ÖZLEM BALCI/Medya sektörü deyince de akla ilk gelen isimlerden biri de kuşkusuz bu işe ömrünü adamış, doğru haber peşinde yılmadan çalışmış ve elinde fotoğraf makinesi ile savaştan savaşa koşmuş Basın Konseyi Başkanı Pınar Türenç. Bir dönem her gün bomba var mı diye arabasının altını kontrol eden, ama tehditlere boyun eğmeyen Türenç, tüm zorluklarına rağmen “Bir daha dünyaya gelsem yine gazetecilik derim” diyor. Türenç ile medya sektörünün bugününü, yarınını ve Türkiye’de kadının yerini konuştuk.
Meslek olarak gazeteciliği seçmenizdeki etken neydi? Gazeteciliğe adım atmanızda kim ya da kimler ilham verdi?
Bana ilham veren babamdı. Babam Demokrat İzmir gazetesinin yönetim kurulundaydı ve aynı zamanda Ağır Ceza üyesi bir avukattı. CHP Manisa il başkanlığı yaptı. Daha sonra İzmir’de Demokrat İzmir gazetesinin yönetimine girdi. Ailem zaten genel olarak siyasetin içinde. Amcam ve kuzenim milletvekilidir. Ben medyaya gönül verdim. Bunda babamın etkisi çok oldu tabi. İlk okuldan itibaren babam beni masanın üstüne çıkartır şiir okutur ya da gazetenin İlhan Selçuk sayfasını “Hadi bakalım sen oku ben dinleyeyim” derdi. Gazetelerle böylece ilk okuldan beri bir haşır neşirliğim oldu. Sonrasında okul gazetesi çıkardım. Duvar gazetesi ile başladık, sonra kendi kendimize sayfalara bastık. Okul gazetesinden sonra kent haberlerine, mahalle haberlerine yöneldim. Meslek olarak gazeteciliğe karar verdim ve Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi’ne girdim.
Üniversite yıllarınız nasıl geçti?
Fakültede okurken İlhan Selçuk’un yanına gider onun çalışmasını izlerdim. Okulda en sevdiğim hocalardan bir tanesi habercilik dersine giren İsmail Sivri idi. Benim için babamdan sonra en kıymetli insandı belki. Ve onunla beraber yol alırken de Milliyet Gazetesi’nde başladım mesleğe. İzmir Milliyet’in tek muhabiriydim. Polise, adliyeye, sosyal olaylara aile olaylarına, ne kadar olay varsa sıcak bütün olaylara ben giderdim. Trafik kazasından siyasi lider izlemesine kadar bütün yükü taşırdım bu omuzlarda. Tabi çok gençtim o dönem. İzmir’de Milliyet Gazetesi’nde İsmail Sivri Ege’deki basın tarihinin çok önemli mihenk taşıdır. O denim Milliyet’in Ege Bölgesi temsilcisi İsmail Sivri’ydi. İsmail Sivri’nin yanında bu mesleğe başladım, kadroya girdim ve ondan çok şey öğrendim.
Gazeteciliği seçtiğiniz için hiç pişman olduğunuz bir dönem oldu mu?
Başka meslek hiç düşünmedim. Severek yaptığım için hiç pişman olmadım. 45 yılda da hiç pişmanlık duymadım. Bir daha hayata gelsem yine gazetecilik derim. O kadar çok sonuç aldım ki yaptığım işlerde. Çocuk da okuttum, katil de buldum. Ama ikinci meslek olarak ne olabilirdi derseniz, Hukuk diyebilirim. Haksızlığa tepkilerim çok büyük oluyordu.
İlk Deniz muhabirisiniz, bu branşı nasıl seçtiniz?
Evet ilk Deniz muhabiriyim ben. İstanbul’da deniz muhabirliği diye bir muhabirlik vardı. Abdi İpekçi istemişti Deniz muhabiri olmamı. Denizi iyi öğrenebilmek için kıyı kaptanı ehliyeti aldım. Çünkü o jargonu bilmiyordum. Gemilerde kullanılan deyimler o jargona sahip olmam lazımdı. Gittim İstanbul Limanı’na sınava girdim ve gemi kaptanı ehliyeti aldım. Bütün deniz alemine çok yakındım. Gemilerin tepesinden inmezdim. “İntipendenta Deniz Kazası” benim sahamda olmuştu ve ben takip etmiştim. Ayrıca, bu alan bana çok önemli haberi de getirdi. İsmail Özdağlar o dönem Denizcilikten sorumlu Devlet Bakanı idi. UM denizcilik, dünyanın en büyük tankerine sahipti. UM Denizcilik, bakanın UM denizcilikten aldığı rüşvetin belgesini çıkarmıştık. İsmail Özdağlar da Milliyet’te çıkan bu haber sonucu Yüce Divan’a sevk edildi.
Sizin bir de savaş muhabirliği döneminiz var. Genç yaşta savaşa gitmekten hiç çekinmediniz mi?
Eşim Tufan Türenç Milliyet’in yazı işleri müdürüydü. Onunla evlenince İstanbul’a taşındım ve yine Milliyet’te devam ediyordum mesleğime. 22-23 yaşlarında, çok gençtim. Sovyet –Afgan savaşı patladı. Bildiğiniz gibi Türkiye için Afganistan Atatürk’den bu yana çok önemlidir. Afganistan’ın bu içine düştüğü noktada Türkiye çok destek olurdu. Ben tabi etkilendim bu Türkiye Afganistan yakınlığından. Ve orada mücahitlerin verdiği mücadeleden çok etkilendim ve gazeteye “Afganistan’a gidebilirim” dedim. Bir delilikti bu. O yaşta, mesleğin başlarındayım. Ama İzmir’de iyi piştiğimi, gazetecilik heyecanı ve öğretisinin beni baya donanımlı kıldığını düşünerek o heyecan ve o cesaretle bu işe talip oldum. Daha yola çıkmadan aksilikler başladı. Uçağımız tirbülansa girdi ve uçak geri döndü, düşmekten son anda kurtulduk. Afganistan’a hazırlanan ikinci uçakla yola çıktım. Gazetecilik başka bir heyecan. Yeni evli ve o kadar genç olduğum halde hayatımı hiçe sayıp Afganistan’ın dağlarındaki o savaşı izlemeyi yeğ tuttum. İyi ki de gitmişim. Orada Afgan mücahitlerinin yanında Sovyet- Afgan savaşını izledim. Tek başımaydım. Yanımda bir foto muhabiri bile yoktu. Elimde bir makine ile gittim. O zamanlar 80’li yılların başı tabi. Televizyondaki reklamlar çok canlı ve çok kavrayıcı değildi. TRT vardı tabi. Ve benim televizyonda haber reklamım yapıldı. “Pınar Türenç Afganistan’da” diye. Bunlar beni bir o kadar cesaretlendirdi, güçlendirdi. Oradaki o deneyimim bana çok şeyler kattı. İlk savaş muhabirliğimdir o benim. Daha sonra da birçok savaşlarda bulundum. Güneydoğu’daki bütün sıcak olayların içine girdim. Bosna savaşına gittim. Gazetede manşetten haberlerinizin çıkması bütün yorgunluğunuzu alıp götürüyor. Paha biçilmez bir değer.
Tarihe tanıklık etmek bizim mesleğimizde gerçekten çok önemli. Yaşadığınız anekdotlardan neyin tarihe not olarak düşülmesini istersiniz?
Gazetecilik gerçekten tarihe tanıklık etmektir. Gazetecilik halka gerçeğin ulaştırılması sanatıdır. Bu aslında kamusal bir görevdir. Eğer bu görevi üstünüze aldıysanız, mutlaka ve mutlaka gerçeği arayacaksınız, gerçeğe ulaşabilmek için sonsuz sorularla o kapıları açacaksınız . Ve üzerinize hiçbir leke gelmeden, hiçbir baskı altında olmadan bağımsız, tarafsız bu mesleği yapmak çok değerli. 45 yılı aşan bir meslek hayatım var. Hep izlediğim yol bu oldu. Hep gerçeği aradım ve sorguladım. Gazeteci sorgular. Gazeteci sorgulamazsa sonuca ulaşamaz. Ve bize bunu öğrettiler. İsmail Sivri’de bunu öğretti, diğer hocalarım da bunu öğretti. Meslek hayatımda kendime örnek aldığım iyi gazeteciler, Abdi İpekçi ve ondan sonra öğretisini alan bütün gazetecilerden şunu öğrendim ki, hiç kimseye boyun eğmeyeceksiniz. Çünkü bizim gücümüz halk. Halktan aldığımız güçle bu işi yaparız. Siz sokağa çıktığınızda “Şunu da sorsaydım keşke, ya ben şunu merak ediyorum” diyorsa bir kişi işte biz o bir kişinin bile gözü, kulağı ve dili oluyoruz bu meslekte. Gereğinde işte yeni evliyken eşimi, evimi bırakmışım savaşa gitmişim. Eğer meslek bunu gerektiriyorsa gideceksiniz. Uçakta bir defa değil kaç defa türbülanslara girdik, büyük kazalar atlattık. Süleyman Demirel Cumhurbaşkanı iken Güney Amerika gezisinde de uçak geri dönmüştü. Hatta yeni uçak hazırlandı. İkinci uçak da türbülansa girdi. Orada belki ölüyorduk. Afganistan’dan sonra bir ölüm tehlikesi daha atlattık yani. Bunu göze alıyorsunuz. Hani hep derler ya. Bu çok klasik bir cümledir. “Ölümü de göze alacaksın”. Evet alacaksın. Bu meslekte böyle. Bazı insanların kovanına çomak sokarsınız. Onun arkasından da ne olur size ölüm tehditleri gelir, yüzünüze kezzap atmaya kalkarlar, takip ederler. Arabanıza çarparlar, yıldırırlar, çamur atarlar. Bunların hepsini yaşadım. Siyasi haberciliğim süresinde televizyondaydım o dönem, arabamın altındaki bomba tehditlerini eşim göğüsledi. Her sabah önce o gider arabamın altında bomba var mı yok mu diye kontrol ederdi. “Sen sonra in aşağı” derdi bana. Böyle tehlikeli bir meslek ama çok da güzel bir meslektir.
Evinizden çıkarsınız bir kahvaltı edersiniz gittiğiniz yer Cumhurbaşkanlığı makamıdır veya uçağa binersiniz Cumhurbaşkanlarıyla gidersiniz Beyaz Saray’a. Beyaz Saray’da ağırlandık defalarca. Liderlerle, Cumhurbaşkanlarıyla çok önemli olaylara tanıklık ettik. Ya da bir kimsesizin evinde gecekondu mahallesinde o evde yere bağdaş kurup soğan ekmek yersiniz. Onun da mutluluğu başkadır. Çünkü ona bir derman olacaksınız o çalışmanızla. Belki o soğan ekmek doyurmaz ama aldığınız mutluluk sizi doyurur. Bu asla unutulmayacak ve sonuna kadar yaşanılması gereken bir meslek. Benim için çok kutsal.
Türkiye’de kadın istihdamı ne yazık ki erkeklerin üçte biri oranında. Şimdi doğum izninin 1 yıla çıkarılması düşünülüyor. Sizce bu istihdamı nasıl etkiler?
Kadının kadın olma özelliği eğer doğumu gerektiriyorsa ve doğum yapmak istiyorsa tabiî ki yapacak. O doğumu nedeniyle kadın cezalandırılamaz. Eğer 1 yıllık bir hak tanınıyorsa o hak yaşanacak ve ondan sonra kaldığı yerden “Nerede kalmıştım” diyerek devam edecek. Aslında 1 yıl bile yeterli değil annelik için, çünkü hayat boyu süren bir olay. İşte onun kararını kadın verecek. İş mi ağır basıyor, karı koca devam eden bir serüven mi olacak ya da çocukla ara verip tekrar işine dönecek mi? İşte bunlar çok önemli ve yaşamsal kararlar. Kadına ait bir karar. Onun için de o kadının vereceği karara önce devlet saygı duyacak, sonra işverenler saygı duyacak böylece hayat devam edecek.
Günümüzde erkeklerden daha iyi eğitim almış kadınlar bile iş hayatında kendilerine zor yer edinip kariyer hedeflerine zor ulaşıyor ya da ulaşamıyor. Bunun nedenleri ne sizce?
Yaşanan bir garabet var önümüzde. KPSS yapılıyor ya da başka sınavlar yapılıyor, o sınavları da bırakıyorlar sözlü sınava alıyorlar. O da siyaseten yapılan bir düzenleme oluyor. Bu tabi kadınların hakkı olan yerlere gelmesinin önüne çekilen set. Hakkı olan liyakatin işlediği düzenlerde kişi sınava girer, kazanıyorsa o sınavın gereği yapılır. Ama şimdi yapılanlar özellikle KPSS’de başarılı da olsanız eğer siyasi açıdan arkanızda destekleyen kimse yoksa maalesef dışlanıyorsunuz ve liyakattan çok uzak ama siyasi açıdan desteklenen erkekler işe alınıyor. Özellikle bu son zamanlar son 15-20 yıldır çok yaşanan bir gerçek. Türkiye’de zaten kadın olmak çok zor. Anlayış erkek egemen anlayışı. Bu eril bakış açısıyla nereye kadar gideceksiniz, işte o gücü, o rüzgarı arkasına almış birkaç kadın veya bir avuç kadın götürüyor bunu. Ama çok da başarılı olunamıyor. Çünkü nüfusun yüzde 50’sinin kadın olduğunu düşünürsek, bu kadar da haksızlığa uğrayan bu yüzde 50’nin hakkının teslim edilmesi gerekiyor. Vicdanlara da seslenmemiz lazım. Hem vicdanen, hem dinen, hem de yasal açıdan da bütün argümanları öne sürüyoruz; hak yendiğinin teslimi gerekiyor. Dilerim en yakın zamanda düzelecek ama bu düzenle değişmesi mümkün değil. Ben birkaç gündür diyorum ki acilen bir referandum yapılsın ve erken seçime gidilsin ve Türkiye normal bir düzene geçsin.
Son seçimlerde 81 ilin 11’ ini 922 ilçenin de 64’ünü kadın belediye başkanları aldı. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Kadınların yönetimde söz alması bakımından bir ilerleme olarak görebilir miyiz?
Bir süre bir avans vermek zorundayız kadınlara. Ama ondan sonra kadın erkek demeden yaptığı hizmetlerin değerlendirilmesi şart, eleştirel bakış şart. Medyanın onların üzerine objektiflerini çevirip yanlışları doğruları görüp doğru yolu göstermesi konusunda yönlendirilmesi de şart. Hep bunu söylüyoruz. Bunu yapmanın gerekliliğini ifade ediyoruz. Tabi bu başarı CHP’nin başarısı. Kadın adayları öne çıkardılar. Genel Başkan seçime giderken “kadınlara ve gençlere yol açacağım” dedi ve bunu gerçekleştirmek istedi. Yapmasını da büyük bir saygıyla karşıladık biz kadınlar ve kadın dernekleri olarak. Gazeteciliğin dışında çok yoğun bir STK savunucusuyum ve çalışanıyım. Kadınların bu alanda var olması çok değerli. Kadınların öne çıkarılması ve farkındalık yaratılması açısından çok değerli. Ama şimdi seçim geçti. Bundan sonrası önemli. Bundan sonra ne kadar başarılıyız. Ben İstanbul’da bundan 20 yıl önce ilk kadın belediye başkanı adayı oldum. Bütün İstanbul sokaklarını dolaştım. Dünya kadar projelerle kendimi anlatmaya çalıştım. Ama karşımda şu anki hükümetin çok kuvvetli adayı vardı. Kadir Topbaş karşımdaydı ve o seçildi. Ama demedik ki “kadınız, naifiz, biz bu kadarız”. Hayır onlarla dişe diş, başa baş mücadele etmek zorundasınız. Dünyanın her yerinden proje getirttim. Proje getirteceksiniz, onları sergileyeceksiniz, onların yapımını izleyecekseniz. Yapmayan ekibi dışlayacaksınız. İzmir’de yaşanan yağmurda elektrik akımına kapılarak 2 kişinin ölmesi hepimizin yüreğini sızlattı. Şimdi orada tabiî ki elektrik idaresinin çok büyük ihmali. Ama daha önce medya ona işaret etmiş. “Burada bir kaçak bir ölüm daha mı bekleyeceğiz” diye bu manşetler atılmış. Neden yapılmamış. Bunun da peşinde olacak olan hem büyükşehir belediyesi hem de konak belediyesinin kadın başkanı. O öncelikle burada ihmali olan kimdir, nedir, onu bulup çıkarmak bir kadın başkanın başlıca görevi olmalı. O bölgenin de nerede bir yanlış varsa özellikle kadınların can ve mal emniyeti için daha çok çalışması gerektiğini düşünüyorum. Mesela İstanbul’da deniz görmeyen kadınlar için özel proje yapmıştım ben. Kadını haftanın iki üç günü denizle buluşturacağım diye. Bunlar aslında çok basit şeyler. İzmir’e kadın çok yakışır. Kadın bakış açısı çok yakışır. Erkekler ancak bu kadar yapabildiler. Hayatımıza bu kadar yön verebildiler. Bize bu hayatı bu kadar sunabildiler.
Tekrar medyaya dönecek olursak. Yazılı basın yavaş yavaş bitiyor. Artık gazeteler satmıyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Dünyada yazılı basın ilerliyor ama Türkiye’de yazılı basının bu ekonomik koşullarda kendini devam ettirebilmesi zor. Zaten sıkışmışlık var. İlan politikası medyayı bitiren başlıca etkenlerden bir tanesi. Para kaynaklarının eşit dağılmadığı bir ortamda gazeteciliğin de eşitlikçi çizgiden uzaklaştığına tanıklık etmekteyiz. Basın İlan Kurumu bunun başlıca sorumlusu. Hükümetten, siyasi anlayıştan geliyor. Dediğim gibi en yakın zamanda seçime gidilip bu düzenin değişmesi gerekir. Ben bunu savunuyorum. Türkiye böyle gidemez. Bir 4 yıl daha geçiremeyiz mümkün değil. Onun için yazılı basın bu koşullarda çok sıkıştı. Dar boğazda. Ama bunun biraz daha geçici olduğunu düşünüyorum. İyi gazetecilik yaptığınız zaman ekonomik koşullarla alım gücü biraz daha iyileştiği zaman şartlar oluşur. Şu an insanlar ekmek almanın derdinde. Gazete kitap maalesef alınamıyor. Zaten kağıt, işçilik pahalı olduğu için, diğer yan girdiler de pahalı olduğu için baskı işi de biraz daha sürünceme de kalacak bu durumda. Zorluyor bu koşullar basın yayın dünyasını. Türkiye normalleşince, gazeteciliğin de daha normal koşullarda yol alacağını düşünüyorum.
Son olarak bu mesleğe yeni başlayan ve başlayacak olan meslektaşlarımıza önerileriniz nelerdir?
Gazetecilik habercilik gerçeğe ulaşmaktır. Gerçeğe ulaşamayan gerçeklerden bir haber olan toplumlar işte Afrika’da veya totoliter rejimlerdeki duvar arkasındaki insanlardan farkımız olmaz. Biz madem demokrasi diye çırpınıyoruz, demokrasinin yolunda ilerleyen bir ülkeyiz; bunun da demokrasinin vazgeçilmez olanı basın ve ifade özgürlüğüdür. Bunun için ne gerekiyorsa yapacağız. Toplumun gerçeğe ulaşabilmesi için de elimizden gelen her şeyi yapacağız. Kadın erkek diye ayrımcılık yapmıyorum ama konumuz kadın olduğu için diyorum ki kadınlara şans verilmeli. Her kadın her işi layıkıyla yapıyor diyemeyiz ama onlara bu şansı tanıyalım ki belki çok daha ileriye götürecekler mesleklerini. Benim hayatımda gördüğüm şu. Kadınlar erkeklerden bir adım önde aslında. Hem ahlaken daha önde, hem vicdanen daha önde, hem yaratıcılık açısından önde hem de kucaklayıcı sevgi saçması açısından önde. Bunlar da zaten toplumların en önemli öğeleri olduğundan kadın çok önemli. Kadın gazeteci de önemli, kadın bakış açısı da önemli, kadına değer vermek bunun için çok önemli diye düşünüyorum.