Türkiye'de çalışma hayatının en önemli gündem maddelerinden biri olan ve 600 bini aşkın kamu işçisinin ve ailelerinin geleceğini doğrudan ilgilendiren Kamu Toplu İş Sözleşmeleri Çerçeve Protokolü görüşmeleri, daha ilk adımlarında ciddi bir güven kriziyle sarsıldı. Aylardır süren hazırlıkların ve beklentilerin ardından, işçi kanadını temsil eden Türk-İş ve Hak-İş konfederasyonları ile işveren kanadını temsil eden Türkiye Ağır Sanayii ve Hizmet Sektörü Kamu İşverenleri Sendikası (TÜHİS) arasında yürütülen müzakerelerde, hükümetin ilk resmi zam teklifi netleşti.
Ancak netleşen bu teklif, birkaç gün önce sendika temsilcileri tarafından kamuoyuna yansıtılan rakamlardan oldukça farklıydı. Türk-İş Genel Başkan Yardımcısı Ramazan Ağar ve Hak-İş Genel Başkan Yardımcısı Devlet Sert, yaptıkları ilk değerlendirmelerde, hükümetin ilk altı ay için yüzde 24, ikinci altı ay için ise yüzde 16'lık bir zam teklifi sunduğunu ve bu teklifin "müzakereler için olumlu bir başlangıç" olduğunu duyurmuştu. Bu açıklama, işçi kesiminde temkinli bir iyimserlik yaratmış, en azından pazarlıkların belirli bir seviyenin üzerinden başlayacağı beklentisini doğurmuştu.
Fakat, TÜHİS tarafından sendikalara resmi olarak iletilen teklifin detayları ortaya çıktığında, bu iyimser hava bir anda dağıldı. Resmi teklife göre, ilk altı ay için önerilen yüzde 24'lük oran doğruydu, ancak ikinci altı ay için masaya konulan rakam yüzde 16 değil, sadece yüzde 11 idi. Aradaki 5 puanlık bu büyük fark, "anlaşmazlık" veya "yanlış anlama" olarak açıklansa da, 600 bin işçinin beklentilerinde ciddi bir hayal kırıklığı yarattı.
Teklifin şifreleri: Yıllık zam ne anlama geliyor?
Masaya konulan yüzde 24 ve yüzde 11'lik iki ayrı altı aylık dönem zammı, ilk bakışta basit bir toplama işlemiyle yıllık yüzde 35 gibi algılansa da, teknik olarak "kümülatif" yani birikimli bir etki yaratıyor. Bu hesaplamaya göre, yılın ilk yarısında 100 birim olan bir ücret, yüzde 24'lük zam ile 124 birime çıkıyor. Yılın ikinci yarısında ise zam, 100 birim üzerinden değil, 124 birim üzerinden hesaplanıyor. Yüzde 11'lik artışla birlikte bu rakam 137,64 birime ulaşıyor. Bu da, hükümetin kamu işçisi için masaya koyduğu net yıllık kümülatif zam teklifinin yüzde 37,64 olduğu anlamına geliyor.
Peki, bu oran yeterli mi? İşte bu sorunun cevabı, Türkiye'nin en büyük ekonomik gerçeği olan yüksek enflasyon oranlarında saklı. Hükümetin ve Merkez Bankası'nın 2025 yılı için öngördüğü yıllık enflasyon hedefleri henüz netleşmemiş olsa da, mevcut eğilimler ve bağımsız ekonomistlerin tahminleri, enflasyonun önümüzdeki yıl da yüksek seyrini koruyacağına işaret ediyor. Özellikle gıda, barınma ve ulaşım gibi temel harcama kalemlerinde hissedilen enflasyonun, resmi rakamların çok daha üzerinde olduğu bir ortamda, yüzde 37,64'lük bir artışın, işçinin alım gücünü korumaya yetip yetmeyeceği, müzakerelerin en can alıcı noktasını oluşturuyor.
Dahası, sendika yetkililerinin daha önce duyurduğu "nitelikli işçilere ek yüzde 7, niteliksiz işçilere ek yüzde 3" gibi refah payı artışlarına dair belirsizlik de sürüyor. Resmi teklifte bu konuya dair bir bilgi paylaşılmaması, bu ek ödemelerin pazarlık dışı mı bırakıldığı, yoksa ilerleyen turlarda mı gündeme geleceği sorusunu cevapsız bırakıyor.
Sendikalar neden yanıldı? 'Anlama' hatası mı, stratejik bir hamle mi?
İşçi ve işveren arasındaki en kritik müzakerelerden birinde, sendika temsilcilerinin, teklifin en önemli kalemlerinden birini kamuoyuna yanlış duyurması, sendikaların rolü ve stratejisi hakkında ciddi soru işaretleri doğurdu. Bu durum, iki temel senaryo üzerinden tartışılıyor.
Birinci senaryo, bunun samimi bir "yanlış anlama" veya "iletişim kazası" olduğu yönünde. Karmaşık ve çok katmanlı müzakere süreçlerinde, rakamların ve teknik detayların yanlış anlaşılması, düşük bir ihtimal de olsa mümkün. Eğer durum buysa, bu, sendika heyetlerinin müzakere sürecindeki dikkati ve profesyonelliği konusunda bir zafiyet olduğunu gösterir.
Ancak daha kuvvetli olan ikinci senaryo, bunun bilinçli bir "pazarlık taktiği" veya "stratejik bir hamle" olabileceği yönünde. Bu teoriye göre sendikalar, hükümetin nabzını ölçmek ve kamuoyunda yüzde 16'lık bir beklenti yaratarak masadaki pazarlık güçlerini artırmak istemiş olabilirler. "Hükümet yüzde 16 teklif etti, biz bunun üzerine çıkmaya çalışıyoruz" algısı yaratarak, hem kendi tabanlarını konsolide etmeyi hem de hükümet üzerinde bir baskı kurmayı hedeflemiş olabilirler. Ancak bu strateji, hükümetin yüzde 11'lik resmi teklifle bu "blöfü" görmesiyle geri tepmiş görünüyor. Bu durum, şimdi sendikaları kendi tabanlarına karşı oldukça zor bir duruma soktu. Daha önce "olumlu başlangıç" olarak niteledikleri bir oranın çok daha altındaki bir rakamı kabul etmeleri veya bu çelişkiyi açıklamaları gerekecek.
Enflasyon canavarı karşısında eriyen zamlar
Türkiye'de son birkaç yıldır yaşanan yüksek enflasyon süreci, ücretli çalışanların en büyük kabusu olmaya devam ediyor. Maaşlara yapılan nominal (rakamsal) zamlar, çarşıya, pazara ve faturalara yansıyan fiyat artışları karşısında kısa sürede anlamını yitiriyor. Bu nedenle, kamu işçisinin ve sendikaların temel talebi, sadece kağıt üzerinde yüksek görünen bir zam oranı değil, aynı zamanda enflasyon karşısında reel alım gücünü koruyacak ve üzerine bir "refah payı" ekleyecek bir artış.
Örneğin, bağımsız araştırma gruplarının hesapladığı ve vatandaşın gündelik hayatında doğrudan hissettiği gıda enflasyonu veya kira artış oranları, resmi TÜİK rakamlarının oldukça üzerinde seyrediyor. Böyle bir ortamda, yıllık kümülatif yüzde 37,64'lük bir zam, eğer yıllık hissedilen enflasyon yüzde 50'leri bulursa, aslında işçinin yıl sonunda reel olarak daha da yoksullaşması anlamına gelecektir. Bu nedenle, müzakere masasında sadece yüzdelik oranlar değil, aynı zamanda "enflasyon farkının" maaşlara ne zaman ve nasıl yansıtılacağı, vergi dilimlerinde yapılacak düzenlemeler ve sosyal haklardaki (yemek, yol, aile yardımı vb.) iyileştirmeler de en az zam oranı kadar kritik bir önem taşıyor.
Şimdi ne olacak? Müzakerelerde kritik viraj
Hükümetin resmi teklifini masaya koyması ve bu teklifin sendikaların ilk duyurusundan daha düşük çıkmasıyla birlikte, Kamu Çerçeve Protokolü görüşmeleri en kritik viraja girmiş bulunuyor. Şimdi top, Türk-İş ve Hak-İş yönetimlerinde. Sendikalar, önümüzdeki günlerde yetkili kurullarını toplayarak bu teklifi değerlendirecek ve bir yol haritası belirleyecek.
Masada birkaç farklı senaryo var. Sendikalar, bu teklifi yetersiz bularak pazarlıkları sürdürebilir ve hükümetten teklifini revize etmesini isteyebilir. Bu, sürecin uzaması anlamına gelir. İkinci ve daha güçlü bir olasılık, sendikaların, tabandan gelen tepki ve kendi düştükleri zor durum nedeniyle bu teklifi reddetmesidir. Bu durumda, süreç tıkanabilir ve uyuşmazlık zaptı tutularak konu Yüksek Hakem Kurulu'na gidebilir veya sendikaların grev dahil çeşitli eylem kararları alması gündeme gelebilir. Üçüncü ve daha zayıf bir ihtimal ise, sendikaların, elde edilebilecek en iyi oranın bu olduğu gerekçesiyle, bazı ek sosyal haklar kazanarak teklifi kabul etmesidir. Ancak bu, sendikaların kendi üyeleri nezdinde ciddi bir güven ve itibar kaybı yaşamasına neden olabilir.
Önümüzdeki birkaç hafta, sadece 600 bin kamu işçisinin değil, aynı zamanda Türkiye'deki sendikal mücadelenin geleceği ve işçi-işveren ilişkilerinin dengesi açısından da belirleyici olacak. Milyonların gözü kulağı, sendikaların ve hükümetin atacağı bir sonraki adımda olacak.