Bahar EMREOĞLU/Taş ya da maden işletmeleri tarafından yok edilen bir tepe, kirli havayı soluyarak yaşamak zorunda kalan milyonlarca insan, açık kanalizasyon kadar kirli akan dereler, nehirler, tarım ilaçları ile kirletilmiş tarlalar, müsilaj kaplamış deniz yüzeyleri, kimyasallara bulaşmış topraklar, yok edilen ormanlar...
Günümüzde çevre sorunları olarak nitelenen ve hemen hepsi aşırı üretim, aşırı tüketim ve büyümek zorunda olan ekonomiler olarak özetleyebileceğimiz bir sistemin çıktıları bunlar. Yaşam alanlarının doğrudan tahribatı ve yaşam hakkının ihlali anlamına gelen bu ekolojik sorunlara karşı mücadele etmeye, bugünü ve geleceğini korumaya çalışanlar ise; yoksul köylüler, çevre aktivistleri...
Tüm dünyada ve ülkemizde insanların, çevre sorunları karşısında ilk başvurdukları yer kuşkusuz hukuksal süreçler oluyor. Öyle ya, Anayasa’da “Herkes sağlıklı bir çevrede yaşama hakkına sahip. Çevreyi ve doğayı korumak yurttaşların ve devletin ödevi” yazıyor. (Anayasa 56. Madde)
Peki hukuk, tüm bu doğa yıkımı projelerine karşı insanları, doğayı koruyor mu? Bu soruyu İzmir’de yaşayan çevre hukukunun iki önemli ismine sorduk. Ülkenin dört bir yanında birçok çevre davası olan Avukat Arif Ali Cangı ve Avukat Cem Altıparmak’la çevre sorunları ve hukuku konuştuk.
Avukat Arif Ali Cangı
TÜRKİYE’DE ÇEVRE HUKUKUNUN BAŞLANGICI
Çevre sorunlarındaki artışın çevre ile ilgili tedbirlerin alınması gerekliliğini ortaya çıkardığını belirten Cangı, çevre hakkının uluslararası sözleşmeler, ulusal Anayasa ve yasalarla koruma altına alınmasının bu hakkı ihlal eden faaliyetlerin yargısal denetimle korunmasının da önünü açtığını söylüyor. Cangı, “1990’lı yıllarından başından itibaren İzmir Çevre Avukatlarının deneyimledikleri pratiklerle Türkiye Çevre Hukuku çok iyi bir başlangıç yapmıştı. Yatağan, Kemerköy, Yeniköy Termik Santrallerinin kapatılması, Bergama Ovacık Altın Madeni’nin çevresel etki değerlendirmesinin ve İzmir kent içinde planlanan Kordon Yolu projesinin iptali davalarında elde edilen hukuksal kazanımlar ekoloji hareketine moral ve meşruiyet kazandırdı” ifadelerini kullandı.
“ÇEVRE HUKUKUNU ZEDELEYEN DÜZENLEMELER YAPILDI”
Bu yargı kararlarının ne pahasına olursa olsun kalkınma anlayışını reddeden, korumayı önceliğine alan kararlar olması nedeniyle hükümetler tarafından hiç sevilmediğini belirten Cangı, çevre hukukunu aşındıran düzenlemeler yapıldığını, söyledi. Ülkemizdeki uygulamada artık çevresel etki değerlendirilmesi (ÇED)’in de güvence yaratmadığını söyleyen Cangı, “ÇED sürecinin en önemli unsuru olan karar süreçlerine katılım, halkın katılımının hiçbir önemi kalmamıştır. Halk projeyi kesinlikle istemese de ve hatta toplantı yapılmasına izin vermese de dikkate alınmadan ÇED olumlu kararı verilebilmektedir” dedi.
Avukat Cem Altıparmak
ÇED YÖNETMELİĞİ 30 YILDA 16 KEZ DEĞİŞTİRİLDİ
Avukat Cem Altıparmak ise Türkiye’de mevcut çevre koruma mevzuatının başında 1983 yılında yürürlüğe giren Çevre Kanunu’nun geldiğini belirterek, Türkiye’deki çevre koruma mevzuatıyla çevrenin ve doğanın korunamadığını söyledi. Bu yargıyı doğrulamak için sadece Çevre Kanununa ve Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) Yönetmeliğine bakmanın yeterli olacağını dile getiren Altıparmak, çevre sorunlarına yol açabilecek kurum, kuruluş ve işletmelerin ÇED raporu almasınının şart koşulduğunu aktardı. Altıparmak şunları söyledi; “1993 yılında çıkarılan ilk yönetmelikten bu zamana kadar geçen 30 yıllık süre içinde ÇED Yönetmeliğinde, toplamda 16 kere değişikliğe gidilmiş; 1997, 2002, 2003, 2008, 2013, 2014 ve 2022 yıllarında 7 defa tamamıyla değiştirilmiş, yeni yönetmelikler yürürlüğe girmiştir. Yönetmelikte yapılan değişiklikler incelendiğinde, Çevre Kanunu’nda yer alan amaçtan gittikçe uzaklaşıldığı açıkça görülmektedir”. Kamu idarelerinin kendilerini hukuk devletine bağlı hissetmediğini vurgulayan Altıparmak son olarak “Halkın ve doğanın çevresel konulardaki kaderlerini elinde tutan bu idarelerdeki şeffaflıktan, denetimden ve hesap verilebilirlikten yoksun uygulamaların yarattığı yozlaşmanın boyutu, yargısal hak arama hürriyetinin ciddi bir şeklide aşınmasına ve değersizleşmesine yol açmaktadır” dedi.
EFEMÇUKURU ALTIN MADENİ DAVALARI
14 yılı aşkın bir süredir İzmir’in içme suyu havzasında işletilen Efemçukuru altın madeni ile ilgili hukuk sürecinin özeti:
Arif Ali Cangı: Efemçukuru altın madeni'nin maden işletme ruhsatı iptali, 2 adet çed iptali, deneme izni ve açılma ruhsatlarının iptali davaları ile maden için yapılan acele kamulaştırmaların iptali davaları açıldı. Acele kamulaştırma davalarını sonuna kadar götüren tek kişi Ahmet Karaçam oldu, diğer köylüler madenle anlaşıp, davalarından vazgeçti. Ahmet Karaçam 10 yıllık dava süreci sonunda davasını kazandı. Diğer davaların hepsini ilk aşamada kazandık, olur olmadık gerekçelerle kararlar Danıştay tarafından bozuldu ve davalar reddedildi. Şu anda kapasite artırımı ÇED davası dosyası Anayasa Mahkemesi'nde
KAZDAĞI’NDAN KARABURUN’A ÇEVRE DAVALARI
Av. Cem Altıparmak: Ağırlığı maden ve enerji projelerine yönelik davalarda Kazdağları'nda sadece bizim büromuzun taklip ettiği dava sayısı 10'u aştı. Karaburun'da ise 2014 yılından bu yana 30'a yakın dava açıldı ve 3 AYM başvurusu yapıldı. AYM iki başvuruda Karaburunluların adil yargılanma haklarının ve özel hayata saygı haklarının ihlal edildiğine karar verdi.
İdare mahkemelerine açılan davaların çoğunda mahkemeler iptal kararı vermelerine karşın idareler iptal kararına konu izinleri tekrar yenileyerek Mahkeme kararlarını etkisiz hale getiriyorlar. Burada sorulması ve cevaplandırılması gereken asıl soru şudur; yurttaşların tekrar tekrar karşılarına gelen dava süreçlerini sürdürecek parasal güçleri ve moral motivasyonları kalmış mıdır? Yaklaşık 2-3 yıl süren bir dava süreci sonunda proje bir kez iptal edildiğinde, kamu idaresinin bu mahkeme kararının arkasından dolanıp, yatırımcı şirket için bir ikinci, üçüncü, dördüncü kez izin vermeyeceğinin garantisi var mıdır? Yurttaşlarla ve doğa ile inatlaşmayan, insan ve doğa haklarına saygılı bir kamu idaresi etiği nasıl garanti altına alınacaktır?