Milyonlarca kamu görevlisi ve emeklisinin 2026 ve 2027 yıllarındaki mali ve sosyal haklarının belirleneceği toplu sözleşme maratonunda kritik viraja girildi. Hükümet ile yetkili konfederasyon Memur-Sen arasında yürütülen pazarlıklarda, takvimin sonuna yaklaşılırken hükümet kanadından beklenen ikinci zam teklifinin gelmemesi, ipleri kopma noktasına getirdi. Müzakerelerin başından beri hükümetin ilk teklifinin yetersizliğini vurgulayan Memur-Sen Genel Başkanı Ali Yalçın, sürecin kilitlenmesi üzerine doğrudan masanın diğer tarafındaki isimle, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Işıkhan ile bir telefon görüşmesi gerçekleştirdiğini duyurdu.
Görüşmenin ardından sosyal medya hesabından sert bir açıklama yapan Yalçın, sabırların tükendiğini ve hükümetin oyalama taktiği olarak görülen sessizliğini bozması gerektiğini net bir dille ifade etti. Yalçın, "Bakan Vedat Işıkhan ile görüştüm. Teklifin bugün gelmesi gerekiyor! Kamu görevlileri ve emeklilerimiz işveren tarafından gelecek ikinci teklifi bekliyor. Şu ana kadar teklifle ilgili bir cümle hala kurulmadı," diyerek, hükümetin masaya somut bir rakamla gelmekteki isteksizliğini eleştirdi. Kanunen müzakere süresinin tamamlanmasına sadece 4 gün kaldığını hatırlatan Yalçın, "Çalışma Takvimine göre bugün ikinci teklifin gelmesi gerekirdi. Masanın toplanması ve müzakere edilebilir bir teklifin acilen gelmesi, kamu görevlilerimizin ve emeklilerimizin beklentilerinin karşılanması son derece önemli," sözleriyle hükümete adeta bir ültimatom verdi. Bu çıkış, sürecin artık bir nezaket ziyaretinden çıkıp, sinirlerin gerildiği bir hak mücadelesine dönüştüğünü gözler önüne serdi.
Masadaki komik rakamlar
Peki, masadaki gerilimi bu denli tırmandıran neydi? Sürecin en başına dönüldüğünde, hükümetin Kamu İşveren Heyeti olarak masaya getirdiği ilk maaş zammı teklifi, sendikalar tarafından adeta bir hayal kırıklığı olarak nitelendirilmişti. Bakan Işıkhan, milyonlarca memur ve emekli için 2026 yılının ilk altı ayı için yüzde 10, ikinci altı ayı için yüzde 6; 2027 yılının ilk altı ayı için yüzde 4, ikinci altı ayı için ise yine yüzde 4 oranında bir artış teklif etmişti.
Bu teklif, Memur-Sen ve diğer konfederasyonlar tarafından "komik", "gerçeklikten kopuk" ve "kabul edilemez" gibi ifadelerle anında reddedildi. Sendikalar, bu oranların, son iki yıldır yüksek enflasyon karşısında eriyen alım gücünü telafi etmekten çok uzak olduğunu, üzerine bir de "refah payı" içermediğini savundu. Özellikle 2027 yılı için önerilen yüzde 4'lük zam oranları, dezenflasyon sürecine olan güvensizliği ve hedeflerin tutturulamayacağı endişesini taşıyan memurlar arasında büyük bir tepkiyle karşılandı. Hükümetin bu ilk hamlesi, pazarlıklara yapıcı bir başlangıç yapmak yerine, taraflar arasındaki makası daha da açarak, güven zeminini en başından sarsmış oldu.
Hükümetin kendi kalesi düştü: Merkez Bankası'nın yeni enflasyon hedefi pazarlığı kilitledi
Hükümetin masadaki elini en çok zayıflatan ve sendikaların argümanlarını güçlendiren hamle ise, ironik bir şekilde yine hükümete bağlı bir kurum olan Merkez Bankası'ndan geldi. Tam da toplu sözleşme görüşmelerinin ortasında, Merkez Bankası Başkanı Fatih Karahan, yılın üçüncü enflasyon raporunu açıklayarak, geleceğe yönelik enflasyon hedeflerinde ciddi bir revizyona gittiklerini duyurdu.
Bu revizyon, hükümetin zam teklifinin matematiksel dayanağını tamamen çökertti. Merkez Bankası, daha önce 2026 yılı için yüzde 12 olarak öngördüğü enflasyon hedefini, 4 puanlık sert bir artışla yüzde 16'ya yükseltti. Hükümetin 2026 için sunduğu kümülatif zam teklifi ise yaklaşık yüzde 16,6'ya denk geliyordu. Bu durum, hükümetin kendi kurumunun "beklenen enflasyon" olarak ilan ettiği rakamın sadece 0,6 puan üzerinde bir zam teklif ettiğini, yani memura reel olarak hiçbir refah artışı sunmadığını tescilledi. Bu gelişme, sendikaların eline "Sizin kendi Merkez Bankanız bile sizin teklifinizden daha yüksek bir enflasyon bekliyor, bu nasıl bir tekliftir?" argümanını kullanma fırsatı verdi. Artık hükümetin masaya getireceği yeni teklifin, sadece sendikaları değil, aynı zamanda kendi Merkez Bankası'nın yeni belirlediği "ara hedefleri" de tatmin etmesi gerekiyor.
Uzlaşma olmazsa son sözü kim söyleyecek?
Ali Yalçın'ın "süre doluyor" uyarısı, sadece bir retorik değil, aynı zamanda yasal sürecin işleyişine dair önemli bir gerçeği yansıtıyor. Kamu Görevlileri Sendikaları ve Toplu Sözleşme Kanunu'na göre, tarafların müzakereler için belirli bir süresi var. Eğer bu süre içinde, yani 19 Ağustos Salı gününe kadar bir uzlaşma sağlanamazsa, toplu sözleşme masası devrilecek ve süreç otomatik olarak Kamu Görevlileri Hakem Kurulu'na taşınacak.
Peki, Hakem Kurulu süreci memurlar için bir umut mu? Geçmiş tecrübeler, bu sorunun cevabının pek de olumlu olmadığını gösteriyor. 11 üyeden oluşan Kurul'un çoğunluğu (6 üye) doğrudan Cumhurbaşkanı tarafından atanıyor. Geri kalan üyeler ise sendikalar, kamu yönetimi ve akademik çevrelerden geliyor. Bu yapı, Kurul'un kararlarında hükümetin ağırlığının hissedilmesine neden oluyor. Nitekim, bugüne kadar Hakem Kurulu'na giden toplu sözleşmelerin neredeyse tamamında, Kurul hükümetin masadaki son teklifini küçük revizyonlarla veya aynen onaylama yoluna gitti. Kararları kesin olan ve itiraz yolu bulunmayan Hakem Kurulu, bu yapısıyla sendikalar için bir son çare olmaktan çok, kaçınılması gereken bir süreç olarak görülüyor. Bu nedenle sendikalar, masada elde edebilecekleri en iyi sonucu almak için son ana kadar tüm kozlarını oynamayı ve hükümeti "müzakere edilebilir" bir teklif sunmaya zorlamayı hedefliyor. Önümüzdeki 4 gün, sadece milyonlarca memurun iki yıllık geleceği için değil, aynı zamanda hükümetin kendi ekonomi programına ve açıkladığı hedeflere olan sadakatinin de bir testi olacak.