Pandeminin yarattığı küresel şok ve ardından gelen yüksek enflasyonist baskının yavaş yavaş dağılmasıyla birlikte, dünya ticareti yeniden canlanma dönemine girdi. Bu canlanmanın en belirgin şekilde hissedildiği sektörlerin başında ise, yıllık 500 milyar doları aşan devasa bir hacme sahip olan hazır giyim ve konfeksiyon sektörü geliyor. Küresel ithalatın en büyük iki lokomotifi olan Avrupa Birliği (AB) ve Amerika Birleşik Devletleri (ABD), bu yılın ilk çeyreğinde giyim harcamalarını artırarak ithalat rakamlarını çift haneli büyüme oranlarına taşıdı. Bu, küresel tedarikçiler için kaçırılmaması gereken devasa bir fırsat penceresi anlamına geliyordu.

Ancak, dünyanın en büyük hazır giyim tedarikçilerinden biri olan ve özellikle Avrupa'ya olan yakınlığıyla her zaman stratejik bir avantaja sahip olan Türkiye, ne yazık ki bu küresel toparlanma partisinin davetsiz misafiri konumunda kaldı. Rakiplerimiz pazar paylarını artırırken, Türk hazır giyim sektörü, kendi iç sorunları ve özellikle de kontrol edilemeyen maliyet artışları nedeniyle bu tarihi fırsatı adeta elinin tersiyle itti. Artan işçilik, enerji ve hammadde maliyetleri, Türk ürünlerini uluslararası pazarlarda rakiplerine göre daha pahalı hale getirince, küresel alıcılar rotalarını daha ucuz alternatiflere çevirdi. Bu durum, Türkiye'nin sadece pazar payı kaybetmesine değil, aynı zamanda büyüyen bir pazarda küçülmesine neden olarak, sektörün geleceği hakkında ciddi endişe ve alarm zillerinin çalmasına yol açtı.

Avrupa'nın vitrininde alarm: AB pazarı büyüyor, türk ihracatı küçülüyor

Türk hazır giyim sektörünün en büyük ve en geleneksel pazarı olan Avrupa Birliği'nden gelen rakamlar, tehlikenin boyutunu net bir şekilde ortaya koyuyor. 2025 yılının ilk çeyreğinde, AB'nin toplam hazır giyim ve konfeksiyon ithalatı, bir önceki yılın aynı dönemine göre değer bazında yüzde 11,6'lık muazzam bir artışla 49,1 milyar Euro'ya ulaştı. Miktar bazında ise artış yüzde 11,8'i bularak 2 milyon ton olarak gerçekleşti. Bu, Avrupalı tüketicilerin yeniden alışverişe döndüğünü ve mağazaların stoklarını doldurmak için yoğun bir şekilde sipariş verdiğini gösteriyor.

Daha da önemlisi, AB'nin, Birlik dışındaki ülkelerden yaptığı ithalattaki artış, genel ortalamanın bile üzerinde gerçekleşti. AB dışı ülkelerden yapılan ithalat, değer bazında yüzde 20,8, miktar bazında ise yüzde 20,3 gibi rekor bir oranda arttı. Bu pastadan en büyük dilimi alan ülke ise, yüzde 27,1'lik pazar payı ve yüzde 29,2'lik ihracat artışıyla yine Çin oldu.

Peki, pazar bu kadar büyürken Türkiye ne yaptı? Ne yazık ki, rakamlar tam bir hayal kırıklığını yansıtıyor. AB'nin en büyük üçüncü hazır giyim tedarikçisi olma konumunu sürdürse de, Türkiye'nin bölgeye ihracatı hem değer hem de miktar olarak geriledi. AB'nin 2025'in ilk çeyreğinde Türkiye'den yaptığı ithalat, değer bazında yüzde 0,9 oranında azalarak yaklaşık 2,2 milyar Euro'ya düşerken; miktar bazında yaşanan kayıp ise çok daha sert oldu. Miktar bazındaki ihracat, yüzde 4,4'lük bir düşüşle 82 bin tona geriledi. Bu, Türkiye'nin artık sadece daha az mal satmakla kalmayıp, sattığı maldan daha az gelir elde etmeye başladığı anlamına geliyor. Büyüyen bir pazarda bu denli bir kan kaybı yaşanması, fiyat rekabetinde ne kadar geriye düştüğümüzün en acı kanıtıdır.

Fiyat rekabeti canavarı: artan maliyetler türk tekstilini nasıl vurdu?

Sektör temsilcileri ve ekonomi analistleri, bu olumsuz tablonun arkasındaki temel nedenin, son yıllarda Türkiye'de yaşanan ve kontrol altına alınamayan maliyet artışları olduğu konusunda hemfikir. Özellikle asgari ücrete yapılan yüksek oranlı zamlar, kurdaki dalgalanmalar, enerji fiyatlarındaki artış ve hammadde maliyetleri, Türk üreticisinin fiyat rekabeti gücünü adeta dinamitledi.

Türkiye, uzun yıllardır kalite, hızlı teslimat ve esnek üretim gibi avantajlarıyla öne çıkıyordu. Ancak, Bangladeş, Vietnam, Pakistan ve hatta Mısır gibi rakiplerle aradaki fiyat makası, artık Avrupalı alıcıların kalite ve hız avantajını göz ardı etmesine neden olacak kadar açılmış durumda. Küresel markalar, üç kuruş daha ucuza mal edebilmek için, üretimlerini binlerce kilometre daha uzaktaki bu ülkelere kaydırmaktan çekinmiyor. Özellikle temel ürün gruplarında (tişört, pantolon, iç çamaşırı vb.), fiyat en belirleyici faktör olmaya devam ediyor ve Türkiye, bu alanda Asyalı rakipleriyle başa çıkmakta zorlanıyor. Bu durum, Türk hazır giyim sektörünün, sadece ucuz iş gücüne dayalı bir üretim modelinin artık sürdürülebilir olmadığını ve acilen katma değeri daha yüksek alanlara yönelmesi gerektiğini gösteriyor.

Kaçan fırsat: ABD pazarında da hayal kırıklığı

Türk hazır giyim sektörünün hedef pazarları arasında ilk sıralarda yer alan ve özellikle ABD'nin Çin ile yaşadığı tarife savaşları nedeniyle büyük bir fırsat kapısı olarak görülen Amerika pazarından gelen haberler de pek parlak değil. ABD pazarında da, AB'ye benzer bir şekilde, güçlü bir talep artışı yaşandı. 2025'in ilk çeyreğinde ABD'nin hazır giyim ithalatı, yüzde 9,4'lük bir artışla 26,9 milyar dolara ulaştı.

Ancak, Çin'den boşalan bu pazarı dolduranlar, yine Türkiye değil, Güneydoğu Asya ülkeleri oldu. Vietnam, Bangladeş, Hindistan ve Kamboçya gibi ülkeler, ABD'ye olan ihracatlarını rekor seviyelerde artırarak, bu fırsatı en iyi şekilde değerlendirdi. Türkiye'den yapılan hazır giyim ve konfeksiyon ithalatı ise, bu büyüyen pazarda yüzde 0,6'lık bir düşüşle 203,8 milyon dolardan 202 milyon dolara geriledi. Yılın ilk yarısında kaydedilen yüzde 1,2'lik sınırlı artış ise, pazarın genel büyüme oranının çok altında kalarak, ABD pazarında da pazar payı kaybettiğimizi teyit ediyor. Bu tablo, maliyet sorununun sadece AB pazarında değil, küresel ölçekte bir rekabet gücü sorununa dönüştüğünü gösteriyor.

Sektörün gelecek yol haritası: 'ucuz değil, değerli' olmak

Yaşanan bu olumsuz gelişmeler, Türk hazır giyim ve tekstil sektörü için bir yolun sonuna gelindiğini ve acilen yeni bir strateji belirlenmesi gerektiğini ortaya koyuyor. Artık, sadece fiyata dayalı bir rekabet anlayışıyla küresel pazarlarda var olmanın mümkün olmadığı anlaşılmış durumda. Sektörün geleceği, "daha ucuza üretmekten" değil, "daha değerli üretmekten" geçiyor.

Bu yeni yol haritasının temel taşları ise şunlar olmalı:

  • Markalaşma ve Tasarım: "Başkalarına fason üretim yapan ülke" imajından kurtularak, kendi markalarını yaratan, kendi koleksiyonlarını tasarlayan ve dünya modasına yön veren bir konuma gelmek.

  • Katma Değerli ve Teknik Tekstiller: Geleneksel giyim ürünleri yerine, teknik özelliklere sahip (su geçirmez, yanmaz, antibakteriyel vb.), akıllı tekstiller, fonksiyonel spor giysileri ve koruyucu iş elbiseleri gibi niş ve kârlılığı yüksek alanlara yatırım yapmak.

  • Sürdürülebilirlik ve Yeşil Üretim: Özellikle Avrupalı ve Amerikalı tüketicilerin giderek daha fazla önem verdiği sürdürülebilirlik kavramını, üretim süreçlerinin merkezine yerleştirmek. Organik pamuk kullanımı, su ve enerji tasarrufu sağlayan üretim teknikleri, geri dönüştürülmüş materyaller ve adil çalışma koşulları, Türk hazır giyim sektörü için en önemli rekabet avantajlarından biri haline gelebilir.

    Bir bira grubuna daha zam  geldi: 117 TL oldu!
    Bir bira grubuna daha zam geldi: 117 TL oldu!
    İçeriği Görüntüle
  • Dijitalleşme ve E-İhracat: Üretimden pazarlamaya kadar tüm süreçlerde dijital teknolojileri kullanarak verimliliği artırmak ve e-ihracat platformları aracılığıyla dünyanın dört bir yanındaki nihai tüketicilere doğrudan ulaşmak.

Sonuç olarak, Türk hazir giyim sektörü, tarihi bir yol ayrımında. Ya artan maliyetler ve kısır fiyat rekabeti sarmalında kan kaybetmeye devam edecek ya da stratejik bir vizyonla, kendini daha değerli, daha teknolojik ve daha sürdürülebilir bir geleceğe taşıyacak. Bu zorlu sınavdan başarıyla çıkmanın yolu, ucuz olmaktan değil, vazgeçilmez olmaktan geçiyor.

Kaynak: HABER MERKEZİ