Türkiye'nin dört bir yanı, kendine has hikayeleri, gizemleri ve trajedileri olan sayısız yerleşim yeriyle dolu. Ancak çok azı, İzmir'in Ödemiş ilçesine bağlı Lübbey köyü kadar popüler kültürde kendine yer bulmuş, efsanelerle gerçeğin iç içe geçtiği bir fenomene dönüşmüştür. "Hayalet Köy", "Cinli Köy", "Yasaklı Köy" gibi tekinsiz isimlerle anılan, özellikle YouTube platformunda yayılan yüzlerce paranormal içerikle adı adeta özdeşleşen Lübbey, aslında bir terk edilişin ve modernleşmenin acımasız çarkları arasında kaybolan bir kültürün hüzünlü bir anıtı gibi zamana direniyor. Bozdağlar'ın sarp eteklerinde, nefes kesen bir manzaraya hakim bu eski Türkmen köyünün asıl olayı, hakkındaki ürkütücü efsanelerden çok daha derin ve insani, sosyoekonomik gerçeklere dayanıyor. Köy, ne bir lanet ne de açıklanamayan metafiziksel olaylar yüzünden, tamamen temel yaşam koşullarının zorluğu ve daha iyi bir gelecek arayışı nedeniyle yavaş yavaş boşaltıldı. Fakat geride bıraktığı ıssızlık, yıkılmaya yüz tutmuş tarihi taş evleri ve rüzgarın uğuldadığı daracık sokakları, onu korku hikayeleri için mükemmel bir doğal plato haline getirdi. Bu durum, köyün ismini tüm ülkeye duyururken, aynı zamanda geride kalan bir avuç yaşlı sakininin huzurunu kaçıran ve tarihi dokuya zarar veren karmaşık bir ikilemi de beraberinde getirdi.

Bir zamanlar hayat dolu bir Türkmen köyüydü

Bugünün hayalet köyü Lübbey, geçmişte Ege'nin en karakteristik yerleşimlerinden biriydi. Kuruluşunun 500 yıldan daha eskiye, bölgeye yerleşen ilk Türkmen aşiretlerine dayandığı tahmin edilen köy, stratejik konumuyla dikkat çekerdi. Bir kartal yuvası misali dağın yamacına kurulması, hem savunma kolaylığı sağlıyor hem de ovadaki tarım arazilerine yukarıdan bakıyordu. Ahşap hatıllarla desteklenmiş taş ve kerpiç karışımı evleri, dar ve eğimli sokakları, küçük camisi ve köy meydanıyla kendine yeten bir sosyal yaşantısı vardı. Arazinin engebeli yapısı nedeniyle tarım kısıtlı olsa da, köylüler küçük tarlalarında tütün, sebze ve meyve yetiştirir, hayvancılıkla geçimlerini sağlarlardı. Evler, birbirinin güneşini ve manzarasını kesmeyecek şekilde, inanılmaz bir mimari uyumla inşa edilmişti. Her evin alt katı genellikle ahır olarak kullanılırken, üst katlar ailenin yaşam alanıydı. Bu yapı, köy halkının doğayla ve geçim kaynaklarıyla ne denli iç içe bir hayat sürdüğünün en somut kanıtıydı. Komşuluk ilişkilerinin güçlü olduğu, her taşında ve her sokağında yüzlerce yıllık anıların biriktiği bu köyde hayat, zorluklarına rağmen akıp gidiyordu.

Modernitenin gölgesinde yavaş yavaş gelen son

Lübbey'in kaderini değiştiren ve onu yavaş yavaş sessizliğe iten süreç, bir gecede yaşanan bir felaketle değil, yıllara yayılan sancılı bir göçle şekillendi. Her şey, 1980'li yıllarda köylülerin yazları yayla olarak kullandığı, hemen birkaç kilometre ötedeki düz ve verimli araziye sahip Çamyayla'ya modern hayatın nimetlerinin ulaşmasıyla başladı. Elektrik, bu değişimin fitilini ateşleyen en önemli faktördü. Lübbey'in sarp ve dağınık coğrafi yapısı, elektrik hatlarının çekilmesini son derece masraflı ve zor hale getiriyordu. Bu nedenle köy, uzun yıllar boyunca gaz lambasının ve ateşin aydınlığına mahkum kaldı. Elektriğin yanı sıra, Ödemiş ilçe merkezine daha yakın olan Çamyayla'ya açılan yollar, kurulan okul ve sağlık ocağı gibi imkanlar, Lübbey'in cazibesini her geçen gün azalttı. İnsanlar, çocuklarının daha iyi bir eğitim alması, hastalandıklarında kolayca doktora ulaşabilmek ve tarım yapabilecekleri daha verimli topraklara sahip olmak için birer birer ata yurtlarını terk etmeye başladı. Bu göç, önce mevsimlik bir hareket olarak kendini gösterdi. Aileler, kışları Lübbey'de, yazları ise Çamyayla'da yaşamaya devam etti. Ancak zamanla Çamyayla'da kalıcı evler inşa edilince, kışları Lübbey'e geri dönenlerin sayısı giderek azaldı. Evler boşaldı, kapılara kilit vuruldu ve bir zamanların cıvıl cıvıl köyü, kendi sessizliğine gömüldü.

Sessizliğin çığlığı: "Cinli köy" efsanesi nasıl doğdu?

Doğa, terk edilen her şeyi geri alır. Lübbey'de de olan tam olarak buydu. Zamanla evlerin çatıları çöktü, pencereleri kırıldı, yabani otlar sokakları ve avluları sardı. Köyün bu tekinsiz ve melankolik atmosferi, özellikle dışarıdan gelenlerin hayal gücünü harekete geçirdi. İşte cinli köy efsanesi tam da bu noktada doğdu. Köyün terk edilişinin ardındaki sosyolojik ve ekonomik nedenleri bilmeyen ya da görmezden gelen insanlar, bu sessizliğe ve ıssızlığa doğaüstü anlamlar yüklemeye başladı. Bu durum, özellikle 2010'lardan sonra internetin ve sosyal medyanın yaygınlaşmasıyla bir çığ gibi büyüdü. Ellerine kameralarını alan youtuber'lar, "paranormal olay araştırmacısı" olduğunu iddia eden kişiler ve macera arayan gençler, gece vakti köye gelerek "Lübbey Köyü'nde bir gece geçirdik", "Cinlerin sesini kaydettik" gibi başlıklarla videolar çekip yayınlamaya başladı. Bu içerikler, milyonlarca kez izlendi ve köyün adı, gerçek hikayesinden tamamen kopuk bir şekilde, korku ve gizemle anılır oldu. Köydeki eski evlerin duvarlarına sprey boyalarla çizilen pentagramlar, anlamsız semboller ve yazılar, bu yapay gizemi daha da pekiştirdi. Oysa bu efsanelerin tamamı, bir köyün hüzünlü terk ediliş öyküsünün üzerine giydirilmiş modern birer şehir efsanesinden ibaretti.

Beyaz perdenin yeni korku platosu

Lübbey'in bu doğal ve ürkütücü atmosferi, kısa sürede Türk korku filmi yönetmenlerinin de dikkatini çekti. Yıkık dökük ama tarihi dokusunu koruyan evleri, dar ve labirenti andıran sokakları, herhangi bir ek masrafa gerek kalmadan hazır bir korku filmi platosu sunuyordu. Bu potansiyeli gören yapımcılar, köyü filmleri için mekan olarak kullanmaya başladı. Yönetmenliğini Aziz Özuysal'ın üstlendiği 2021 tarihli bir korku filminin çekimlerinin burada yapılması, köyün ulusal basında "İzmir'in 'hayalet köyü'nde korku filmi çekiliyor" başlıklarıyla yer almasına neden oldu. Bu durum, köyün paranormal şöhretini daha da artırdı. İnternette sıkça aratılan "Lübbey Laneti nerede çekildi?" sorusu da aslında bu algının bir ürünü. "Lübbey Laneti" adında spesifik bir film olmasa da, bu ifade köyün kendisiyle ve orada yaratılan korku atmosferiyle özdeşleşmiş bir marka haline geldi. Sinema ve sosyal medya el ele vererek, köyün gerçek kimliğini neredeyse tamamen gölgede bırakan kurgusal bir kimlik yarattı.

Geride kalanların gözünden Lübbey

Tüm bu efsanelerin ve popülerliğin gölgesinde, Lübbey'de sessiz ve inatçı bir yaşam mücadelesi devam ediyor. Köyü terk etmeyi reddeden ve sayıları bir elin parmaklarını geçmeyen yaşlı sakinler, hikayenin bambaşka bir yüzünü temsil ediyor. Onlar için Lübbey, cinlerin cirit attığı lanetli bir yer değil, doğup büyüdükleri, anılarla dolu ata yadigarı bir yuva. Bu insanlar, köye akın eden meraklı kalabalıktan, özellikle de gece gelen "hayalet avcılarından" son derece rahatsız. Evlerinin duvarlarına yazılan yazılar, kırılan kapı ve pencereler, geride bırakılan çöpler ve geceleri duydukları anlamsız bağırışlar, onların huzurunu kaçırıyor. Onların gözünde bu ziyaretçiler, köyün ruhuna ve tarihine saygı duymayan davetsiz misafirlerden farksız. Köyün son sakinleri, kameralara verdikleri röportajlarda sık sık bu durumdan şikayet ederek, "Burada cin falan yok, bizim anılarımız var. Lütfen köyümüzü rahat bırakın" diyerek sitemlerini dile getiriyorlar. Onların varlığı, Lübbey'in tamamen terk edilmiş bir yer olmadığı gerçeğini ve efsanelerin ardındaki insan dramını acı bir şekilde hatırlatıyor.

Tunç Soyer’den cezaevinden çarpıcı mektup: “Yüzde 15’im öldü sanıyorum”
Tunç Soyer’den cezaevinden çarpıcı mektup: “Yüzde 15’im öldü sanıyorum”
İçeriği Görüntüle

Turizmin iki yüzü: Fırsat mı, tehdit mi?

Bugün Lübbey köyü, kültürel ve tarihi değeri nedeniyle SİT alanı olarak koruma altına alınmış durumda. Bu koruma kararı, köyün tamamen yok olmasını engellese de, popülerliğinin getirdiği sorunları çözmeye yetmiyor. Köy, bir yandan fotoğraf sanatçıları, tarih meraklıları ve sakin bir atmosfer arayan gezginler için otantik bir destinasyon sunarken, diğer yandan "dark turizm" adı verilen, gizemli ve ürkütücü yerlere yapılan seyahatlerin hedefi haline gelmiş durumda. Bu ikilem, köyün geleceği için hem bir fırsat hem de büyük bir tehdit oluşturuyor. Kontrollü ve sürdürülebilir bir turizm modeli geliştirilebilirse, köyün restorasyonu ve korunması için bir kaynak yaratılabilir. Ancak mevcut kontrolsüz ziyaretçi akını, vandalizmin artmasına ve köyün özgün dokusunun daha da bozulmasına neden oluyor. Ödemiş Belediyesi ve ilgili kültür müdürlükleri, bu hassas dengeyi kurmaya çalışsa da, Lübbey'in kaderi, ona nasıl yaklaştığımıza bağlı. Onu bir korku parkı olarak mı göreceğiz, yoksa Ege'nin dağlarına saklanmış, hüzünlü ama değerli bir kültürel mirası olarak mı sahipleneceğiz? Cevap, köyün sessiz taş duvarlarında değil, bizim vicdanımızda gizli.

Kaynak: haber merkezi