Elif Nur KARATAŞ/ Bilim, sanat ve sinema… İzmir doğumlu Semih Tareen, Amerika Seattle’da bu üç alanda eşsiz bir kariyer inşa etti. Mikrobiyoloji ve moleküler biyoloji eğitimiyle bilimsel dünyaya adım atan Tareen, gen terapisi alanındaki araştırmalarıyla dikkat çekiyor. Aynı zamanda tutkulu bir müzisyen ve film yapımcısı olan Tareen, bilim ile sanatı harmanlayan çok yönlü yaşamını, Türkiye ve Amerika’daki bilimsel ortamlar arasındaki farkları ve Seattle’daki ilham verici yolculuğunu samimi bir sohbet eşliğinde anlattı.
Semih Tareen kimdir?
İzmir doğumlu, 1995’ten beri Seattle’da yaşayan bir bilim insanıyım. Mikrobiyoloji lisansım, moleküler biyoloji doktoram var ve özellikle gen terapisi ve virüsler üzerine çalışıyorum. Aynı zamanda müzik yapıyor ve film yapımcılığı ile ilgileniyorum.
Türkiye’den Amerika’ya taşınmak nasıl bir süreçti?
Kültürel olarak büyük bir değişimdi, ama akademik ve sanatsal anlamda gelişim fırsatları sundu. Seattle, bilim ve sanat açısından ilham verici bir yer.
Hayatınızdaki dönüm noktası nedir?
Bilim ve müzik arasında seçim yapmam gerektiğini düşündüm, ancak zamanla her ikisinin de birbirini tamamladığını fark ettim. Amerika’ya gidip mikrobioloji bölümünü okurken, aynı zamanda müzikle de bağlantım vardı. Şu an hem bilimle hem de müzikle ilgileniyorum. Çocukluğumdan beri çizgi filmlerin müziklerine hayrandım. Carl Stalling’in Warner Bros çizgi filmleri için yaptığı senfonik müzikler beni çok etkiledi. Üniversiteden sonra bu ilgimi film müzikleri yaparak sürdürdüm.
Bilim dünyasında ilham aldığınız biri var mı?
Nobel ödüllü Barbara McClintock’un transpozonları keşfetmesi beni çok etkiledi. İnsanların genetik yapısında, virüslere benzer şekilde hareket eden transpozonların varlığını anlamak, insan olmanın ne kadar karmaşık ve mütevazı bir süreç olduğunu hatırlatıyor. Bu tür buluşlar benim için ilham kaynağı.
Türkiye’de bilim dünyasına bakış açınız nedir?
Bilimde insanların dış görünüşe verdiği önemin bazı yerlerde hala devam ettiğini görmek üzücüydü, ama bunlar azınlıktaydı. Önemli olan bilimsel veriler ve yaptığınız işin niteliği olmalı. Türkiye’de biyoteknoloji ve sağlık alanında özel yatırımların eksik olduğunu düşünüyorum. Bu alanların büyük ölçüde devlet destekli projelere bağlı olduğunu gözlemledim. ABD’de biyoteknolojik gelişmeler özel şirketler ve ‘venture capital’ yatırımları ile ilerliyor. Türkiye’de bu modelin eksikliği, bilimsel çalışmaların hızını kısıtlıyor.
Bilimsel kariyerinizdeki odak noktanız nedir? Gen terapisi çalışmalarınızın detaylarından biraz bahsedebilir misiniz?
Gen terapisi benim için bir tutku. İnsan genomunda hastalıklara yol açan genetik kusurları düzeltme ya da değiştirme fikri, bilim dünyasında devrim niteliğinde bir alan. Özellikle virüslerin bu süreçte nasıl vektör olarak kullanılabileceği üzerine çalışıyorum. Virüslerin genetik yapısını değiştirerek onları zararlı olmaktan çıkarıp faydalı hale getiriyoruz. Örneğin, genetik bir bozukluğu tedavi etmek için belirli bir genin eksikliği varsa, bunu virüs aracılığıyla hücreye ulaştırabiliyoruz. Bu tür çalışmalar sadece genetik hastalıkların tedavisinde değil, aynı zamanda kanser gibi kompleks hastalıkların tedavisinde de umut vadediyor.
Gençlere hem bilim hem de sanat kariyeri konusunda neler önerirsiniz?
Gençlere tavsiyem, ilgi duydukları her alana aynı tutkuyla yaklaşmaları. Bilim mi, sanat mı sorusunun bir sınır olduğunu düşünmemeliler. Bu iki alan birbirini besleyebilir. Ayrıca çok çalışmanın yanı sıra sabırlı olmayı ve planlı hareket etmeyi öğrenmeliler. Özellikle bilimsel kariyer düşünenlere, kendilerini iyi bir mentora yönlendirmelerini ve uluslararası fırsatları değerlendirmelerini öneririm.
Pandemi dönemi nasıl geçti?
Pandemi sürecinde Washington eyaletinde biyoteknoloji alanında çalışmaya devam ettim. Çalışanlar "zorunlu işçi" olarak kabul ediliyordu çünkü tıbbi tedaviler üzerinde çalışıyorduk. Bu dönemde Türkiye ile de bağlantı kurdum; gazeteciler ve televizyon kanalları birçok platformda görüşlerimi paylaştı. Türkiye'ye katkı sağladığımı hissetmek, ülkeme ‘faydalı’ bir şey yapıyor olma fikri bir nebze de olsa tatmin etti.
HPV ve HBV aşılarının kanser önleme konusundaki etkileri nelerdir? Bilimsel açıdan önemini, farkındalık seviyesini nasıl değerlendiriyorsunuz
HPV ve HBV aşıları, kansere karşı elimizdeki en önemli koruyucu araçlardır. HPV aşısı, rahim ağzı kanseri başta olmak üzere kansere neden olan bazı HPV türlerine karşı koruma sağlarken, HBV aşısı karaciğer kanserine yol açan Hepatit B virüsünü önler. Bilimsel araştırmalar, her iki aşının da etkinliğini kanıtlamıştır ve kanserin önlenebilir olması insan sağlığı açısından büyük bir gelişmedir.
Ne yazık ki Türkiye’de HPV aşısı farkındalığı yeterli seviyede değildir ve daha çok kadınlarla ilişkilendirilse de erkeklerin de bu aşıyı yaptırması önemlidir. Cinsel yolla bulaşan HPV, erkeklerde de ağız, boğaz ve genital kanserlere yol açabilir. Bu nedenle hem kız hem de erkek çocukların aşılanması hayati öneme sahiptir. HPV genellikle cinsel temasla bulaşsa da, siiller yoluyla temas veya ortak terlik ve spor salonlarında yalın ayak dolaşma gibi davranışlar da riski artırır. Bu nedenle hijyen kurallarına dikkat edilmelidir. HPV’nin 200’e yakın türü vardır, ancak kansere neden olanlar daha sınırlıdır. Düzenli sağlık taramaları da önemlidir. Ancak tarama ve önleyici sağlık hizmetlerinin cinsiyet ayrımı gözetmeksizin tüm bireylere sunulması, HPV ile ilişkili kanser risklerini azaltmada kritik rol oynar.
Tip 1 diyabetin gen terapisi ve hücre tedavisiyle tedavi edilmesi konusunda gelinen son nokta nedir? Bu tedavi nasıl işliyor ve gelecekte geniş çapta uygulanabilir mi?
Bu tedavi, genetik modifikasyon yoluyla insülin üreten hücrelerin laboratuvarda üretilmesi ve bunların hastalara verilmesi sürecini kapsıyor. Bu hücreler, bağışıklık sistemi tarafından reddedilmemesi için genetik olarak manipüle ediliyor. İlk klinik sonuçlar olumlu ve tedavi edilen hasta, bir aylık takip sürecinde insülin kullanmadan normal bir yaşam sürdü. Ancak tedavinin uzun vadeli etkileri ve bu tedavinin geniş çapta uygulanabilirliği hakkında daha fazla bilgi edinmek için çalışmalar devam ediyor. Bu tedavi, tip 1 diyabetin tedavisinde büyük bir umut yaratıyor, fakat henüz tamamlanmış bir tedavi olarak ilan edilmedi ve gelecekte sanayileştirilmesi gerektiği vurgulanıyor.