Mazlum VESEK/Çevre hareketi denince akla ilk gelen yer Kışladağ. Uşak’ın Eşme ilçesinde yer alan Kışladağ’da 2000’li yılların başında başlayan siyanürlü altın madeni arama faaliyeti bölge halkının hayatını değiştirdi. Sadece köylülerin değil, çevre odaklı dernek ve platformların dayanışması ve hukuki mücadelesi hala sürüyor. Ege Çevre Platformu Hukuk Kurulu Üyesi Avukat Ali Arif Cangı, 2006 yılından beri Kışladağ altın madenine karşın süren hukuki mücadelenin sembolü oldu.
Cangı, altın madeni faaliyetinin durdurulması için açılan davalarda yerel mahkemeler ve Danıştay bugüne kadar şirket lehine karar verdiğini Anayasa Mahkemesi’ninde 'Anayasanın 17.maddesinde güvence altına alınan maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edilmediğine' hükmettiğini söyledi. Avukat Cangı, iç hukuk yolları tükenince Oya Otyıldız, Ertuğrul Barka, Mustafa Sakaryalı, Muammer Sakaryalı ve Ömer Turgut Erlat aracılığıyla davayı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) taşıdıklarını anlattı.
Cangı yaptıkları başvurunun sonucu olarak 2024 yılında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6'ncı maddesinde yer alan 'adil yargılanma hakkı'nın ihlal edildiğine hükmettiğini dile getirdi.
KIŞLADAĞ LİNÇ EDİLECEK
Avukat Ali Arif Cangı, 12 Şubat’ta yeniden görülen davanın ilk duruşmasında çevreye verilen zararların tespit edilmesi için keşif yapılmasını istediklerini söyledi. Cangı, “Bölge yeraltı suları kurumuş, kalan yer altı suları ve yüzey suları kirlenmiş, rahmet olarak bilinen yağmurlar asit yağmuruna dönüşmüş durumda. 12 Şubat günü görülen ilk duruşmada 13 Şubat 2024 yılında yaşanan Erzincan- İliç’te yaşanan maden faciası hatırlatıldı. Aynısının Kışladağ’da olmayacağının garantisinin verilemeyeceği, altın madeni işletmesinin Mahkeme heyetiyle bizzat görülüp, tespitler yapılması için keşif yapılması istendi. Uşak Barosu ve avukatlarıyla iyi hazırlık yapılmış. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı her zaman olduğu gibi şirketin destekçisi konum ve işlevini sürdürdü. Yeni müdahale istemlerine, keşif yapılmasına karşı çıktı. Davanın reddini istedi. Duruşma sırasında, madenin ÇED taahhütlerine uygun çalışıp çalışmadığını periyodik denetlemekle yükümlü Uşak Valiliği izleme denetleme komisyonunun sadece Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği İl Müdürlüğü temsilcisiyle yapıldığı bilgisi verildi” dedi. Avukat Cangı, yetkililerin bu tutumunun Kışladağ’ı yeni bir İliç faciasına götüreceğini kaydetti.
Avukat Cangı, madenin bir an önce kapatılması gerektiğinin altını çizerek, “Kışladağ’ın ve bölgenin yaşamının korunması için bu davanın kabul edilmesi ve Kışladağ Altın Madeni’nin bir an önce kapatılması, yıkılan, bozulan doğal ortamın mümkün olabildiğince eski hale getirilmesi gerekiyor. Buna, şimdiye kadar yaşanan hukuka aykırılıklardan sorumluluğu olmayan, dava açıldığı zaman henüz mesleğe başlamamış olan Uşak İdare Mahkemesi yargıçları karar verecek. Kışladağ’ın börtü böceği, ağacı, otu, insanları yaşamlarını geleceklerini koruyacak bir karar bekliyor” dedi.
"ZEHİRLENMEDİK NE TOPRAĞIMIZ NE HAVAMIZ KALDI"
Kışladağ madeninin başladığı dönemde “Öteki Adı Zehirkent: Balya” belgeselini çeken Yazar-Yönetmen Uğur Sümer ise, Balıkesir’in Balya ilçesinin de altın madeni arama faaliyetinden sonra yaşanmaz bir yer haline geldiğini hatırlattı. Sümer, “Sadece Gediz Havzası değil, Büyük Menderes Havzası da aynı kaderi paylaşıyor. Gediz ve Büyük Menderes Nehirleri Ege Bölgesi’ni sarıyor adeta kucaklıyor ve besliyor. Ege Bölgesi’ne hayat taşıyan nehirler şu anda zehir taşıyorlar. Balya’da Fransızların bıraktıkları 3,5 milyon ton atığın siyanür kalıntıları ve ağır metalleri aradan yüz yıldan fazla bir zaman geçtiği halde maden deresini de içine alan Koca Çay ile birlikte önce Manyas barajına, oradan da Manyas Gölü’ne kadar taşınıyor. Her yıl yağan ilk yaz yağmurundan sonra koca çayda bir tek canlı kalmıyor” dedi.
Sümer, bir Uşaklı olarak madenin çevreye zararları konusunda 21 yıldır söyledikleri her şeyin ortaya çıktığını kaydederek, “Ne suyumuz ne havamız ne toprağımız kaldı zehirlenmedik. Hayvanların ölü ve sakat doğumlarından dolayı hayvancılık bitme noktasına geldi. Çevre halkı haziran ve temmuz aylarında yağmur yağmasın diye dua eder hale geldi fakat dua da kar etmiyor. Yağmurdan hemen sonra bağda üzüm bahçede domates ağaçta armut ayva kalmıyor. Bizim bahçemizde 60 metreden çıkan suyumuz 200 metreden çıkmıyor. Kuyular pınarlar çoktan kurudu. 2006 yılı Haziran ayında yağan yağmurla birlikte hidrojen siyanürden 2000’den fazla insan zehirlendi. Eşme belediyesinin ağustos ayında yaptırdığı su analizinde arseniğin yüzde 213 kat fazla olduğu görüldü. Bölge halkı madene uzaklığı oranında zehir içiyor” açıklamasını yaptı.