ÖMER CEYLAN- İstanbul’un kalbinden yükselen tiyatronun yıllardır ışığını taşıyan seslerden biri Tilbe Saran. Saint Benoît sonrası sahnelerde adım attığı uzun ve zorlu yolculukta, Yıldız Kenter’den Haldun Dormen’e, Müjdat Gezen’den Cüneyt Türel’e kadar çok sayıda ustayla çalışma şansı yakaladı. Bu ilişkiler onun sanat anlayışını derinleştirdiği gibi mesleğin kolektif doğası üzerine düşüncelerini şekillendirdi. Oyunculuk onun için bireysel değil, ortak bir şölen sofrası kurmak demek. Saran “Kimi patates soyuyor, kimi sofraya getiriyor, kimi düzenliyor, sonunda izleyiciyle birlikte tamamlıyoruz,” diyor.

Bugünlerde hem sahnede hem de üniversitede genç oyuncu adaylarıyla çalışan Tilbe Saran, mesleğin değişen saygınlığından popüler dizi tartışmalarına, sanatçının “politik olmak zorunda mı?” sorusundan kendi kariyer yolculuğuna uzanan samimi bir sohbette sorularımızı yanıtladı.

Bu mesleği seçtiğiniz yıllar daha mı iyiydi? Neden o zaman bu mesleği seçtiniz?
Daha iyi şeyler de vardı, daha az iyi olan şeyler de. Mesleğimiz yapması meşakkatli, tutku isteyen bir iş. Ama hangi zamanda olursak olalım, şimdi ya da o zaman, bunun yanında daha bir saygınlık vardı. Mesleğimiz son yıllarda sanki özellikle eril erk tarafından bir saygınlık azaltma “depremine” uğruyor çeşitli vesilelerle. Onun dışında, ben bu mesleğe başladığımda dünyayla olan ilişkimiz çok daha zayıftı. Gelişen teknolojiyle dünyanın pek çok yerindeki sanat olayını neredeyse anında izleyebilmek, eskiden 5–10 yılda ancak erişebildiğimiz Avrupa filmlerine bugün bir tıkla ulaşabilmek bambaşka bir imkân. Bilgiye erişimde ve kendimizi yenilemekte çok daha fazla şans var. Hem yurt dışına çıkabilmek hem de dışarıdan buraya gelenlerle çok daha zenginleşen, isteyen için kendini eğitebilme imkânı oluştu.
“Keşke kabul etmeseydim” dediğiniz bir iş oldu mu hocam?
Olmadı. Hiç olmadı.
Popüler bir dizide oynamak, kendinizden ödün vermek mi sizce?
Dizinin ne anlattığına bağlı. Popülerlik ille de değersiz ve kötü olacak diye bir şey yok. Ne anlattığımız çok önemli. Hiç seyredilmeyen ama yine de çok değersiz, onur kırıcı olabilecek işler de var. Popülerlikle iyilik ya da kötülük aynı kulvarda gitmiyor aslında. Çok popüler ama iyi ve haysiyetli işler olabilir; kimsenin görmediği, kenarda köşede kalmış, çok haysiyetsiz işler de olabilir.
“İzleyicinin üzerimizde emeği var”
Yıldız Kenter, Haldun Dormen, Müjdat Gezen gibi birçok hocayla çalıştınız; size en çok kimin emeği geçti?
Birebir hocalarımın emeğinin geçtiği gibi, sahnede izlediğim bütün oyuncuların da bana emeği geçtiğini düşünüyorum çünkü o da eğitimin bir parçası. Beraber çalıştığım yönetmenlerin, aynı sahneyi paylaştığım oyun arkadaşlarımın, sahne tasarımcılarının emeği var üzerimde. Duygu Sağıroğlu mesela onların başında gelir; oyuncu değildi ama birlikte dokuz oyunda çalıştık, ondan çok şey öğrendim. Yönetmenlerden, çevirmenlerden… Biz kolektif bir iş yapıyoruz. Gerçekten herkesin bir ucundan tuttuğu bir şölen sofrası hazırlıyoruz. Kimi patates soyuyor, kimi kızartıyor, kimi sofraya getiriyor, kimi düzenliyor; sonunda da izleyicilerle birlikte tamamlıyoruz. O yüzden izleyicilerin de emeği var üzerimizde.
Sanatın içindesiniz, uzun yıllardır. En sevdiğiniz dönem ne zamandı?
İnsan yaşarken, içinde olduğu sırada denizdeki balık misali pek doğru değerlendiremiyor; biraz mesafe kazanmak gerekiyor. Mesela 90’lı yılların ortalarından sonra Aksanat Prodüksiyon Tiyatrosu’nda, küçücük bir sahnede, Türkiye’de ilk kez çevrilen ve sahnelenen oyunları oynarken ne kadar bahtiyar olmamız gerektiğinin çok da farkında değildik, hep böyle sürüp gidecek sandık. Öyle olmadı. İçinde yaşadığın zamanı değerlendirebilmek için mesafe gerekiyor. Ama mesleğimi yapabildiğim sürece, ödün vermeden yapmak istediklerimi yapabildiğim sürece kendimi hep iyi hissedeceğim galiba.
"Sanatın kendisi siyasi seçim "
Şener Şen ile “Yol Ayrımı”nda çalıştınız, Şener Şen kimileri tarafından “politik olmamakla” eleştiriliyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Yaptığımız her şeyin aslında bir siyasi tarafı olduğunu düşünüyorum. İlla mikrofonu eline alıp bir şeyler söylemek, yazı yazmak ya da herhangi bir siyasi liderin yanında durmak değil bizim işimiz. Biz seçimlerimizle, yaptıklarımız ve yapmadıklarımızla, seçtiklerimiz ve seçmediklerimizle değerlendirilmeliyiz. Hem kendimizi hem de bizi değerlendirecek olanlar böyle bakmalı. Bir sanatçıya yüklenen sorumluluk, bir mühendise yüklenmiyor mesela; “Niye siyasi görüşünü açıklamıyorsun?” diye sormuyoruz değil mi? Sanatçılardan ise, daha görünür oldukları için, zaman zaman böyle bir önderlik etmeleri bekleniyor. Oysa bizim işimiz, hangi alanda çalışıyorsak o alanda derinleşmek. Siyaset yapmak isteyen zaten siyaset yapar; hiçbir sanatçının böyle bir zorunluluğu olduğunu düşünmüyorum. Bunu isteyerek yapan, paylaşan olabilir; istemeyen de paylaşmaz. Ama zaten yaptığımız iş siyasi bir iş; her seçim bir karar çünkü.

En sevdiğiniz işiniz neydi peki?
Bu, çok sık sorulan ama asla cevaplanamayan sorulardan biri. Çünkü insan o sırada en çok neyle uğraşıyorsa bütün görüş alanını o kaplıyor. Kimisi geçmişte kalıyor, kimisi “İleride yaparım” projelerinden biri olarak uzağa bırakılıyor. Hep şimdi ve burada ne varsa, en kıymetlisi o oluyor. Ama kendimi hep çok mutlu ve çok şanslı addettim. Hiç lanet okuyarak gittiğim bir işim olmadı; bu, büyük bir lüks.






