Türk futbolunun köklü ve saygın kulüplerinden, 2'nci Lig Beyaz Grup ekiplerinden Altınordu için yeni sezon, umutlardan ve hedeflerden çok, kırmızı-lacivertli renklere gönül vermiş binlerce taraftarın kalbinde bir burukluk ve "neden?" sorusuyla başlıyor. Kulüp yönetimi, geçen sezon olduğu gibi bu sezon da iç saha maçlarının, İzmir şehir merkezine tam 70 kilometre uzaklıkta, Torbalı'daki Metin Oktay Yerleşkesi'nde oynanacağını kesin olarak duyurdu. Sezonun ilk haftasında, cumartesi günü Erbaaspor'u konuk edecek olan Altınordu, kendi evinde, kendi tesislerindeki modern Serpil Hamdi Tüzün Sahası'nda, ancak kendi şehrinin ve ateşli taraftar grubunun ruhundan uzakta, adeta bir "deplasman" atmosferinde sahaya çıkacak.
Bu karar, sadece bir lojistik tercih değil, aynı zamanda kulübün kimliği, aidiyeti ve geleceği üzerine süren tartışmaların da bir yansıması. Yıllardır takımlarını Alsancak'ın tarihi atmosferinde veya Atatürk Stadyumu'nun tribünlerinde desteklemeye alışkın olan taraftarlar için, her iç saha maçı için 70 kilometrelik bir yolculuğu göze almak, büyük bir fedakarlık anlamına geliyor. Birçok taraftar, sosyal medyada ve çeşitli platformlarda, bu durumu "takımın şehirden koparılması" ve "taraftara sırt çevrilmesi" olarak yorumluyor. Onlar için Altınordu, sadece bir futbol kulübü değil, İzmir'in bir parçası, bir sembolü. Takımın maçlarını şehrin kalbinden bu kadar uzağa taşıması, bu köklü bağın zedelenmesi ve bir "sürgün" hissi yaratması nedeniyle büyük bir tepkiyle karşılanıyor.
Başkan Özkan'ın 'devir' hayali ve acımasız gerçeklik
Peki, Altınordu'yu kendi şehrinde "mahpus" kılan bu durumun arkasında ne yatıyor? Bu sorunun cevabı, kulübün vizyoner başkanı Seyit Mehmet Özkan'ın bir süre önce aldığı radikal bir kararda gizli. Türk futboluna "İyi Birey, İyi Vatandaş, İyi Futbolcu" felsefesini kazandıran ve kulübü Avrupa'nın en önemli altyapı merkezlerinden biri haline getiren Özkan, bir süre önce, kulübün "yarışmacı" kimliği ile "yetiştirici" kimliği arasındaki dengeyi korumak adına, A takımın yarışmacı haklarını bir yatırımcıya devretme kararı aldığını açıklamıştı. Bu planın arkasındaki temel fikir, A takımın profesyonel liglerdeki mücadelesini ve finansal yükünü bir yatırımcıya devrederek, kulübün tüm kaynaklarını ve enerjisini, asıl misyonu olan altyapı ve oyuncu yetiştirme faaliyetlerine odaklamaktı.
Ancak evdeki hesap, çarşıya uymadı. Ligin başlamasına çok az bir süre kalmasına rağmen, Başkan Seyit Mehmet Özkan, kulübün vizyonuna ve mali yapısına uygun bir yatırımcı bulamadı. Bu durum, devir işleminin rafa kalkmasına ve kulübün A takım operasyonlarını kendi bünyesinde sürdürme zorunluluğuna yol açtı. Yatırımcı bulunamadığı için, takımın maçlarını İzmir merkezde, kirası ve işletme maliyetleri yüksek olan bir stadyumda oynatacak finansal bir model de kurulamadı. Sonuç olarak, kulüp, en pratik ve en ekonomik çözüm olarak, yine kendi "kalesine", yani Torbalı'daki modern tesislerine geri dönmek zorunda kaldı. Bu durum, Başkan Özkan'ın vizyoner planının, piyasanın acımasız gerçekleri karşısında şimdilik sonuçsuz kaldığını gösteriyor.
'İyi birey, iyi vatandaş, iyi futbolcu' felsefesi bir çıkmazda mı?
Altınordu'nun yaşadığı bu stadyum krizi, aslında kulübün temel felsefesine dair daha derin bir tartışmayı da beraberinde getiriyor. Seyit Mehmet Özkan yönetiminde, Altınordu, sadece bir futbol kulübü olmanın ötesinde, bir eğitim kurumu, bir sosyal sorumluluk projesi olarak konumlandı. Bu model, Çağlar Söyüncü, Cengiz Ünder, Barış Alper Yılmaz, Ravil Tagir gibi sayısız yıldızı Türk ve Avrupa futboluna kazandırarak ne kadar başarılı olduğunu kanıtladı. Kulübün Torbalı'daki Metin Oktay Yerleşkesi, Avrupa'daki en modern tesislerle yarışacak düzeyde imkanlar sunuyor ve geleceğin yıldızlarını yetiştirmek için adeta bir vaha görevi görüyor.
Ancak madalyonun diğer yüzünde, bu "yetiştirici" misyon ile profesyonel liglerdeki "yarışmacı" kimlik arasında bir denge kurma zorluğu yatıyor. Bir takım, bir yandan sürekli olarak en iyi oyuncularını satarak kaynak yaratırken, diğer yandan da sportif başarıyı nasıl yakalayabilir? Altınordu'nun Süper Lig'den 2. Lig'e kadar uzanan düşüşü, bu paradoksun en somut sonucu oldu. Ve şimdi, kulübün kendi şehrinin merkezinde bir stadyumda oynayamaması, bu felsefenin sürdürülebilirliğine dair ciddi soru işaretleri yaratıyor. Taraftarlar, Avrupa'ya yıldızlar ihraç eden bir kulübün, kendi taraftarıyla en temel buluşma noktası olan stadyum sorununu çözememesini bir çelişki olarak görüyor. "İyi Birey, İyi Vatandaş, İyi Futbolcu" felsefesi, yetiştirme konusunda bir dünya markası yaratmışken, A takım düzeyinde taraftarıyla bütünleşme ve şehir kimliğini yaşatma konusunda bir çıkmaza girmiş gibi görünüyor.
Sahne hazır, eksik olan ruh: sezon erbaaspor maçıyla başlıyor
Tüm bu tartışmaların ve belirsizliklerin gölgesinde, Altınordu takımı yeni bir sezona "merhaba" demeye hazırlanıyor. Teknik heyet ve futbolcular, saha dışındaki tüm sorunları bir kenara bırakarak, cumartesi günü oynanacak olan zorlu Erbaaspor maçına odaklanmış durumda. Takımda, tedavisi devam eden genç oyuncu Furkan Yöntem dışında önemli bir eksik bulunmuyor. Kırmızı-lacivertli ekip, modern tesislerinin ve kusursuz zeminli sahasının avantajını kullanarak sezona galibiyetle başlamak ve taraftarına bir nebze olsun moral vermek istiyor.
Ancak o gün Serpil Hamdi Tüzün Sahası'nda, her şey tam olsa da, bir şeylerin eksik olacağı kesin. Tribünlerde, belki de sadece en sadık ve en fedakar taraftarlar yer alacak. İzmir'in o coşkulu, o ateşli atmosferi, 70 kilometre uzaktaki bu modern tesise ne kadar yansıyabilecek, bu büyük bir soru işareti. Altınordu, kağıt üzerinde "ev sahibi" olarak çıkacağı bu maçta, aslında kendi evinin ruhundan ve sıcaklığından uzakta, soğuk bir profesyonellikle mücadele edecek. Bu, yeni sezonun sadece ilk maçı değil, aynı zamanda Altınordu'nun kimlik arayışının, felsefesiyle gerçekler arasındaki savaşının ve taraftarıyla yeniden barışma umudunun da bir başlangıcı olacak. Kırmızı-lacivertliler için bu sezon, sadece rakiplerle değil, aynı zamanda kendi yalnızlıkları ve coğrafi mesafelerle de mücadele edecekleri zorlu bir maratonun habercisi gibi duruyor.