Tabiat güzellikleri ile ünlü bir yerleşim yeri olan Birgi, Türkiye'nin batısındaki İzmir ilinin Ödemiş ilçesine bağlı bir köydür. Köy, Osmanlı İmparatorluğu döneminde önemli bir ticaret merkeziydi ve tarihi dokusu ve mimari yapılarıyla dikkat çekmektedir.
Birgi'nin tarihi dokusu oldukça eski olup Roma ve Bizans dönemlerine kadar uzanmaktadır. Köy, 14. yüzyılda Aydınoğulları Beyliği'nin egemenliği altına girdi ve bir süre bu beyliğin başkentliğini üstlendi. Osmanlı İmparatorluğu döneminde de önemli bir ticaret merkezi haline geldi. 19. yüzyılda Birgi'nin ticaret hacmi ve zenginliği önemli ölçüde arttı ve bu dönemde birçok tarihi yapı inşa edildi.
5.000 yıl öncesine uzanan kesintisiz bir tarihe sahip olan Birgi, Geç Kalkolitik ve Tunç devirlerini yaşamış; Lidya, Pers, Bergama krallıklarının, Roma ve Bizans imparatorluklarının egemenliğinde kalmış; sırasıyla Dioshieron, Pyrgion ve Christopolis isimleriyle anılmıştır. Aydınoğlu Beyliği’nin yanı sıra Selçuklu ve Osmanlı uygarlıkları Birgi’nin tarihsel ve kültürel kimliğini oluşturmuştur. Birgi’de dünyaca ünlü birçok bilim adamı yetişmiştir: İlk Türk denizcilerinden, Aydınoğlu Mehmet Bey’in oğlu Gazi Umurbey, Anadolu’nun ilk Müslüman Türk doktorlarından Celaleddin Hızır El Aydıni (Hacı Paşa) ve tanınmış İslam bilgini İmam-ı Birgivi Mehmet Efendi bunlardan bazıları olup bu kişilerin kabir ve türbeleri Birgi’de bulunmaktadır.
Birgi'nin en önemli turistik mekanları arasında tarihi konaklar, camiler, hamamlar, çeşmeler ve doğal güzellikler yer almaktadır. Birgi; ayrıca Türkiye'nin önemli el sanatları merkezlerinden biridir ve geleneksel el sanatları ürünleri üreten birçok küçük atölyeye sahiptir. Bu atölyelerde el dokuması halılar, kilimler, el yapımı seramikler ve bakır işlemeli ürünler gibi birçok farklı el sanatı ürünü üretilmektedir.
Birgi'de gezilmesi gereken yerler nelerdir?
Birgi, tarihi dokusu, doğal güzellikleri ve geleneksel el sanatları ürünleri ile ünlü bir köy olduğundan gezilecek ve görülecek birçok yer bulunmaktadır. İşte Birgi'de mutlaka ziyaret etmeniz gereken yerlerden bazıları:
Ataullah Efendi Medresesi (İmam-ı Birgivi Medresesi)
Ataullah Efendi Medresesi, Sultan 2. Selim’in hocası Birgili Ataullah Efendi tarafından 1570 yılından önce yaptırılmıştır. Medresenin açık revakını üç taraftan çevreleyen; ocak, pencere ve nişleri olan 7 hücresi vardır. Medrese, burada müderrislik yapan İmam-ı Birgivî Mehmet Efendi’nin adıyla da anılır.
Osmanlı Hamamı
Plan şemasından ve yapım tekniğinden 15. yüzyılda yapıldığı anlaşılan bir Osmanlı hamamı, kubbeli, enine sıcaklıklı, çifte halvetli hamamlar grubundandır. Külhan ocağı sokağa taşmış bu hamamın soyunmalık kısmı yakın geçmişte kaldırılarak yerine dükkân yapılmıştır.
Derviş Ağa Darülhadisi (Çukur Medrese)
Halk arasında Çukur Medrese olarak anılan Darülhadis, Derviş Ağa tarafından 1657-1658’de moloz taştan yaptırılmış açık avlulu bir yapıdır. Avlusunda kuyusu olan, asimetrik, L planlı bu darülhadisin güney kanadının doğu ucunda dershane/mescit ve her iki kanatta da kapı ve pencereleri revaka açılan 7 öğrenci hücresi vardır. Dersane ve hücrelerin üzeri kubbelerle örtülüdür.
Şeyh Muhiddin Hamamı (Çukur Hamam)
Moloz taştan yapılmış, kapalı alanları kubbelerle örtülü olan hamam, kare bir mekan etrafında sıralanan halvet hücrelerinden oluşur. Külhanı arkada basık tonozludur. Girişin önünde bulunan mermer döşemenin üzerinde, zamanında ahşap soyunmalık bölümünün olduğu tahmin edilmektedir. 15. yüzyıla tarihlenen bu hamam, bazı kaynaklarda Derviş Ağa Hamamı ya da Şeyh Muhiddin Hamamı olarak adlandırılsa da, halk tarafından Çukur Hamam olarak tanınır.
Gözetleme Kulesi (Pankuduz/Küp Uçuranlar Kulesi)
Çember temel üzerine oturtulmuş ongen planlı moloz taştan yapılmış bir Orta Çağ yapısı olan “Gözetleme Kulesi”nin, Birgi’ye adını veren “Pyrgion” olduğu tahmin edilmektedir. Halk arasında Küp Uçuranlar Kulesi olarak bilinen bu yapının üzerine 1997-1998’de eklenen kat, kiremit kaplı kırma çatı ile örtülmüştür.
Sıbyan Mektebi (Sarı Berber Mescidi)
Halk arasında “Sarı Berber Mescidi” olarak anılan bu yapının, mimari özellikleri değerlendirildiğinde Osmanlı’nın son döneminden kalma bir sıbyan mektebi (ilkokul) olduğu tahmin edilmektedir. Moloz taştan yapılmış, kare planlı bir yapı olan mektebin kiremit örtülü kubbesi, güneye açılan küçük bir kapısı, cephelerinde pencereleri, içinde mihrabı vardır.
Hafsa Hatun Çeşmesi
Osmanlı Sultanı Yıldırım Bayezid’in eşi Hafsa Hatun tarafından yaptırılmıştır. Devşirme ve moloz taştan yapılmış bu çeşme, iç içe üç yuvarlak kemerle oluşturulan çökertme içinde her iki üst köşesinde çarkıfelek motifi bulunan çeşme aynasıyla dengeli bir mühendislik yapısıdır. Bulunduğu semtin adıyla, Taşpazar Çeşmesi olarak da anılır.
ÇEKÜL/Çevre ve Kültür Evi
ıkılmış olan Hacı Osman Medresesi’nin kütüphanesi ya da baş müderris odasıdır. Cumhuriyet Dönemi’nde millet mektebi, sağlık odası, postane, kütüphane, kahve ve spor kulübü olarak kullanılmıştır. ÇEKÜL Vakfı tarafından satın alınan bu yıkık yapı, rekonstrüksiyonu yapılarak, 2003 yılında Birgi Çevre ve Kültür Evi olarak açılmıştır. Burada Küçük Menderes Araştırmaları Merkezi de hizmet vermektedir.
Akmescit (Elif) Dede Çeşmesi
Aydınoğlu Beyliği’nin kuruluşu sırasında gelen Horasan erenlerinden Akmescit Dede’nin (Elif Dede) adıyla kurulan köyünde yer alan çeşme moloz taş ve tuğla ile örülmüştür. Tuğla kemer içine çökertilmiş bu çeşmede, Roma Dönemi’nden kalma girlandlı mermer çocuk lahdi taslağı yalak olarak kullanılmıştır. Çeşme önündeki alanda, dedenin mezarı bulunmaktadır.
Çarşı Çeşmesi
1939 yılındaki selden sonra 1952 yılında yapılan yeni çarşının çeşmesidir. Kare planlı su haznesinin dört cephesinde çeşmeleri ve yalakları vardır. Yapımında Kütahya çinileri de kullanılarak cephelere yerleştirilmiştir.
Demir Baba Çeşmesi
Aydınoğlu Beyliği’nin kuruluşu sırasında gelen Horasan erenlerinden Demir Baba için yaptırılmış bir çeşmedir. Moloz taştan yapılan ve çökertme içinde oluşturulan tuğla ile örülmüş bir kemer içinde mermer çeşme aynası ve bronzdan harlağı yer alır. Çeşme yalağı da andezit taşından oyulmuştur.
Kerim Ağa Konağı
Dönem tekniği okunabilen, geleneksel Türk konut mimarlığının özgün örneklerinden olan Kerim Ağa Konağı’nın 18. ya da 19. yüzyılda inşa edildiği tahmin edilmektedir. Zemin katı moloz taş ve toprak harçla yapılmış, üst katı sokağa taşırılmıştır. Üst katta bahçeye açılan açık sofa, odalarla çevrilidir. Sokak köşesi yuvarlatılmış zemin duvarlarında uçları nar ve bitki motifleriyle sonlanan ahşap elibelindeler, taşırılan konsolları tutmaktadır.
Kale Medresesi
Aydınoğlu Mehmet Bey’in ve Gazi Umur Bey’in kızı Azize Hatun’un Birgi’de medrese inşa ettirdiği vakıf kayıtlarında belirtilse de bazı araştırmacılar Kale Medresesi’ni özelliklerini göz önünde tutarak 16. veya 17. yüzyıla tarihlemektedir. Moloz taştan yapılmış bu medresenin kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir.
Açık avlulu, L planlı olan medresenin plan şeması bir kısmı tadilata uğradığı için tam okunamamaktadır. Görünen üç hücresi de tuğla ile örülmüş harç tonoz ile örtülüdür. Hücreler tek pencereli olup birisinde ara duvarda, diğer ikisinde ise köşelerde oluşturulmuş birer ocak yer alır. Ayrıca her hücrede 2’şer adet olmak üzere, ara duvarlar içlerinde oymalar vardır.
İmam-ı Birgivi Kabristanlığı
Halk arasında Böken Mezarlığı olarak anılan İmam-ı Birgivi Kabristanlığı, Birgi’nin Osmanlı Dönemi’nden kalma mezarlığıdır. Birgi’de müderrislik yapan Mehmet Efendi’nin buraya defnedilmesinden sonra, onun adıyla tanınmaya başlanmış olan mezarlıkta, Osmanlı Dönemi’nde önemli görevler üstlenmiş kişiler de yatmaktadır.
Sandıkoğlu Konağı
Sandıkoğlu Konağı, araştırmacılar tarafından 19. yüzyılın ilk yarısına tarihlendirilmektedir. Konağın zemin katı moloz ve kırma taşla örülmüş olup konsollarla genişletilmiş üst katın yan cepheleri taş örgülü, sokak cephesi ise ahşap sütrüktürlüdür. Üst katta avluya açılan hayatı, sokağa konsollarla taşırılmış odaları ile dış sofalı Türk evi tipinin özgün bir örneğidir. Ayrıca üst katın oda duvarlarında hayali İstanbul manzarası, vazoda çiçekler, panolar gibi resimleriyle de dikkat çekicidir. Birgi’de, Sandıkoğulları sülalesinin konutu iken bugün Belediye’ye ait olan bu yapı, Türk konut mimarlığının renkli ve özgün bir örneğidir.
Çakırağa Konağı
Ege Bölgesi’ne özgü mimari üslubu günümüze kadar korunmuş konaklarından birisi olan Çakırağa Konağı’nın inşaatının 1761 yılında Şerif Aliağa tarafından başlatıldığı bilinmektedir. Ancak konağın zengin, renkli ve süslemeli stili, tezyinatının 19. yüzyılın ilk yarısında yapılmış olduğunu göstermektedir.
Konak özellikle ahşap işçiliği ve panoramalarıyla dikkati çekmektedir. Bu süslemeler hiç bozulmadan günümüze kadar ulaşmıştır. Konak sahibinin İstanbullu ve İzmirli iki eşine ait olduğu belirtilen iki baş odadaki İzmir’in ve İstanbul’un 19. yüzyıl ortalarına ait çizimleri oldukça etkileyicidir. Günümüzde müze olarak hizmet veren yapının çevresinde yöre sakinlerinin ve özellikle de kadınların el işlerini ve kurutulmuş ürünlerini sattığı sergilikler yer almaktadır.
İmam-ı Birgivi kimdir?
Birgili diye de bilinmektedir. 10 Cemâziyelevvel 929 (27 Mart 1523) tarihinde Balıkesir’de doğdu. Asıl adı Takıyyüddin Mehmed olup Birgivî Mehmed Efendi diye şöhret bulmuştur. Zâviye mensubu âlim ve faziletli bir kişi olan babası Pîr Ali Balıkesir’de müderristi. Balıkesir’in Çay mahallesindeki kabri bugün de ziyaret edilmektedir. Dedesi Balıkesir Kepsut’a bağlı Bektaşlar köyünden İskender Efendi’dir. Annesi ise Meryem Hanım’dır.
Birgivî ilk tahsilini babasının yanında yaptı. Ondan Arapça, mantık ve diğer bazı ilimleri okudu, bu arada Kur’an’ı da ezberledi. Daha sonra İstanbul’a giderek Mahmutpaşa mahallesinde Küçük Şemseddin Efendi’den ders aldı. Ardından Haseki Medresesi’ne girdi; dönemin tanınmış âlimlerinden Ahîzâde Mehmed Efendi’nin ve daha sonra Rumeli kazaskeri olan, Kızıl Molla lakabıyla tanınmış Abdurrahman Efendi’nin öğrencisi oldu. İcâzet alarak müderrislik pâyesini elde etti. Ardından Abdurrahman Efendi’nin yanına mülâzım olup ihtisasını tamamladı. Bir süre bazı medreselerde müderrislik yaptı. Kanûnî döneminde hocası Abdurrahman Efendi’nin aracılığıyla Edirne kassâm-ı askerîsi olan Birgivî bu görevi süresince ders okutmaya devam etti. Bu arada camilerde vaaz veriyor, halkı Kur’an ve Sünnet’e uymaya davet ediyordu. Zamanında kabirler üzerine türbe yapılması, buralarda mum yakılması, ücret karşılığında Kur’an okunması gibi bid‘atlar ve ayrıca bâtıl itikadlarla, kadılar arasında rüşvetin yaygınlaşması, zengin çocuklarına ücretle ilmî pâyeler verilmesi gibi meşrû olmayan uygulamalara karşı da mücadele etti. Para vakfetmenin câiz olmadığını savunan Birgivî, İmam Züfer’in görüşüne ve örfe dayanarak bu tür vakıfların cevazına fetva veren Şeyhülislâm Ebüssuûd Efendi’ye ve onunla aynı görüşü paylaşan Kadı Bilâlzâde’ye reddiye olarak İnḳāẕü’l-hâlikîn, Îḳāżü’n-nâʾimîn ve ifhâmü’l-ḳāṣırîn ve es-Seyfü’ṣ-ṣârim adlı risâleleri yazdı. Ebüssuûd’un, esasen daha önceki Osmanlı ulemâsı arasında da tartışılan, hatta İmâm-ı Âzam’ın öğrencilerinin de farklı görüşler ileri sürdükleri bu konuda halk arasında fitneye yol açmaması hususunda Birgivî’ye nasihatte bulunduğu ve kendi fetvasına gerekçe olarak da hayır işlerinin kesilmesi endişesini dile getirdiği rivayet edilmektedir.
Halkın bid‘atları terketmesinden ümidini kesen Birgivî İstanbul’a gidip Bayramiyye tarikatı şeyhi Abdullah Karamânî’ye intisap ederek inzivaya çekildi. Edirne’de kassâm-ı askerî iken aldığı paraları defter kayıtlarına göre geri vererek hak sahiplerinden helâllik aldı. Ancak müridinin ders ve irşad faaliyetleri için geri dönmesini isteyen Abdullah Karamânî’nin de tavsiyesi üzerine, Sultan II. Selim’in hocası Birgili Atâullah Efendi’nin Birgi’de yaptırdığı medreseye müderris tayin edildi. İlmî ehliyetiyle kısa zamanda meşhur olan Birgivî’den ders almak isteyen pek çok talebe ülkenin her tarafından buraya akın etmeye başladı. Ömrünün geri kalan kısmını Birgi’de tedrîs, irşad ve telif faaliyetleriyle geçirmiş olması sebebiyle de Birgivî nisbesiyle şöhret buldu.
Hakkı söylemekten çekinmeyen Birgivî ömrünün sonlarına doğru tekrar İstanbul’a giderek Sadrazam Sokullu Mehmed Paşa’ya memleketteki adaletsizliklerle mücadele etmesi için tavsiyelerde bulunmuştur. Fıkıhta Hanefî, itikadda Mâtürîdî olan Birgivî Mehmed Efendi’nin biyografisinden bahseden bütün kaynaklar, onun Osmanlılar döneminde yetişmiş seçkin bir âlim olması yanında dinî ve ahlâkî şahsiyeti bakımından da mükemmel bir insan olduğu belirtir. Mehmet Ali Ayni Türk Ahlâkçıları adlı eserinde (I, 105) ondan, “Ahlâkçılarımız içinde Birgivî derecesinde mümtaz bir simaya nâdir tesadüf olunur. Çünkü onun dinî bilgisi ve bıraktığı eserleri ne kadar yüksek ise meslek ve meşrebi de o nisbette pâk, nezih ve metîn idi” şeklinde söz eder. Özellikle ahlâk ve fıkha dair eserlerinde klasik görüş ve bilgileri aktarması yanında kendi dönemindeki dinî, ahlâkî, sosyal ve siyasî meselelere özel bir önem vermesi, bunlarla ilgili şahsî görüşlerini ve tenkitlerini cesaretle ortaya koyması onun ilmî şahsiyetinin en dikkate değer yönüdür. Eserleri çağının sosyal hayatını ve problemlerini yansıtması bakımından da büyük önem taşır.
Birgivî son derece dürüst ve tavizsiz bir ilim adamıdır. Nitekim döneminde çok yaygın olan anlayışa rağmen hiçbir eserini herhangi bir devlet büyüğüne ithaf etmemiş, aksine devlet ileri gelenleri de dahil olmak üzere her seviyedeki yöneticilerde ve görevlilerde gördüğü kusurları cesaretle tenkit etmiştir. Özellikle memuriyetlerin rüşvet karşılığı satılması, kadılar, muhtesipler ve diğer görevlilerin rüşvet almaları, ehli olmayanlara ilmî ve idarî rütbeler verilmesi, bu yüzden cehaletin yaygınlaşması ile her türlü bid‘at ve hurafe Birgivî’nin şiddetle karşı çıktığı hususlardır (meselâ bk. eṭ-Ṭarîḳatü’l-Muḥammediyye, s. 72, 92, 182, 215-216, 219; Şerḥu’l-eḥâdîs̱i’l-erbaʿîn, s. 1-4). Birgivî’nin, bazı haksız menfaatlar elde ettiği, görevliler nezdinde nüfuz sağlayarak devlet işlerine karıştığı gerekçesiyle, II. Selim’in hocası olduğu için “Hâce-i Sultânî” diye şöhret bulan tanınmış âlim Atâullah Efendi’yi bile ikaz etmesi (bk. Ahmet Turan Arslan, s. 81), onun dürüstlük ve cesaretinin ilginç bir örneğidir.
Birgivî, kendisi de Bayramiyye müntesibi olmakla birlikte zamanında Sünnî esaslardan sapmış ve bid‘atlar ihdas etmiş olan bazı tasavvuf erbabını da eleştirmekten geri durmamış, hatta bir kısım mutasavvıfların bid‘at ve aşırılıklarını ortaya koyup tenkit etmek üzere el-Ḳavlü’l-vasîṭ beyne’l-ifrâṭ ve’t-tefrîṭ adlı bir de risâle yazmış olması yüzünden tasavvuf düşmanı olmakla itham edilmişse de bu iddia isabetsiz görülmüştür. Nitekim eṭ-Ṭarîḳatü’l-Muḥammediyye’nin şârihlerinden ünlü mutasavvıf Abdülganî en-Nablusî (ö. 1143/1731), Birgivî’nin Ehl-i sünnet esaslarına bağlı tasavvuf büyüklerini değil tasavvuf adına bir yığın bid‘at ve hurafe ortaya çıkaran sözde mutasavvıfları tenkit ettiğini belirtir (el-Ḥadîḳatü’n-nediyye, I, 155). Esasen onun eṭ-Ṭarîḳatü’l-Muḥammediyye’yi telif ederken Gazzâlî’nin İḥyâʾü ʿulûmi’d-dîn’inden çok geniş ölçüde faydalanmış olması da Sünnî tasavvufa bağlılığının açık bir delilidir. Öte yandan öğrencilerinden Akşehirli Hocazâde Abdünnasîr tarafından yazılan ve Kuşadalı Ahmed Efendi’nin Tercüme-i Evrâd-ı Birgiviyye adıyla Türkçe’ye çevirdiği, Birgivî’nin yirmi dört saatlik hayat kesitini anlatan bir risâlede de onun çok yoğun bir dinî ve tasavvufî hayat yaşadığı görülmektedir. Bununla birlikte Birgivî birçok Osmanlı ulemâsından farklı olarak sosyal gelişmeleri de tenkitçi bir yaklaşımla takip etmiştir. Nitekim daha sonraki birçok Osmanlı ilim ve devlet adamının, imparatorluğun içine düştüğü gerilemenin bünyevî sebepleri olarak gösterdiği ve başta devlet adamları, ulemâ, mutasavvıflar gibi seçkin zümreler olmak üzere toplumun çeşitli kesimlerinde hissedilen olumsuz sosyal ve ahlâkî gelişmeleri ve bunların doğuracağı tehlikeli sonuçları Birgivî’nin daha o zamandan görmesi, kendi dönemindeki Osmanlı ulemâsı içinde sosyal gelişmeleri takip eden az sayıdaki münevverlerden biri olduğunu gösterir. Başta eṭ-Ṭarîḳatü’l-Muḥammediyye olmak üzere eserlerinin her devirde büyük ilgi görmesi de ilmî dirayeti yanında dürüst, basiretli, cesur ve sosyal problemler karşısında sorumluluk duygusu taşıyan bir kişilik sahibi olmasının sonucu şeklinde değerlendirilmelidir.
Birgivî, başta el-ʿAvâmil ve İẓhâr olmak üzere Arap grameri konusunda kaleme aldığı eserlerle de İslâm ilimleri alanında büyük bir hizmet ifa etmiş ve haklı olarak yaygın bir şöhrete kavuşmuştur. İslâm dininin iki ana kaynağını oluşturan Kur’an ve Sünnet’in dili olan ve ayrıca İslâm medeniyetinin müşterek lisanı haline gelen Arapça’nın Arap olmayan müslüman milletler tarafından öğrenilebilmesi için büyük gayretlerin sarfedildiği bilinmektedir. İlmî Arapça’nın öğrenilmesinde onun gramerinin bilinmesinin büyük payı bulunduğu da şüphesizdir. Birgivî de, ana kuralların öğrenciler tarafından ezberlenmesi geleneğine uyarak kaleme aldığı el-ʿAvâmil risâlesinden başka onun şerhi durumundaki İẓhâr’ı telif etmiştir. Sağlam bir tertibe ve özlü bilgilere sahip olmanın yanında çeşitli nahiv kaidelerinin örneklerle açıklanması sırasında pedagojik esaslar ihtiva eden cümlelerin kaydedilmesi bu iki esere büyük itibar kazandırmış, asırlar boyu Arapça’nın öğrenilmesinde vazgeçilmez eserler listesindeki yerlerini korumalarını sağlamıştır. Şüphe yok ki söz konusu kitapların bu derece itibar görmesinde Birgivî’nin ilim ve din hayatındaki güçlü şahsiyetinin de önemli bir payı olmuştur.
Birgivî 981 yılı Cemâziyelevvel ayında (Eylül 1573) bir İstanbul seyahati sırasında vebaya yakalanarak hicrî yıla göre elli iki yaşında vefat etti ve Birgi’ye getirilerek burada defnedildi.