9 Eylül Gazetesi'nden Utku Çelik'in haberine göre: İzmir Barosu Başkanı Sefa Yılmaz, Dilruba Kayserilioğlu röportajında tutukluluk gerektirecek bir suç oluşmadığını söyledi. Yargının güdümlü olduğu iddiasında bulunan Yılmaz, “Bugün hukuk siyasetin tam ortasında, siyaset de hukuku istediği gibi evirip çevirip istediği düzleme getiriyor” dedi. Baro Başkanı Yılmaz sorularımıza şu yanıtları verdi:
Anayasa Mahkemesi’nin verdiği bir Can Atalay kararı var. Yargıtay’ın verdiği bir Can Atalay kararı var. Can Atalay konusunda Anayasa Mahkemesinin verdiği “Hak ihlali” kararına uyulmayarak Milletvekilliği düşürüldü. Şimdi ise muhalefet partilerinden Can Atalay için bir oturum yapılması isteniyor bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Can Atalay için yapılan son toplantıda kan aktı. Meclis'te kavga edildi. Burası Türkiye Büyük Millet Meclisi, Halkın Meclisi, Gazi Meclis. Orada söylenen şeyler tamamen özgürce söylenir. Milletvekillerinin dokunulmazlığı o yüzden vardır; istediğini söylesin diye. Ama gidip dokundular. Yumruk attılar, kan akıttılar. Zorbalık sadece sokakta değil, yargıda değil, sağlıkta değil, eğitimde değil, her alanda. Bu şiddeti her alanda görüyoruz. . Can Atalay’la ilgili Anayasa Mahkemesi 2 kez hak ihlali kararı verdi. Mahkumiyet hükmünün okunduğu zaman yaptığımız bir basın açıklamasında “Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin bu kararı yok hükmündedir. Hükümsüzdür çünkü Can Atalay milletvekilidir” dedik. Anayasa hükümleri çok açıkken uygulamayan bir anlayış, o hükmü de okudu. Anayasa Mahkemesi de bizim o gün söylediğimizi söyledi: "Bu hükümsüzdür." dedi. Böyle bir şey olamaz. Dokunulmazlığı var. Milletvekilliği devam ediyor. Yok hükmünde olan bir Meclis'te karar okuma ve milletvekilliğinin düşürülmesi konusunda bir yol kat edilmesi gerekiyor. Meclis'te bildiğim kadarıyla 120’nin üzerinde hukukçu var. Bunların çoğu da AK Parti'den. Adalet Bakanı hukukçu. Onların bu yönüyle, gerçekten Anayasa hükümlerine uygun hareket etme yönünde bir irade belirtmesi gerekir. Belirtmez iseniz bu iradeyi, siyasetin boyunduruğuna girdiği bir yargıdan bahsederiz ve orada da adaletten bahsedemeyiz.
AYM KARARLARI ÇOK TARTIŞILIYOR
Anayasa Mahkemesi’ne kızan siyasetçi bazen kapatalım diyor. Bu söylemler doğru mu sizce?
Bunu biliyorsunuz, iktidarın küçük ortağı. "Anayasa Mahkemesi de ne oluyor, kapatalım devam edelim," diyordu. Amaç oydu. Ama bunu yapmıyorlar. Bazen alkışlıyorlar. Mesela ne zaman yaptılar? En son? Bu Motorlu Taşıtlar Vergisi ile ilgili bir ek MTV getirdiler ya, deprem nedeniyle, olağanüstü hal vesaire. Oralara yardım edeceklerdi. O ek Motorlu Taşıtlar Vergisinin iptali yönünde Anayasa Mahkemesi'ne gidildi. Anayasa Mahkemesi, "Hayır, iptal etmiyoruz." dedi. "Doğrudur." dedi.
Anayasa Mahkemesi'ni, ek MTV’yi iptal etmedi diye alkışladılar. İşinize gelince alkışlayacaksınız. Bu yönüyle doğru karar verdiğinde de, sizin istediğiniz karar olmadığı zaman da "Biz bu Anayasa Mahkemesi'ni kaldıralım, kapatalım." Tabii öyle kolay değil. Anayasa Mahkemesi yargı bölümünde, Anayasa'nın yargı bölümünde anayasal bir kurumdur. Anayasa'yı değiştirmemiz lazım. Ama onun için de söylüyorlar. Numan Kurtulmuş dedi ya, "Sivil bir anayasa yapalım." Adalet Bakanı da söyledi. Numan Kurtulmuş, 1921 Anayasası'nı referans etti. Cumhuriyetin ilanından önceki anayasayı, o olağanüstü meclisin oluşturduğu anayasayı... Sebepleri belliydi. Orada da "Türkiye Cumhuriyeti laik, demokratik, sosyal, hukuk devleti" yazmıyor. Onu istiyorlar. Sonra bir AK Parti milletvekili ertesi gün Meclis kürsüsüne çıktı. "Anayasanın ilk 4 maddesini de tartışalım." dedi. İlk 4 maddesi tartışılmaz. Tartışılması teklif dahi edilemez.
HUKUK ÜSTÜN DEĞİLSE ÜLKE DÜZELMEZ
Hukuka güven duyulmadığında sonuçları sizce nasıl olur?
Şimdi böyle bir süreç var. Bu süreçte tabii Anayasa Mahkemesi kararları uygulanmıyor. Sonuçları görüyorsunuz: Kavga, gürültü, tedirginlik, yoksulluk, ekonomik şiddet. Çünkü demokrasinin olmadığı, hukuk güvenliğinin olmadığı, hiçbir ülkede hukukun üstünlüğünün olmadığı hiçbir ülkede ekonomiyi düzeltemezsiniz. Hani bağırıyorsunuz ya, "Yabancı sermaye gelmiyor." Gelmez. Çünkü senin yapın buna uygun değil. Bir gece kararnamesiyle şirketleri farklı alanlara taşıyorlar. Ya da yasal bir düzenlemeyle bir yıl vergi getiriyorlar. Yani hukukun güvenilir olmadığı, yurttaşların hukuk önünde, yargı önünde, adalet önünde eşit pozisyonda bulunmadığı... İşte adı, dili, dini, ırkı, mezhebi, cinsiyeti, tercihleri ne olursa olsun hiç kimsenin yasa önünde farklı bir pozisyonda olmadığı bir ülke olursanız, o zaman her şey de düzelir. Çünkü demokrasinin temelinde hukukun üstünlüğü vardır. Bunu sağlayan en önemli argüman da yargının bağımsızlığıdır. Bağımsız olmayan bir yargının olduğu ülkede hukuk üstün değildir. Üstünlerin hukuku vardır. Hukukun üstünlüğü olmadığı yerde de demokrasi olmaz. Adı yani... Bunun adı faşizmdir. Totaliter rejimdir, otoriter rejimdir
Ülkemizde son olarak bir sokak röportajında görüşlerini açıklayan genç bir kız tutuklandı. Bu olayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Dilruba’nın kullandığı üsluptan daha kötüsünü kullanan siyasetçilerimiz ve yöneticilerimiz var. Önce onlara “üslubunuza dikkat edin” diye söyleyin. Bu açıklama, yargının ne kadar güdümlü olduğunun, siyasetin ne kadar yargıya müdahale ettiğinin çok net bir göstergesi. Tabii ki serbest kalacaktı. Tutuklanması bile hukuksuzdu. Suçlamaların hiçbiri bu sokak röportajında yok. Ne Cumhurbaşkanına hakaret var ne de TCK 216. (Halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama) Kaldı ki nefret duygularını tahrik etmek asla yok. Bu suçlarla insanlar tutuklanmaz, hukuk devletinde olmaz.
GAZETECİLER NEDEN TUTUKLU
Yasama, yürütme ve yargının ardından dördüncü güç olarak kabul edilen basının, önemli bir kısmı şu anda hapishanelerde. Gazeteciler ve medya sektöründe çalışan diğer meslektaşlarımız, denetim işlevlerini yerine getiremeyecekleri bir ortamda bulunuyorlar. Bu cezalandırmaların ve uygulamaların diğer organlar üzerinde nasıl bir etki yarattığını sizden dinleyebilir miyiz?
Biz hep demokrasiyi şöyle tanımlarız: Çoğulcu bir yönetim biçimidir. Demokrasiyi çoğulcu, "L" harfiyle söylüyorum, çoğunlukçu değil. Şimdi bizim yaşadığımız çoğunlukçu bir yapı. Eğer çoğulcu iseniz, muhalif olan kimliklerin de söz söyleme hakkı vardır. Çoğunluktaysanız ve bu rejimi yaşatmaya çalışıyorsanız, o zaman sizin gibi muhalif olan, farklı söz söyleyen, farklı söz söylemeye çalışan, eleştiren ve bu nedenle ötekileştirilip düşmanlaştırılan düşünce insanları, sanatçılar, yazar-çizerler, gazeteciler... Biliyorsunuz dünya sıralamasında Türkiye, gazeteci tutuklu ve hükümlüleri arasında en üst seviyede. Yani şimdi bunu nereye koyacaksınız? Halkın haber alma özgürlüğünü engelliyorsunuz. Bu anayasal bir hak olan düşünce ve düşünceyi ifade etme özgürlüğünün önünde en büyük engeldir.
İLK DÖRT MADDEYİ DEĞİŞTİRMEK ÇABASI
Türkiye'de demokrasi, tarihsel olarak iniş çıkışlarla dolu bir süreç izledi. 1980 darbesi, 90'lardaki siyasi istikrarsızlık ve postmodern darbe girişimleri gibi dönemler, bu sürecin önemli kırılma noktalarını temsil etmiştir. Peki, mevcut durumda Türkiye'de demokrasi ne durumda?
Şimdi Anayasa'yı delmeye çalışıyorlar. Anlatıyorlar ya, 177 maddenin üzerinde 187 defa değişiklik yapıldı. Hâlâ yapmak istiyorlar. Ama ilk dört maddeyi de katalım istiyorlar. İşte o dört madde Türkiye Cumhuriyeti'ni geleceğe taşıyacak. 80 darbe Anayasası'nın 180 kadar değişikliğe uğramış olması, artık "darbe anayasası" gibi bir pozisyonu da tartışılır hale getirdi. Ama sivil bir anayasa değildi malum. 82 Anayasası, o tarihte hazırlanmak üzere belli bir kuruma tevdi edilmişti.
Hukuk süreçleri doğru işlemediğinde ülkede sıkıntılar büyüyor diyorsunuz. Bunu biraz açabilir misiniz?
Bakın, bu travmatik durumu değiştirebilmek için insanlarda, önce söylediğim demokratik değerlerin varlığını özümsemesi ve benimsemesi gerekir. Yani insanların önce birtakım haklara sahip olduklarının bilincinde olması gerekir. Şimdi yapılan ne biliyor musunuz? Çok net ve ısrarlı bir biçimde yapılan şey ekonomik şiddet. Öyle bir ekonomik şiddet var ki, şimdi yurttaş geçim derdinden başka hiçbir şey düşünemez oldu. Evine ekmek götürecek, kirasını ödeyecek, elektriğini, suyunu... Bu toplumun içerisinde insanları yalnızlaştırdılar.
15 yıl önce bu ülkede 500 bin fakir fukaraya devlet yardım ediyordu. Şimdi 5,5 milyon insana yardım ediyor ve bununla övünüyorlar. Yani artık açlık sınırının altında yaşayan insanların sayısını artırmakla, "Bak, biz bunlara yardım ediyoruz," diyerek övünüyorlar. Bu övünülecek bir şey değil ki. Bu utanılacak bir şey. İstihdam yok, katma değer yok, iş yok, emek yok. Birileri bir yerlerde başka şeyler yaparak sermayelerine sermaye katıyor. Öbür tarafta insanlar yalnızlaştırılmak, tek başına bırakılmak, düşünmekten uzaklaştırılmak... Okuyan yok! Herkesin elinde nereden geldiği belli olmayan bilgiler üzerinden bir şeyleri paylaşıyorlar. Kimse kitap okumuyor, gazete okumuyor, haberleri izlemiyor. İzlediği haberlerin çoğu ulusal kanallar; 40'tan fazlası zaten iktidar yanlısı. Sana başka bir dünya anlatıyor. O zaman neyi tartışacak bu insanlar?
İNSANLAR ÖLDÜRÜLÜYOR
Toplumsal şiddet çok tartışılıyor. Bunun etkenlerinin birisi de hukuk sistemi diye düşünüyorum. Bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türk Ceza Kanunu'nda buna ilişkin düzenlemeleri yapmanız gerekir. Bakın, sadece cezaları artırmak caydırıcı değildir. Cezaların bir de ıslah edici yanı olmalıdır. Yani sadece o insanı toplumdan arındırmak, toplum dışı bırakmak değil, çıktığında toplum içinde yaşayabilir hâle getirmek gerekir. İnsanlar cezaevine girip çıktıkları zaman başka türlü bir dünyanın insanı olduğunu düşünüyorlar. Daha güçlü hissediyorlar kendilerini. İnsanlar uzaklaştırma kararını ihlal ediyorlar. Buna rağmen serbestçe sokakta dolaşıp birtakım eylemleri yine yapabiliyorlar. İşte bunların önüne geçmek lazım.
Kim yapacak bu düzenlemeleri?
Bunun için sivil toplum örgütlerine de iş düşüyor, barolara iş düşüyor. Ama bu düşen işleri bizler yerine getirirken dikkate alınmıyor. Sanıyorum 6. yardım paketiydi. Adalet Komisyonu'nda fikirlerimizi söylemeye gittiğimizde komisyona alınmadık. Baro başkanları olarak bizi almadılar. Hayvan haklarıyla ilgili baro başkanı, barolar gitti, neredeyse Meclis'ten atacaklar. Biz böyle bir yaşam biçimini benimsemiş, yani ne isterse onu yapmaya çalışan bir anlayış var. Şimdi siz bu anlayışa gelince, yasal düzenlemeleri yaparken "birlikte hareket edelim" dediğiniz zaman duymuyorlar, görmüyorlar, söylemiyorlar. Üç maymunu oynuyorlar.
İzmir Barosu’nda yakında seçimler var ve aday olacaksınız?
Yasa gereği iki yılda bir yapılan İzmir Barosu seçimleri yaklaşıyor. Çağdaş Avukatlar Grubu, üç dönem üst üste seçimi kazanmıştı. Çağdaş Avukatlar Grubu'nun kuruluşu 1977-1978 yıllarına dayanıyor. Yani savunduğumuz ilkelerin ve bakış açımızın köklü bir geçmişi var. Yaklaşık 50 yıllık bir tarihten bahsediyoruz. Ben bu 50 yılın 38 yılını yakından biliyorum, 1986'dan beri Çağdaş Avukatlar Grubu'nun içindeyim.
Zaman içinde seçimleri kaybettiğimiz süreçler de oldu elbette. 2014 ve 2016 seçimlerinde kaybettik. 2018'de Özkan Yıldız Başkanlığında, 2020'de yapılması planlanan ancak pandemi nedeniyle 2021 Temmuz'unda yapılan seçimi yine Özkan Başkan ve Çağdaş Avukatlar Grubu kazandı. Şimdi yeni seçime hazırlanıyoruz. Gençlerle ve tüm meslektaşlarımızla iletişim halindeyiz. 19 Eylül'de aday tanıtım toplantımızı yapacağız. Halen avukatların sorunlarını her platformda dile getiriyoruz ve çözüm ürettiğimiz alanlar var. Özellikle avukatların günlük yaşamda mesleğini icra ederken yaşadığı problemlere anında müdahale ediyoruz. 20 Temmuz'da adli tatil başladı, ancak biz hiç tatil yapmadık. Sürekli mesleki eğitim ve atölye çalışmaları düzenledik. İzmir'deki özellikle genç meslektaşlarımız bu atölye çalışmalarına ve konferanslara yoğun ilgi gösterdi.
SEÇİMİ ELBET KAZANACAĞIZ
Baroda gelenek sizce bozulur mu?
20 binin üzerinde hukuk fakültesi mezunu olduğunu ve ne yazık ki çoğunun donanımsız olduğunu görüyoruz. Bilgi eksikliği çok fazla. Oysa hayattaki en önemli güç bilgidir, doğru bilgidir. Bu yönüyle eksik gelen genç meslektaşlarımıza staj döneminde ve staj sonrası mesleki eğitimlerle destek olmaya çalışıyoruz.Elbette en temel hak olan insan hakları ve hukukun üstünlüğü konularında da çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Kadınlar, çocuklar, çevre için de mücadele ediyoruz. Bu seçimi kazanacak mıyız? Elbette kazanacağız. Bu konuda olumsuz bir düşüncem yok.
BAROLARI SUSTURMAYA ÇALIŞIYORLAR
Barolar sistemde eskisi kadar etkili olabiliyor mu?
Son 20 yılda 500'den fazla avukat cinayeti işlendi. Bu durum, kadına yönelik şiddetin cezasız kalmasının bir örneği olduğu gibi, avukata yönelik şiddet ve cezasızlığın da bir göstergesidir. Çok ciddi hukuk ve hak ihlalleri yaşanıyor. İzmir Barosu'nun sesi kısılıyor. Hatta Ankara ve İstanbul Baroları gibi büyük ve etkili baroları bir kenara bırakırsak, gerçekten mücadele veren birçok baroyu susturmaya çalışıyorlar. İşte bu baroların sesinin kısılmasının önüne geçmek gerekiyor. sağlamıyorlar. Vergisini almasınlar, KDV'yi beş yıla kadar indirsinler. Tüm sektörlerde indirsinler çünkü avukatlık bir hizmet sektörü. Biz mal alıp satmıyoruz. KDV oranımız yüzde 8'den 10'a, yüzde 18'den 20'ye çıktı. Genç meslektaşlarımıza birkaç yıl ödemesiz kredi versinler. Stajyer arkadaşlarımıza staj yaptıkları dönemde maaş versinler. Hakim ve savcılara veriyorlar, aynı okuldan altı ay önce mezun olmuş genç avukatlara neden vermiyorlar? Bunları Bakanlığa söyledik.