Avrupa İstatistik Ofisi'nin (Eurostat) paylaştığı ve 15 yaş ve üzeri kişilerin öngörülen ortalama çalışma sürelerini mercek altına alan rapor, Türkiye'nin işgücü piyasasına dair önemli ve bir o kadar da düşündürücü veriler sunuyor. Raporun ilk bakışta ortaya koyduğu tablo, Türkiye'deki ortalama çalışma süresinin 30,2 yıl olması ve bu sürenin Avrupa Birliği ortalaması olan 37,2 yıldan tam 7 yıl daha kısa olması. Bu durum, ilk anda "Türkler, Avrupalılardan daha az mı çalışıyor?" sorusunu akıllara getirse de, rakamların ardındaki gerçekler çok daha karmaşık ve derin sorunlara işaret ediyor.

Bu 30,2 yıllık ortalama, Türkiye'de istihdama katılımın ne kadar düşük olduğunun, özellikle gençlerin iş hayatına ne kadar geç atılabildiğinin ve kadınların işgücünden ne kadar erken koptuğunun bir yansıması. Gelişmiş ülkelerde, eğitim sisteminden mezun olan bir gencin hızla iş hayatına atılması ve emekliliğe kadar düzenli bir şekilde çalışması beklenirken, Türkiye'deki yüksek genç işsizliği, kayıt dışı ekonomi ve kadınların işgücüne katılımındaki engeller, bu ortalamayı aşağıya çekiyor. Dolayısıyla bu rakam, bir tembellik göstergesi değil, aksine yapısal bir istihdam krizinin ve potansiyelin kullanılamadığının bir kanıtı niteliğinde.

Avrupa'da zirve ve dip: Hollanda 43, romanya 32 yıl

Eurostat verileri, AB ülkeleri arasında da çalışma ömrü süresi açısından büyük farklılıklar olduğunu gösteriyor. Listenin zirvesinde, esnek çalışma modelleri ve yüksek istihdam oranlarıyla bilinen Kuzey Avrupa ülkeleri yer alıyor.

  • Zirvedeki Ülkeler: En uzun çalışma süresi, ortalama 43,8 yıl ile Hollanda'da bulunuyor. Onu, 43 yılla İsveç, 42,5 yılla Danimarka ve 41,4 yılla Estonya gibi ülkeler izliyor. Bu ülkelerde, hem kadınların hem de erkeklerin işgücüne katılım oranlarının yüksek olması, emeklilik yaşının daha ileri olması ve part-time çalışma gibi seçeneklerin yaygınlığı, ortalama çalışma ömrünü uzatıyor.

  • Listenin Sonundakiler: AB ülkeleri arasında en düşük çalışma süresi ise, 32,7 yılla Romanya'da ve 32,8 yılla İtalya'da görülüyor. Bu ülkeleri, 34,8 yılla Hırvatistan, Yunanistan ve Bulgaristan takip ediyor.

Bu tabloya bakıldığında, Türkiye'nin 30,2 yıllık ortalamasıyla, AB'nin en düşük performans gösteren ülkelerinden bile daha geride kalması, ülkenin ekonomik ve sosyal yapısındaki sorunların ne kadar derin olduğunu bir kez daha ortaya koyuyor.

Asıl trajedi kadınlarda: 20.7 yılla avrupa'nın en dibindeyiz

Raporun en çarpıcı ve Türkiye adına en utanç verici verisi ise, cinsiyete dayalı çalışma süresi dağılımında ortaya çıkıyor. Türkiye'de bir erkeğin ortalama çalışma ömrü 39,3 yıl olarak hesaplanırken, bu süre AB erkek ortalaması olan 39,2 yıla oldukça yakın. Bu durum, Türk erkeklerinin istihdam piyasasındaki konumunun Avrupalı akranlarından çok da farklı olmadığını gösteriyor.

Ancak kadınlara gelindiğinde, tablo adeta bir trajediye dönüşüyor. AB'de bir kadın ortalama 35 yıl çalışırken, Türkiye'de bir kadının ortalama çalışma süresi sadece 20,7 yıla düşüyor. Bu, bir Türk kadınının, Avrupalı bir hemcinsine göre hayatı boyunca ortalama 14 yıl daha az çalıştığı anlamına geliyor. Bu rakam, Eurostat'ın incelediği tüm ülkeler (AB üyesi, aday ve potansiyel aday ülkeler) arasındaki en düşük oran. Yani Türkiye, kadınların çalışma ömrü konusunda Avrupa'nın en dibinde yer alıyor.

Neden böyle? Kadınları iş hayatından koparan nedenler

Peki, Türkiye'de kadınlar neden iş hayatından bu kadar erken ve bu kadar kitlesel bir şekilde kopuyor? Bu durumun arkasında, birbiriyle iç içe geçmiş bir dizi sosyal, kültürel ve ekonomik neden yatıyor.

Meyve fiyatlarında tarihi zirve
Meyve fiyatlarında tarihi zirve
İçeriği Görüntüle
  • Toplumsal Cinsiyet Rolleri: Türkiye'de hala hakim olan geleneksel toplumsal cinsiyet rolleri, kadının birincil görevini "annelik" ve "ev işleri" olarak tanımlıyor. Bu durum, kadınların kariyer hedeflerini ikinci plana atmalarına veya evlilik ve çocuk sahibi olma gibi süreçlerin ardından iş hayatından tamamen çekilmelerine neden oluyor.

  • Çocuk ve Yaşlı Bakım Yükü: Devlet tarafından yeterli, yaygın ve erişilebilir kreş, gündüz bakımevi ve yaşlı bakım hizmetlerinin sunulmaması, çocuk ve yaşlı bakım yükünün neredeyse tamamen kadınların omuzlarına yüklenmesine yol açıyor. Bu durum, kadınları çalışma hayatı ile ailevi sorumlulukları arasında bir seçim yapmaya zorluyor.

  • İş Piyasasındaki Ayrımcılık: İşverenlerin, evli veya çocuk sahibi kadınlara karşı uyguladığı örtük veya açık ayrımcılık, işe alım ve terfi süreçlerinde kadınların önüne engeller çıkarıyor. "İşe mi odaklanacak, çocuğuna mı?" şeklindeki önyargılar, kadınların kariyer gelişimini engelliyor.

  • Eğitim ve Mesleki Yeterlilik: Kadınların erkeklere oranla daha düşük eğitim seviyelerine sahip olması ve mesleki becerilerini geliştirecek fırsatlara daha az erişebilmesi de, onların güvencesiz ve düşük ücretli işlerde yoğunlaşmasına veya işgücü piyasasının tamamen dışında kalmasına neden oluyor.

20,7 yıllık bu ortalama, sadece bir istatistik değil, aynı zamanda Türkiye'deki milyonlarca kadının potansiyelinin nasıl israf edildiğinin, ekonomik bağımsızlıklarının nasıl engellendiğinin ve toplumsal kalkınmanın önündeki en büyük engellerden birinin somut bir kanıtıdır. Bu tablo değişmeden, Türkiye'nin sürdürülebilir bir ekonomik ve sosyal kalkınma yakalaması mümkün görünmüyor.

Kaynak: HABER MERKEZİ