanlar, Aliağa'yı, ağır sanayi tesislerinin ve gemi söküm endüstrisinin yarattığı kümülatif kirlilik nedeniyle bir "ekolojik fedakarlık bölgesi" olarak tanımlıyor. İzmir Yaşam Alanları platformu da bu durumu, "Türkiye'yi tercih ediyorlar, çünkü Türkiye'de iş gücü maliyeti çok ucuz, çevre yasaları da ekolojiden, yaşamdan değil, sermayeden yana" sözleriyle özetliyor.

'En tehlikeli işlerden biri'

Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), gemi söküm işini, ciddi yaralanmalar ve zehirli maddelere bağlı meslek hastalıkları sebebiyle "en tehlikeli işlerden biri" olarak tanımlıyor. Söküme gelen gemilerde "asbest çeşitleri, ağır metaller, ozon tabakasına zarar veren gazlar, radyoaktif maddeler, petrol ve türevlerinin atıkları gibi zararlı maddeler" bulunabileceğine dikkat çekiliyor.

Türkiye'nin 1994'ten bu yana taraf olduğu Basel Anlaşması'na göre, bu tür eski gemiler resmen "toksik atık" olarak kabul ediliyor ve ithalatı devletin iznine tabi tutuluyor. Ancak sivil toplum kuruluşları, bu denetimlerin kağıt üzerinde kaldığını ve sahadaki uygulamaların yetersiz olduğunu savunuyor. Özellikle Aliağa'daki tesislerde, Avrupa'da yasaklanmış olan ilkel "baştankara" (beaching) yönteminin kullanılması, endişeleri daha da artırıyor. Bu yöntemde gemiler kıyıya yanaştırılıyor ve malzemeler doğrudan denizde sökülüp karaya taşınıyor. Bu da, gemilerdeki kirliliğin hem denize hem de toprağa kolayca karışmasına neden oluyor.

İngiltere Savunma Bakanlığı, gemilerin sökümünün çevresel standartlara uygun yapıldığına dair "fotoğraflı kanıtlar" istediğini belirtse de, sahadaki gerçekler çok daha farklı. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi'nin (İSİG) raporları, Aliağa'daki gemi söküm tesislerinde yaşanan iş kazalarının ve meslek hastalıklarının vahametini ortaya koyuyor. Çevre örgütleri ve sendikalar, denetimlerin yetersiz kaldığını ve söküm sürecinin etkin bir şekilde takip edilmediğini savunuyor.

'Gemileri kim kullandıysa onlar söksün!'

HMS Bristol'ün Aliağa'ya doğru yola çıkması, İzmir'deki çevre örgütlerini ve sivil toplumu yeniden harekete geçirdi. İzmir Yaşam Alanları platformu, yaptığı basın açıklamasında, "Doğaya ve yaşam alanlarımıza verilen tahribatın para ile ölçülebilecek bir karşılığı yok. Yaşamak ve var olmak her canlının doğal hakkıdır" diyerek, bu duruma isyan etti.

Platformun talepleri oldukça net: "Gemileri kimler kullandıysa onlar söksünler. Aliağa'da bulunan 22 gemi söküm tesisinin tümü hemen kapatılsın".

Düğünlerinin üstünden 21 gün geçmişti... Balkondan atılan kadın, felç kaldı!
Düğünlerinin üstünden 21 gün geçmişti... Balkondan atılan kadın, felç kaldı!
İçeriği Görüntüle

Bu çağrı, sadece HMS Bristol'e değil, Aliağa'yı bir "gemi mezarlığına" çeviren tüm politikalara karşı bir duruş niteliği taşıyor. 2022 yılında, kamuoyunun yoğun tepkisi üzerine Brezilya'ya ait asbestli uçak gemisi Nae Sao Paulo'nun geri gönderilmesi, bu tür bir toplumsal mücadelenin sonuç alabileceğini göstermişti. Şimdi gözler, 3 Temmuz'da Aliağa'ya ulaşması beklenen HMS Bristol ve İzmir'in vereceği tepkide. Bu tarihi savaş gemisinin sonu, ya Aliağa'nın zehirli sularında bir çevre felaketi ya da toplumsal bir zaferin başlangıcı olacak.

Kaynak: HABER MERKEZİ