İzmir'in merkezine bir taş atımı mesafede, adeta şehrin "öteki" yüzünü oluşturan Gültepe, dramatik göçlerle doğmuş, siyasi direnişiyle tarihe not düşmüş ve bağrından Yıldız Tilbe gibi yıldızlar çıkarmış efsanevi bir semt. 12 Eylül darbesine en son teslim olan "kurtarılmış bölge" olarak anılan, devletin rövanşına maruz kaldığı iddia edilen, körfez manzaralı yamaçlarında yoksulluğu ve umudu bir arada barındıran Gültepe'nin hikayesi, Türkiye'nin kentleşme ve toplumsal hafıza serüveninin de bir özeti niteliğinde. Dar sokaklarında, bitişik nizam evlerinde ve 40 yıldır değişmeyen dükkanlarında, bir zamanlar çöplerin eşeklerle toplandığı bu benzersiz semtin dünü ve bugünü, hem bir vefa borcunu hem de derin bir toplumsal yarayı gözler önüne seriyor.
Göçle yoğrulan bir kimlik
İzmir denilince akla gelen Kordon, Alsancak ya da Karşıyaka'nın ışıltılı siluetinin hemen ardında, şehrin kendi içine kapanmış, kaderine terk edilmiş bir başka yüzü vardır: Gültepe. Basmane Garı'nın yanından tırmanmaya başlayan ve SSK Hastanesi'ni geçince uzanan bir caddeyle ulaşılan bu devasa semt, coğrafi yapısı ve devlet eliyle şekillenen tarihiyle tam anlamıyla bir "öteki İzmir" portresi çizer. Gültepe'nin varoluşu, Türkiye'nin büyük kentlere yönelik ilk dramatik göç dalgalarının bir sonucudur. Ülkenin ilk gecekondu mahallelerinin birleşmesiyle ortaya çıkan bu yerleşim, adeta bir insan mozaiğidir. 1950'li yıllardan itibaren dalga dalga gelen Balkan göçmenleri, yani Torbeşler, Yörükler ve Arnavutlar semtin ilk sakinleri olurken, onları zamanla Konyalılar ve Kürt kökenli vatandaşlar takip etmiştir. Bu üç ana damar, Gültepe'nin sosyal dokusunu, kültürünü ve kaderini şekillendirmiştir. Birbirine yaslanmış, imarsız ama tamamı körfeze bakan evlerde, farklı coğrafyalardan gelmiş bu insanlar, yoksullukta ve dayanışmada ortak bir kaderi paylaşmışlardır. Semtin her sokağı, her kahvehanesi, bu kültürel çeşitliliğin ve kaynaşmanın sessiz bir tanığıdır. Farklılıkların bir arada yaşama zorunluluğu, Gültepe'ye kendine has, dışarıya karşı korunaklı ama kendi içinde binbir dinamik barındıran bir karakter kazandırmıştır.
Sanat ve şöhretin filizlendiği yokuşlar
Gültepe'nin çetin ve yoksul sokakları, sadece hayat mücadelesine değil, aynı zamanda Türkiye'nin sanat ve müzik dünyasına damga vuracak isimlerin ilk adımlarına da tanıklık etmiştir. Bu isimlerin başında, şüphesiz semtin en ünlü çocuğu olan Yıldız Tilbe gelir. Tilbe'nin o asi, isyankar ve bir o kadar da içli sesi, Gültepe'nin dik yokuşlarında, samimi mahalle kültüründe ve zorlu yaşam koşullarında şekillenmiştir. Onun şarkılarındaki o ham, filtresiz ve gerçek duygu, tam da bu semtin ruhunu yansıtır. Tilbe'nin yanı sıra, halk müziğinin güçlü sesi Yavuz Bingöl ve fantezi-pop müziğinin önemli isimlerinden Özcan Deniz de hayatlarının bir dönemini bu semtte geçirmiş, buranın havasını solumuştur. Gültepe, bu yetenekler için adeta bir hayat okuluydu; onları şöhretin parlak ışıklarına hazırlayan, karakterlerini çelikleştiren bir pota görevi görmüştür. Semtin sanatla olan bağı, sadece kendi çıkardığı ünlülerle sınırlı değildir. Anlatılanlara göre, bir gün Yıldız Tilbe'nin babası vefat ettiğinde, taziye için semtin dar sokaklarına gelen isimlerden biri de İbrahim Tatlıses'tir. Bu ziyaret, Gültepe'nin sadece kendi içinde değil, dış dünyayla, özellikle de müzik piyasasıyla kurduğu dolaylı bağın da bir göstergesidir. Bu sokaklar, garibanlığın ve yoksunluğun ortasında, sanatın ve müziğin nasıl bir umut ve kurtuluş yolu olabileceğinin en canlı kanıtlarını barındırır.
12 eylül'ün teslim alamadığı kale
Gültepe'nin kimliğini anlamak için onun asi ve politik geçmişine bakmak kaçınılmazdır. 12 Eylül 1980 darbesi öncesinde semt, sol düşüncenin ve örgütlenmenin en güçlü olduğu kalelerden biriydi; öyle ki, o dönemde bir "kurtarılmış bölge" olarak anılıyordu. Bu politik kimliğin simge ismi ise, semt o zamanlar ayrı bir belediyeyken görev yapan efsanevi solcu belediye başkanı Aydın Erten'di. Erten, Gültepelilerin gönlünde bir halk kahramanı olarak yer etmiş, semtin altyapı ve sosyal sorunlarına halkla birlikte çözümler üretmeye çalışmıştır. Ancak 12 Eylül darbesi, Gültepe için bir milat oldu. Darbe yönetimi, semtin bu politik gücünü kırmak amacıyla Gültepe Belediyesi'ni lağvetti ve onu mahallelere bölerek Konak Belediyesi'ne bağladı. Bu hamle, birçok Gültepeli tarafından devletin semtten aldığı bir "rövanş" olarak yorumlandı. Bu rövanşın en somut ve sembolik adımı ise, darbeden sonra semte yapılan yeni liseye darbenin lideri Kenan Evren'in adının verilmesiydi. Bu durum, semt halkının hafızasında derin bir yara açtı. Yıllar sonra okulun adının Dokuz Eylül Anadolu Lisesi olarak değiştirilmesi ise, geç de olsa gelen bir onarım çabası olarak görülebilir. Darbenin izleri sadece idari yapıda değil, semtin sokak lambalarında bile görülebilir; 1981 tarihli, madeni paralardaki Atatürk siluetini içeren o meşhur 12 Eylül grafiği, uzun yıllar boyunca bu direklerde asılı kalmıştır.
Körfez manzaralı yoksulluk ve değişmeyen hayatlar
Gültepe'nin en büyük çelişkisi, coğrafyasında gizlidir. Semtin hemen hemen her evi, İzmir Körfezi'nin büyüleyici manzarasına hakimdir. Ancak bu estetik zenginlik, derin bir yoksulluk ve ihmal edilmişlikle bir arada yaşanır. Evlerin tamamı imarsız ve plansızdır. Sokaklar o kadar dar ve yokuştur ki, uzun yıllar boyunca belediye çöpleri toplamak için kamyonlar yerine kadrolu eşekleri kullanmak zorunda kalmıştır. Bisiklete binen bir çocuğa ya da rahatça top oynanan bir düzlüğe rastlamak neredeyse imkansızdır. Bu fiziki şartlar, semtin sosyal hayatını da doğrudan etkiler. Hayat, zordur. Genç nüfusun büyük bir kısmı, "sigortam ödensin yeter" mantığıyla, düşük maaşlarla şehrin fabrikalarında veya tütün mağazalarında çalışır. Akşam saatlerinde semtin ana caddelerinden vızır vızır geçen işçi servisleri, bu rutinin en net göstergesidir. Güven duygusunun zayıfladığı, dedikodunun hayati bir iletişim aracına dönüştüğü bir sosyal iklim hakimdir. Zaman, Gültepe'de adeta donmuş gibidir. Dükkanların tabelaları, tezgahları, kepenkleri, hatta üzerlerindeki toz bile yirmi yıldır aynıdır. Bu durağanlık, semt sakinlerinin hayatlarına da sinmiştir.
Aşağıdakilere özenen gençler ve vefa borcu
Ancak bu donmuş zamanın içinde, geleceğe dair bir dinamizm de vardır: gençler. Gültepe'nin gençleri, her zaman "aşağıya", yani İzmir'in modern ve hareketli merkezine özenirler. Onlar için şehir merkezi, ulaşılması gereken bir hayaldir. Delikanlılar, popüler kültürün ikonları gibi ıslak ve yapışık saç modelleriyle, markalı spor ayakkabılarıyla gezerken; genç kızlar en son moda akımlarını takip etmeye çalışır. Ancak bu özenme, semtin muhafazakar ve korunaklı yapısının duvarlarına çarpar. Gençlerin bu kaçma arzusu ile semtin değişmeyen gerçekliği arasındaki gerilim, Gültepe'nin en belirgin sosyal dinamiklerinden biridir. Ulaşım ise bu ayrımı pekiştiren bir başka unsurdur. Yıllarca şehre en eski, koltukları kesilmesin diye stad koltuğu gibi plastikten yapılmış otobüslerin verildiği Gültepe, merkezle arasına konulmuş görünmez bir engeli her gün hissetmiştir. 44 Mersinpınar-Gümrük, 45 Gültepe-Gümrük gibi otobüs hatları, semtin şehre açılan can damarlarıdır. Bütün bu zorluklara, ihmal edilmişliğe ve yoksulluğa rağmen Gültepe, sakinleri için bir "ekmek teknesi", ayakta kalmalarını sağlayan bir sığınaktır. Burası, yıkık ve bıkkın insanların yaşadığı, ama aynı zamanda derin bir vefa ve aidiyet duygusunun da var olduğu, İzmir'in kalbindeki unutulmuş bir memlekettir.