ÖMER CEYLAN- Ünlü moda tasarımcısı Barbaros Şansal, İzmir'de büyüdüğü yıllardan Türkiye'deki modanın geleceğine kadar pek çok konuda çarpıcı açıklamalarda bulundu. 9 Eylül Gazetesi’nden Ömer Ceylan’a verdiği röportajda, Şansal, “Çocukluğumu ya da gençliğimi özlemiyorum, çünkü yatılı okullarda geçen zor bir yaşamım oldu,” diyerek İzmir Güzelyalı’daki geçmişine dair samimi detaylar paylaştı. Moda dünyasının küresel ve yerel krizine dikkat çeken tasarımcı, “Dikiş biterse moda biter” diyerek sektördeki dönüşümü ve mesleki zorlukları ele aldı. Şansal'ın röportajındaki en çarpıcı noktalardan biri ise modanın sosyal bir olgu olarak yozlaşmasını kent hafızası çalışmalarıyla ilişkilendirerek geleceğe yönelik umut veren Yıldırım Mayruk Vakfı’ndan bahsetmesi oldu.

10180Beb C59B 4134 962A Ef03D5107452

Çocukluğunuz nasıl geçti? Varlıklı bir aileden mi geliyorsunuz?

Yani fakir bir aileden gelmiyorum. 1964 yılına kadar İzmir, Güzelyalı’daydım. Kent soylu, eğitimli, dil bilen yeni Cumhuriyet’in yeni ailelerinden geliyorum. Özlenecek bir çocukluğum olmadı. Çok sıkıntılı bir çocukluktu. Yatılı okullar, anne-baba ayrılıkları... Bunlar çok daha radikal, daha marjinal bir sosyal yaşam biçimi. Çocuk odam yoktu çünkü hep yatılı okullarda okudum. Bu yüzden ne çocukluğumu ne de gençliğimi özlüyorum. Yaşlılığımı özlüyorum, o kadar.

Karavan sahipleri dikkat! 1 Ocak'ta zorunlu olacak... Karavan sahipleri dikkat! 1 Ocak'ta zorunlu olacak...

Türkiye'de moda bitti mi?

Evet, bitti. Bu sadece Türkiye'ye özgü değil, dünyada da benzer bir durum var. Çünkü artık kreatörler bitti. Kreatörlerin bitmesinin sebebi, atölyelerin bitmesi. Atölyelerin bitmesi de terzilerin kalmamasıyla ilgili. Artık terziler, pantolon paçası yapıp, fermuar değiştiriyorlar mahalle aralarında. ‘Dikiş biterse moda biter demişti’ Bay Vitali. Moda, sosyal bir olgu; insanların cinsel, dinsel, fiziksel, kültürel, ekonomik ve siyasi haberleşme biçimini belirler. Sosyal olgu bozuldukça, ahlak, siyaset ve ekonomi de etkileniyor. Artık Türkiye'de insanlar giyinmiyor; ya örtünüyor ya da soyunuyorlar.

KAHROLSUN İSRAİL VAR KULLANILAN MARKALARIN HEPSİ MUSEVİ

Bu, siyasi bir tavır mı sizce?

Siyasi tarafı tabii ki var. Moda, bir üniforma arayışıdır. Türkiye'deki İslami giyim, İslami değil. Çünkü İslam'da belirli kurallar vardır. Özellikle kadın giyimiyle ilgili çok kısıtlamalar vardır. Takma kol olmaz, göğüs pensi olmaz, belde kemer olmaz, platformlu ayakkabı olmaz, pahalı mücevher olmaz… Ancak bugün Türkiye'deki İslami giyim anlayışı, genellikle Musevi tasarımcılarının ürünlerinden oluşuyor. Kahrolsun İsrail var, fakat kullanılan markalar, mücevherler ve kumaşlar da aynı şekilde Musevi üretimi. Çünkü dünyada bu iş Musevilerin monopolü içinde, çantalardan tutun parfümlere kadar, taktığınız saatten taktığınız pırlantalara kadar onlar Musevi dünyasının ürünleri. Bu durum papaz eriğini imam eriğine çevirmeye benziyor.  Türkiye'de ne İslami anlamda bir giyim var ne de seküler anlamda. Çünkü drop sistemi yok artık hazır giyimimizde, hep esneyen, vücuduna uymayan, örme kumaşlardan giyiniyor insanlar. Ustam Yıldırım Mayruk’un bir lafı vardır “Tadilat görmemiş hazır giyim giyen birisi çıplaktır.” der. O yüzden çok zordur doğru giyinmek, doğru zaman-doğru zemin ve doğru mekanda giyinmek. Ama siz giyim üretim teknolojileri fakülteleri diye saçma sapan yüksek okullar açarsanız, kız teknik olgunlaşmaları ve meslek liselerini kapatırsanız, terzileri küçümserseniz sonunuz bu olurdu zaten!

Teşhircilik hakkında ne düşünüyorsunuz?
Teşhircilik her yerde var, sadece erotizm açısından değil. Servet teşhiri de var, siyasi irade teşhiri de. Gösteriş, ülkenin en önemli sorunlarından biri ve bu hadsizliği doğuruyor. Teşhir reklamdır ve reklam, özürlü ve bozuk malın tanıtımıdır. Bu teşhir, Türkiye'nin her yerinde var; tabela kirliliği gibi.

Size yapılan baskı Yıldırım Mayruk’a da yapılıyor mu?

Dolaylı olarak, tabi ki ustama da yapılıyor. Yıldırım Bey, Cumhuriyet tarihinin yetiştirdiği önemli değerlerden biridir. Ancak şu anda vakıflaşma sürecindeyiz ve bu süreçte tabii ki zorluklar yaşıyoruz. Yıldırım Bey ayrı bir yerde, ama benim yüzümden zarar gördüğünü biliyorum. Mesleği bıraktırıldı, bir duayen ülkeyi terk etmek zorunda kaldı.

İktidar değişirse dönmeyi düşünüyor musunuz?

Türkiye'ye dönmeyi düşünmüyorum, bu hükümetle veya muhalefetle ilgili bir mesele değil. Al birini vur ötekine hikayesi var. Neticede siyasi bir rant hilafeti var. Türkiyet Büyük Millet Meclisi denen kurumda bir tane bile halk tarafından seçilmiş, bağımsız milletvekili yoksa ülkenin bağımsızlığı tartışmaya açıktır.

Yıldırım Mayruk Vakfı’nın amacı ne?

Yıldırım Mayruk Vakfı önemli bir vakıf. Projeleri çok iddialı. Bir tanesini kadın istihdamına yönelik eğitim, gençlere ve çocuklara yaratıcılık ve sanat üzerine eğitimler vermek…

Devlet desteği?

Hayır kesinlikle yok, kendi imkanlarımızla yapıyoruz bu işi. Öyle yazıyorlar ama öyle bir şey yok. Daha bu sabah İzmir’de bir bankanın şubesinden sermaye transferi blokeyi yaptım. Onlar bizim paramızla yapılıyor. Bizim iğne iplikle kazandığımız parayla yapılıyor. Bu merkezlerde kent kültürü ve kent hafızasına yönelik söyleşiler var. Bu merkezlerde çöp üretmeyen, kullanılmış giysileri yenileyerek tekrar kullanıma sokan atölyelerimiz var. Tabi ki moda, tekstil, sanat üzerine eğitimler var. Temel hedef istihdama ihtiyacı olan insanları katmak ve üretime dahil etmek bunu da kendi lokasyonlarında yapmak…

En çok kimi dikmeyi sevdiniz?

Biz profesyonel terzileriz. İşimizi yapmakla mükellefiz. Çişim geldi gibi, ilham gelmesi gibi olaylar yok bizim hayatımızda. Herkese hizmet veririz. Koltuğa bizi tercih etmiş bir hanımı oturttuğumuz zaman, onun karşısına oğlunu-kocasını-babasını ayartacak kalitede kimseyi oturtmamaya özen gösteririz. O yüzden biz yirmi yıldır sahne kabul etmiyoruz.

MERKEL AYNI CEKETLE BİTİRDİ İKİ DÖNEMİ

Siyasiler sizce nasıl giyiniyor?

Çok kötü, hepsi çok kötü. Bir kere siyasilerin paça boylarına bakmak lazım, şunları bir kısaltsınlar. Yani siyasi figür olarak Ediz Hun’dan bahsediyorsak çok güzel giyinen bir adam o. Şecerelerini bilmiyorum ama böyle çok pahalı saatler, çok pahalı ayakkabılarla mertlik arıyorlar. Özellikle siyasi figür kadınlarımız çok kötü giyiniyor. Yani çok fazla makyajlı, çok fazla saç boyalı; kapalısı da aynı şekilde onlar da aşırı makyajlı. Şimdi bir Aile Bakanı var, Belçika'dan ithal. Eski MR Parti’den o zamandan tanıyorum Mahinur Hanım’ı. Bakıyorum, her gün başka bir şeyler giyiyor. Broşlar, kırmızılar, allar morlar, full makyaj. Bir İtalyan parlamentosuna baktığım zaman, arkadaşlarım var ya da ne bileyim, Alman Parlamentosu’na dünyadaki siyasilerin absürt giyimleri yok. Merkel aynı ceketle bitirdi iki dönemi, bizimkiler aşırı ve çirkin.

588Ab292 1C1A 4650 8508 104291484F85

ATATÜRK’ÜN NEFERİ OLARAK YETİŞTİRDİLER ARTIK DEĞİŞMEM

Başkaldıran biri olarak nasıl başa çıkıyorsunuz? Bu sorumluluk sizi yoruyor mu?

Benimki başkaldırı değil. Benimki boyun eğmemek. Arada fark var. Yani bazılarına "dik dur, eğilme" diyorlar. Bize "boyun eğme" diyorlar. Bu farkı koyan onlar. Biz baş falan kaldırmıyoruz. Delibaşlar değiliz. Rejime, devlete, sisteme karşı bir kavgamız yok. Biz, laik, demokratik, sosyal hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’nin, Atatürk’ün ışığındaki neferleriyiz. Bunun da suçlusu biz değiliz. Eğitim sistemi bizi böyle yetiştirdi. Suçlusu yine devlet yani. Şimdi “öyle yetişme” diyor bize ama çok geç artık. 60 yıl beni böyle eğitmişsin. Bu saatten sonra değiş diyorsun. Değişmem. Hak ve özgürlükler benim için çok önemli. Alevi, Sünni, Kürt, Türk, Ermeni, Süryani, heteroseksüel, eşcinsel, hayvan, çiçek, doğa fark etmez. Ben eşit yaşam hakkını savunan bir devrimciyim. Devrime inanırım. Ama devrim dediğim; askeri cuntalar, 15 Temmuz, fistanlar falan değil. Evrimin geçirdiği devrimdir bize lazım olan. Onu adapte etme süreciyle vakit kaybetmememiz için. Bakın, bütün bu olumsuzluklara rağmen. Ben eller boşta, tek başıma Türkiye Cumhuriyeti’nde geziyorum. 65 yaş üstü toplu taşıma kartım var. Metroda kullanıyorum, tramvayda kullanıyorum yani. Biz halkız. Halktan bu kadar korkmalarına gerek yok. Evet, öncüyüz. Evet, bazılarına göre marjinal ve radikaliz. Ama aldığım olumlu tepkiler karşısında gerçekten hayatımın çok gururlu bir dönemindeyim. İşte bu tek kişilik gösterimde salonlarım dolup taşıyor. İnsanlar çok beğeniyor. Doğru şeylere parmak basıyoruz. Hayatı anlatıyoruz. Tecrübelerimizi aktarıyoruz. Yaratıcılık asla demokratik değildir. Farklılık ve çeşitlilik zenginlik ve berekettir. Biz bu topraklarda rengârenk halklar olarak var olduk. Öyle de devam etmesini istiyoruz. Aykırı ya da farklı düşünenleri cezalandırmak yerine onları dinlemek ve anlamak lazım. Yani ben din cahili değilim. Hatim indirdim aynı zamanda. Tüm din kitaplarını okudum. Her dinin kendine göre güzel ve sorgulayıcı tarafları var. Tek tanrılı ya da çok tanrılı dinler fark etmez. Dünyanın üçte biri tek tanrılı dinlere inanıyor. Ben diğer üçte ikinin tarafındayım. Çoğunluktayız yani biz.

KHK’LAR YASAL DEĞİLDİR

CHP’li misiniz ve muhalefetten memnun musunuz?

Ben hiçbir siyasi partinin üyesi değilim. Hiçbir siyasi partinin düşmanı ya da sempatizanı da değilim. Değilim. Değilim. Yani CHP’den memnun değilim. Ama AKP’den de memnun değilim. MHP’den de memnun değilim. HDP’den memnunum ama DEM’den memnun değilim. Demirtaş hâlâ içeride. Çünkü unutmadılar. Mahsus bıraktıklarını artık düşünüyorum. Ciddi ciddi. Kavala da içeride. Çiğdem Mater de, Can Atalay’da bütün arkadaşlarımız içeride. Ama katili, kafasına dolarlarla bigudi yapanlar dışarıda. Eğer adaleti ve hukuka olan güveni sarsarsanız, o tartar gelir bir gün sizi yanlış tartar. Hukuk bir boş çuval değildir. İktidarın fahişesi falan da değildir. Tam tersi, muhabbet tellalıdır. Daha güçlü bir iktidarın kokusunu aldığında mevcut iktidarı aşağıya indirir. Bu coğrafya başbakan asmış bir coğrafyadır. Sabıkalı bir coğrafyadır. O yüzden hukukla çok oynanmaması gerekir. Türkiye Cumhuriyeti’nin, tabii 61 Anayasa’mız yok artık, Kenan Evren ve bir sürü değişiklik var. Bir de kanun hükmünde kararnameler. Epey hasarlı bir anayasa. Ama şu anki hâliyle bile yeterlidir. KHK’ların kaldırılması gerekir. Onlar yasal değildir. Meclis çoğunluğuyla çıkmış kanunlar değildir. Türkiye yürür. Türkiye’nin önü açıktır. Güçlü bir ülkedir Türkiye. Dünyanın 20 büyük ekonomisi arasındadır. İstihdamda ve yatırımda büyük bir ülkedir. Artık kendi kendini besleyemiyor ama ne olursa olsun, Türkiye’nin önü açıktır. Biz çok güveniyoruz ülkemize. Biz vatansever değil, vatanperveriz.

 Bu hükümet sizden neden bu kadar uğraşıyor?

İki binden fazla dava var zaten. Benim avukatlarımın açtığı davalar dağlar gibi. Dün İzmir Cumhuriyet Barosu'na gittim. Artık dosyalara bakmaktan yorgun düştük. CİMER denen bir şirket var ülkede, trol ordularının falan olduğu. Oradan, affedersiniz, otob*ka şikayet yazdırıyorlar. Bazı işgüzar savcılar da yasalara aykırı bir şekilde dava sürecine sokuyorlar ve ifadeye yönelik yakalama kararı çıkartıyorlar. O davaların hepsinden beraat alıyorum ben. Hukuka aykırı davalar açılıyor bana. Yakalama kararı çıkarıyorlar, ifademi verip çıkıyorum. Ama bu beni şikayet edenler, bana hakaret edenler... Bu çocuklar için üzülüyorum ben aslında. Çünkü bir düşünüyorum; aç karnını doyurmadan bilmem ne marka telefona iki sene borçlanmış, bankadan kredi çekmiş, faiz altında eziliyor. Birbirlerini sevmeyen anne babaların çocukları bunlar. Sevmeyi bilmiyorlar.Kim bilir hangi ücrada, hangi şartlarda yarı aç yarı tok yaşıyorlar. Üstünde yok, başında yok, cebinde yok. O isyanı aslında bana değil, kendilerine. Kendisine isyan edip sorgulamak yerine, ben olmak istediği için bana saldırıyor. Yani hikayenin aslı bu. O yüzden üzülüyorum o çocuklar için. Amaçları yok, çabaları yok, meslekleri yok.Bir meslek edinmeye çalışmıyorlar. Hepsi plazada çalışmak, rezidansta yaşamak, alışveriş merkezlerinde takılmak istiyorlar. Öyle değil hayat. Ben 7 yaşında mesleğe başladım. 68 yıl düşün yani, 65 yıl bir fiil çalıştım. Hâlâ da çalışıyorum. Hâlâ işimi yapıyorum. Artı işler de yapıyorum. Bence vazgeçsinler bu şikayetlerden. Hukuku meşgul ediyorlar. Ağaçlar kesiliyor kağıtlar için. Düşünce özgürse, ifade de özgür olur. Düşünce özgürdür ülkede deyip ifadeyi yasaklayıp yargılıyorsanız, düşünce özgür değildir. Eleştiren ve özgür düşünceyle niyet gelir, gelişim gelir, büyüme gelir. Diğerleri küçüktür. Olumsuz eleştiriler küçüktür.

MUKTEDİRİN YANINDAYSAN RAMAZAN AYINDA SARAY SOFRASINDA OLURSUN

LGBT konusunda Türkiye’nin durumu nasıl? Neler değişmeli?

50 yıllık eşcinselim hiçbir devirde böyle *bnelik görmedim.  LGBT konusunda çifte standart geldi. Her zaman sıkıntılıydı ama tercihlerimiz güvencemiz altındadır. Bu bir suç değildir. Yönelimler suç değildir, yönelim olarak altındadır. Ama çifte standart şu: Eğer muktedirin yanındaysan, bir transseksüel olarak bile Ramazan ayında saray sofralarında Allah’ın adıyla iftar açabilirsin. Ama aynı saatlerde Hande Kader’sen, İstiklal Caddesi’nde ilaçlı tazyikli suyla yerlerde sürüklenebilirsin. Muktedire yakınsan LGBT olabilirsin, ama muhalifsen cehenneme gidersin gibi saçma şeylerle uğraşıyorlar. Artık insanların bedenlerinden devlet elini çeksin. Zaten cebimizde eli var, k*çımızdan da çeksin bir zahmet. Çünkü neticede oradan başka şeyler de bulaşabilir.

Size karşı olanlara ne söylemek istersiniz?

Çarşı her şeye karşı olsunlar, karşı yaka olsunlar, fark etmiyor benim için. Onlar benim hayatımı ilave ettiren, mesleğimi sürdürmemi sağlayan insanlar değiller. Bu karşı olanlar dediğimiz kesimin büyük bir kısmı da karşı karşıya geldiğimizde hep şunu söylüyor: 'Seninle aynı fikirde değiliz. Senin inançlarını kabul etmiyoruz ama seni çok takdir ediyoruz. Senin gibi omurgası olan, duruşu olan insanlar çok az bu ülkede.' Değerlerinizi savunmayı öğreneceksiniz. Sen ne kadar değerini savunma hakkına sahipsen, benim de o kadar değerimi savunma hakkım var. Ötekileştirmek yerine birleştirmek gerekir. Benim bir sürü başörtülü izleyicim var. Başörtüsü bana göre bir ikon değil ama izleyicilerim arasında KHK’lılar, askerler, polisler, savcılar, travestiler var. Bunlar da insan, benim yurttaşlarım. Ben insanları yönelimleri, inançları, ırkları ya da dilleri yönünden ayıramam. O zaman çok saçmalamış olurum. Ben birleştiriciyim, bölücü değilim. Ama siyasi iradeler bölücü diller kullanıyor. Dün bebek katili olan, bugün mecliste konuşsun diyorlar. Bilmiyorum, çözmekte zorlanıyorum. Hangi rant hilafeti uğruna bu kadar hızlı dönüşler görüyoruz? Şimdi dünya savaşı çıkıyor diyorlar. Gülüp geçiyorum tabii. Bir şey yok, dünya savaşı çıkaracak imkanları yok şu an.

Di̇lruba İleCumhurbaşkanı'na hakaret suçlamasıyla gündeme gelen ve tahliye edilen Dilruba Kayserilioğlu, Barbaros Şansal ile İzmir'de bir araya geldi. Türkiye'de adını duyuran Dilruba, son dönemin dikkat çeken isimlerinden biri.

Barbaros Şansal'ın En'leri

En sevdiğiniz yemek?

Kapuskadan nefret ederim. Onun dışında her yemek. Aç olduğumda hepsi güzel.

En sevdiğiniz film?
Fassbinder'in tüm filmleri, başta Karel olmak üzere. Siyah beyaz filmler de çok severim.

En korktuğunuz şey?
Korku düşmanım.

En sevdiğiniz kitap?
Kendi kitaplarım, şaka yapıyorum tabii ki. Oscar Lewis’in "İşte Hayat" adlı kitabı beni çok etkilemişti, çok önemli bir kitaptır.

En sevdiğiniz yer?
Dünya gezegeni. Ama lokasyon olarak İsviçre’yi tercih ederim.

Sahip olduğunuz en değerli şey?
Kendim.

Kaynak: ÖMER CEYLAN