Fevzi Efe Sekitmez/ İzmir’de sokakları aylakça dolaşırsanız biliniz ki sizin de yolunuz Selim’in yolundan geçecektir. İzmir’in arka sokaklarını, körfezin alışıldık kokusunu ve tıpkı şurup şişesinde gibi yavaş şehrin, sizi sizden daha büyük bir olguya sürüklemesi işten bile değil...

İlk izlediğimde beni sarsan filmlerden birisiydi; Körfez... İzmir'in, kentin sokaklarında dolaşan, arka mahalleleri adımlayan bir aylağın öyküsü. Yönetmeni de doğma büyüme İzmirli. İşte Emre Yeksan'ı tanımak ve onunla sinema konuşmak kaygısı bu şekilde düştü içime...Kendisine ulaşıp konuşmak istediğimi söyledim. Hiç kırmadan kabul etti.

Omzunda asılı kırmızı bez çantasıyla mütevazi hatta özensiz, sıradan bir kılıkta girdi içeriye buluşacağımız mekanın kapısından.

"İzmir'den sinemacı çıkmıyor mu?" diye sordum.

Önce biraz şaşırdı sanırım. Karşısındaki bu genç adam neden böyle girmişti konuya anlam veremedi. Oturdu sonra masaya, başladı anlatmaya;

"Eskiden sinemada İzmirli yönetmenlerin ağırlığının olduğu bir dönem vardı... Hatta bir dönem için... En azından Dokuz Eylül Üniversitesi mezunlarının sektörde en aktif insanlar olduğunu söyleyebiliriz. Dolayısıyla aslında kimin nereden geldiği çok önemli olmasa da bu sektörün parası da suyu da İstanbul'da dönüyor. Yani işin yürütme kısmı ve finans işleri hem de aslında projelerin ortaya çıkması İstanbul merkezli. İşin, yapım ve projelerin üretim süreçlerinin merkezileşmesi dünyanın her yerinde aynıdır. Filmlerin projesi İstanbul'da oluşturulur, sonra farklı yerlerde çekime gidilir ve üretime geçilir anlayacağın. Yani dolayısıyla işin o açıdan merkezi İstanbul oluyor. Buralarda yerellerin yapabileceği şey en fazla işte projenin çekileceği yer İzmir'dir. Gider orada çekersin, yerel sinemacılardan destek alırsın. İşte biraz belediye onu zaten Sinema Ofisi ile denemeye çalıştı..."

Gaziemir'de bir kadın, boşanma aşamasında olduğu erkek tarafından öldürüldü Gaziemir'de bir kadın, boşanma aşamasında olduğu erkek tarafından öldürüldü

İZMİR’İN SİNEMA OFİSİ HİKAYESİ

Belediyenin Sinema Ofisi projesinin politik kaygılarla boğuşan bir proje haline geldiğini belirten Yeksan, “Evet, Sinema Ofisi hikayesi... Belediyelerin bu konudaki beceriksizliği bilinen bir şey. Ve işleyebilen bir sistemde başkan değişti, başkan değiştiğinde biliyorsunuz bizim ülkemizde bütün hikaye değişiyor. Şimdi dünyada yani siyasetin daha az kutuplu ve daha az stabil işleyebildiği liberal ekonomilerde -övgü olarak söylemiyorum bunu- festival düzeni otonom işler; bir festival başkanı olur, 25 sene başkan olur, başa işte milliyetçi parti de gelse o devam eder, solcu da gelse, sosyal demokrat birisi de gelse değişmez festival başkanı. Bizde belediye başkanı değişir festivalin bütün yönetimi gider. Süreklilik kopuk; kültür iktidarı, politik iktidarının önüne geçemiyor galiba... Bizde öyle bir durum var. Burada kültür meselesi muhafazakarlık üzerinden, İslam üzerinden, sekülerlik üzerinden bir sürü etkilenen ve dönüştürülmeye çalışılan bir alan. İzmir örneğinde baktığımızda parti değişmeden başkan değiştiğinde bile çok etkilenebiliyor. Kültür savaşı diyelim. Türkiye burjuva siyasetinde. Onun etkisini görüyoruz. Buralarda da öyle sorunlar oluyor. Müthiş bir tekinsiz his” diye konuştu.

DARAĞAÇ: ŞEHİRDE BİR ALTERNATİF Mİ YARATIYOR?

İzmir’de anaakım sinemaya alternatif yaratan alanların olduğunu ama bu alanların işlerliği konusunda şüphelerini aktaran Yeksan, “Sinemada tabii ki kapitalizm söz konusu; para nerede dönüyorsa hikaye de orada dönüyor. Ancak Darağaç gibi, İzmir Kısa Film Festivali gibi birtakım girişimler var. Yıllardır da sürer. Bunlar; Darağaç örneğinde olduğu gibi maddi süreçler açısından alternatif olma çabası ve arzusu güden topluluklar. Bizim son çektiğimiz kolektif film ‘Mutluluğun Kristali’ filminde Darağaç'tan arkadaşlar da dahil oldu sürece. Yine de bizim kendi aramızda çok tartıştığımız bir konu; bir taraftan tamamen otonom bir şey yapmak mümkün değil... Kapitalizm bu kadar her alanda varken artık. 1960'larda kırsal kesimlerde kapitalizmin sızmadığı bölgeler vardı. Ya da şehrin içinde belki daha otonom alanlar yaratma çabasının kendisinin bir anlamı vardı. Artık bugün için pek tartışılabilir bir şey değil. Her yaptığımız her şey de orada. Özellikle bunu biraz daha üretim kısmını da düşünerek, bir politik çabayla yapıyorsa ve orada sadece içerik olarak alternatif değil de yapılış biçimi olarak da alternatif bir şey yapmaya çalışıyorsa, kolektif bir iş üretmeye çalışıyorsan işler senin istediğin gibi ilerleyemiyor. Dolayısıyla oralarda çizgileri nereye çekeceğiz biz? Bu durumda işin istediğimiz politik duruşunun olması imkansız. Belli açılardan ödün vereceğiz. İzmir'in de dahil taşranın bu açıdan farklı bir avantajı var bence. Ben o yüzden bunu bir potansiyel olarak görmeyi seviyorum. Sinemada bence bunun karşılığı çok nadir olarak var. Bir en iyi örnek Ali Kemal Çınar'dır benim için. Diyarbakır'da İstanbul'la hiçbir ilişki kurmadan yapım süreçlerinde kendisini dönüştürebildiği ve minimal şeyler, çok küçük işler çekerek sanatını sürdüren enteresan ve güzel bir örnek” dedi.

Darağaç

KİM KARAR VERİYOR BU FİLMİN İYİ OLDUĞUNA!

Dijital platformların pazarın dışında kalan masum alanlar olmadığının altını çizen Emre Yeksan şunları söyledi:

“Piyasa dediğimiz bir bütün. Ama onun içinde alt piyasaları var. Bir tarafa ana akım diyoruz, ticari diyoruz, kitle sineması diyoruz... Diğer tarafa alternatif diyoruz, bağımsız diyoruz, festival sineması diyoruz, sanat sineması diyoruz... Bütün bu adlandırmalar bence tam doğru bir yere denk gelmiyor. Ama bana kalırsa ‘ana akım’ ve ‘niş’ işi daha piyasanın içindeki bir yerden tanımlıyor. Niş olan işlerin piyasa araçları en temelde festivaller. Festivalleri tanımlamak gerekirse, bunlar temelde anlatısal modaları belirleyen kuruluşlar. Onun dışında şu anda Mubi gibi bir platform var. Yani festivaller kadar büyük hatta şu an. Mubi'de festivallerden satın aldıkları filmlerle buraya kadar geldi. Ancak şimdi mesela festival pazarının dışında kalan şeyleri de alıyor. Şimdi Mubi tabii ki; Amazon, Netflix gibi mecralardan çok da farklı değil. Hepsi bir pazarın paydaşı. Diğerleri daha büyük paya sahip. Ve daha büyük işlerin peşinde. Mubi sürümden kazanan daha küçük ve belli bir niş zevke odaklı bir yer. Ancak platformlar sonuçta festival gibi açık şeyler değil. Onlar şirket en nihayetinde. Dolayısıyla alacağı metayı takip edecek, kovalayacak insanlar var orada. Dolayısıyla hani sizin bir dağıtım şirketiniz varsa, Mubi'ye ‘15 tane film var bende. A bunlara bak’ diyebilirsiniz. O da bakar tabii ki. Değerlendirir yani. Bir iletişimsizlik yok. Festivallerin başvuru süreçleri gibi açıktan bir şey gönderip baktıramıyoruz. Ama dağıtımcılar ve piyasanın ticari aktörleri Mubi ile ilişki içinde zaten. Mubi’nin sanki bağımsız ve ticari mantıktan azade bir kurummuş gibi ele alınması sinir bozucu bir yanlış anlaşılma... Yoksa sinemaya yeni bir soluk getirmediğini söyleyemeyiz. Barış Demirdelen'in ‘Aynı İpte Asılı’ yakın zamanda Mubi'de gösterime girdi. Yurt dışında ve Türkiye'de hiçbir festivalin almadığı bir filmi almak niş işler için bir soluk alma noktası yaratıyor.”

FESTİVALE BAŞVURMAK BİLE CEP YAKIYOR

Son olarak festival sürecinin nasıl işlediğini anlatan Yeksan, ‘Fakir sinema’ olarak adlandırdığı arkasında büyük şirketlerin olmadığı filmlerin yolculuğu için şu şekilde konuştu:

“Özellikle büyük festivallerde platform kullanmıyorlar. Açık başvuru yapıyorsun. Başvuru ücreti çok yüksek oluyor. Dolayısıyla biz o paraları vermeden göstermenin yolunu arıyoruz hep. Fakir sinemada durum bu... Yapımcılar Meslek Birliği'nin festivallerle anlaşmaları var. O festivallerden karar mekanizmasına bildiren 10-15 kişilik ekip var. İki kişi Türkiye'ye geliyor. O festival programından programcı geliyor, 15 tane film izletiliyor ona. ‘13 tanesine hiç gerek yok. Şu iki tanesini alıp diğer arkadaşlara da izletelim, bunlardan bir şey belki gelir’ diyerek seçiyorlar.

Bizim son kolektif işlerimizden bir tanesini kendi ilişkilerimizle açıktan gönderdik. Bu arkadaşlar benim daha önceki filmleri bilen de insanlar. İzlemediler. Burada kapalı bir kapı var. Ama tabii ki mesela Körfez o anlamda aradan sıyrılan filmlerden biri oldu. Bizim Venedik'te bir ilişkimiz yoktu Körfez seçildiği zaman. Onlar gelip İstanbul'da izlediler. İzler izlemez aradılar bizi. O ilişkileri sürdürebilmek için belki bir şekil vermem gerektiği fikriyle davranmış olabilirim...”

Muhabir: Fevzi Efe Sekitmez