Türkiye İstatistik Kurumu'nun (TÜİK) merakla beklenen 2025 yılı ikinci çeyrek Gayrisafi Yurt İçi Hasıla (GSYH) verileri, ekonominin vitrinindeki parlak rakamların ardında yatan çelişkili yapıyı bir kez daha gözler önüne serdi. Açıklanan rakamlara göre Türkiye ekonomisi, Nisan-Haziran döneminde bir önceki yılın aynı dönemine göre %4,8'lik bir büyüme kaydetti. Ancak bu manşet rakam, ekonominin hangi sektörler üzerinde yükseldiğini ve bu büyümenin topluma nasıl yansıdığını gizlemeye yetmiyor. Verilerin detayları incelendiğinde, ekonomik büyümenin lokomotifinin bir kez daha inşaat sektörü olduğu görülüyor. İnşaat sektörü, yılın ikinci çeyreğinde yıllık bazda %10,9 gibi baş döndürücü bir oranda büyüyerek tüm sektörleri geride bıraktı. Bu devasa büyüme oranı, ekonominin üretimden çok ranta ve betona dayalı yapısının devam ettiğine dair en net gösterge oldu. İnşaatı, %7,1 ile bilgi ve iletişim faaliyetleri ve %6,1 ile sanayi sektörü takip etti. Ticaret, ulaştırma ve konaklama gibi hizmet sektörleri de %5,6'lık bir artış gösterse de hiçbirinin performansı inşaatın yanına yaklaşamadı. Bu tablo, hükümetin ekonomi politikalarının önceliğinin hala üretim, teknoloji veya tarım yerine inşaat projeleri olduğunu ve bu alana yapılan kamu ve özel sektör harcamalarının büyümeyi sırtladığını ortaya koyuyor. Ancak uzmanlar, sadece inşaata dayalı bir büyüme modelinin sürdürülebilir olmadığı ve gelecekte ekonomik kırılganlıkları artırabileceği konusunda uyarıyor.

Tarlada ve kamuda alarm zilleri

Ekonominin bir kanadı betona dayalı projelerle uçuşa geçerken, ülkenin gıda güvenliğinin ve toplumsal refahın temeli olan diğer kanatları ise adeta kanat çırpamadı. TÜİK verilerindeki en endişe verici tablo, tarım sektöründe yaşandı. Artan mazot, gübre, tohum ve ilaç fiyatları altında ezilen, emeğinin karşılığını alamayan çiftçinin feryadı rakamlara da yansıdı. Tarım, ormancılık ve balıkçılık sektörü, yılın ikinci çeyreğinde bir önceki yılın aynı dönemine göre %3,5 küçülerek ekonominin en zayıf halkası oldu. Bu keskin düşüş, gıda enflasyonunun neden kontrol altına alınamadığını ve pazar tezgâhlarındaki fiyatların neden el yaktığını da açıkça gözler önüne seriyor. Üretimden kopan çiftçi, tarlasını ekemez hale gelirken, Türkiye gıda arzı konusunda giderek daha kırılgan bir yapıya bürünüyor. Ekonomideki bir diğer daralma ise vatandaşın doğrudan hizmet aldığı alanlarda yaşandı. Kamu yönetimi, eğitim, insan sağlığı ve sosyal hizmet faaliyetlerini içeren sektörde %1,2'lik bir küçülme kaydedildi. Bu veri, kamunun eğitim ve sağlık gibi en temel hizmetlerde dahi harcamalarını kıstığını ve tasarruf faturasının vatandaşa kesildiğini gösteriyor. Devletin nihai tüketim harcamalarının da yıllık bazda %5,2 azalması bu durumu teyit eder nitelikte. Kısacası, ekonomi kâğıt üzerinde büyürken, bu büyüme ne çiftçinin tarlasına ne de vatandaşın aldığı kamu hizmetine yansımış görünüyor.

İzmir’de zorunlu trafik sigortası primleri arttı: Araç sahipleri dikkat!
İzmir’de zorunlu trafik sigortası primleri arttı: Araç sahipleri dikkat!
İçeriği Görüntüle

Tüketiyoruz ama üretmiyoruz: İthalat patladı

Büyümenin harcama kalemleri incelendiğinde ise ekonominin bir başka zayıf karnı ortaya çıkıyor: Tüketime dayalı, borçlanmayı ve ithalatı körükleyen bir yapı. Yerleşik hanehalklarının yani vatandaşların nihai tüketim harcamaları, yılın ikinci çeyreğinde bir önceki yıla göre %5,1 arttı. Bu durum, yüksek enflasyona rağmen iç talebin canlı kaldığını ve büyümenin önemli bir motorunun vatandaşların harcamaları olduğunu gösteriyor. Yatırımlar olarak da bilinen gayrisafi sabit sermaye oluşumundaki %8,8'lik artış olumlu bir sinyal olarak görülse de dış ticaret verileri tehlike sinyalleri veriyor. Aynı dönemde mal ve hizmet ihracatı reel olarak sadece %1,7 artarken, ithalat ise adeta patlayarak %8,8 oranında arttı. İthalatın ihracattan neredeyse beş kat daha hızlı artması, Türkiye'nin dış ticaret açığının daha da büyüyeceği ve cari açık sorununun devam edeceği anlamına geliyor. Yani Türkiye, büyümek için daha fazla tüketiyor, ancak bu tüketimi karşılamak için yerli üretim yerine ithalata yöneliyor. Bu durum, ülkenin döviz ihtiyacını artırarak ekonomiyi dış şoklara karşı daha da savunmasız hale getiriyor. Üretmeden tüketmeye dayalı bu model, sürdürülebilir bir refah artışından çok, geleceğe yönelik riskleri biriktiren bir yapı sunuyor.

Pasta büyüdü, emekçinin dilimi küçüldü

TÜİK'in açıkladığı veriler arasında belki de en can alıcı olanı, yaratılan gelirin toplum kesimleri arasında nasıl paylaşıldığını gösteren rakamlardı. Bu rakamlar, milyonlarca ücretli çalışanın "madem ekonomi büyüyor, biz neden geçinemiyoruz?" sorusunun da matematiksel cevabını veriyor. Verilere göre, 2025'in ikinci çeyreğinde toplam işgücü ödemeleri, yani maaş, ücret ve sosyal güvenlik katkılarının toplamı bir önceki yıla göre %42,0 arttı. Aynı dönemde şirket kârları ve sermaye gelirlerini ifade eden net işletme artığı/karma gelirdeki artış ise %46,3 oldu. Bu durum, sermaye sahiplerinin gelirlerinin, ücretli çalışanların gelirlerinden daha hızlı arttığını gösteriyor. Asıl çarpıcı tablo ise bu gelirlerin toplam ekonomi içindeki payında ortaya çıktı. Geçen yılın aynı döneminde Gayrisafi Katma Değer içinde işgücü ödemelerinin payı %38,8 iken, bu yıl %38,4'e geriledi. Buna karşılık, sermayenin aldığı pay ise %39,5'ten %40,2'ye yükseldi. Kısacası, yaratılan toplam refah pastası büyümüş olsa da, bu pastadan emekçilerin, işçilerin, memurların aldığı dilim oransal olarak küçülürken, sermaye sahiplerinin, patronların aldığı dilim daha da büyüdü. Bu tablo, Türkiye'de büyümenin nimetlerinin adil paylaşılmadığını, gelir dağılımı adaletinin giderek bozulduğunu ve ücretli kesimin reel olarak yoksullaştığını istatistiksel olarak kanıtlıyor.

Kaynak: HABER MERKEZİ