Filistin davasının tanıtımına yaptığı katkılardan dolayı 1986'da Tunus'ta sürgünde bulunan Yaser Arafat tarafından "Özgürlük Madalyası"yla onurlandırılan usta yazar, ailesinin eğitim hayatına olan etkisini, Türkiye'ye olan sevdasını, İslam'a dair hislerini, Filistin Davası'ndaki duruşunu, depremzedeler hakkında konuşan sanatçılar hakkında ve Türkiye'nin 2. yüzyılına dair düşüncelerini AA muhabirine anlattı.

Alev Hanım merhaba, AA'nın "Türkiye'nin Çınarları" projesi kapsamında bize vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz. Öncelikle Alev Alatlı, kendisini nasıl tarif eder?

"Çınar sıfatı utandırır, mahcup eder. Ama şu şerhle ki; gizli gizli inşallah derim tabii. Bir insanın kendi ülkesinde iyi anılması, bir işe yaradığını hissetmesi kadar hoş bir şey olamaz."

Kendinizi nerede konumlandırıyorsunuz?

"Çok şanslı bir insan olarak kendimi konumlandırırım. Bu şans önce bir asker kızı olarak başlar. Her zaman bir kısıtlı bütçe halinde hareket etmek zorunda olan bir ailenin çocuğu olmak önemli, memur çocuğu olarak devamlı olarak tayin edilirseniz, çok görüyorsunuz Türkiye'yi. Bu benim en büyük şansımdır. Özellikle Türkiye'nin doğusunda yaşamak, okula gitmek, oradaki sıkıntıları görmek büyük şanstı."

Babanız nasıl birisiydi?

"Çok okuyan, benim okumayı sevdiğimi fark edip derhal destekleyen biriydi. Erzurum Kültür Kurumu İlkokulundan diploma aldım. Oğlum, bir insan daha ne kadar şanslı olur bilmiyorum. Bir öğretmenim vardı: Emine Aküzüm, dadaş bir kadın. Ona çok şey borçluyum. Dünya görüşümü, azmimi, dayanıklılığımı borçluyum."

Diğer öğretmenlerden farkı neydi?

"Bunu anlatmak o kadar zor ki. Bir kere ne kadar çok severdi bizi. Tüm okul normal olarak sabah 9'dan akşam 3'e kadar ders yaparken, biz saat 5'e kadar dururduk. Ne hoca bizi bırakır giderdi, ne de biz hocamızı bırakır giderdik. Erzurum gibi küçücük bir yerde bulup buluşturup bir kütüphane yapmıştı. Aktif metot diye bir uygulaması vardı. Daha o yaşlarda konuları biz çalışıp sınıfa anlatırdık. Bir şeyi en iyi öğrenmenin yolunun kendini öğretmeye hazırlamak olduğunu çok erken yaşta öğrendim. Allah mekanını cennet eylesin."

"Biz toprak kaybı nedir biliriz"

İlk hatıralarınız Anadolu'nun zor şartlarında eğitime olan açlığınızla ilişkili sanırım?

"Evet, çok yokluk gördüm ve duydum. Özellikle Erzurum'da yan komşumuzda trahom hastalığı vardı. Karşı komşumuzun küçük kızı her gece çığlıklar içerisinde uyanıp, 'İyi saatte olsunlar'ın çıktığını söylerdi. Öyle yoksulluk görüyorsunuz ki; sadece fiziki değil, bilgi yokluğu da. Bu şartlarda ben de 'Büyüyecek, doğru dürüst öğrenecek, bir şeyler yapacağım ve bu durumu düzelteceğim.' diye büyüdüm. Malum liseyi Japonya'da okudum. Okul müdiresi, yıllıkta benim hakkımda, 'Türkiye'nin gelecek Cumhurbaşkanı'na...' diye yazmış. İnanabilir misin buna ama sonradan düşününce insanın iki lafından biri 'Türkiye' ise, ki bugün de bende öyledir. Yatarım Türkiye, kalkarım Türkiye ama aile böyleydi. 'Kızım ömrüm boyunca ben yatakta babanızın dışında birisiyle yattım.' dedi, bir gün annem. Dehşete düştüm, 'Bu ne ayıp bir şey. Söylenir mi böyle bir şey?' diye. 'Evet, zamanın başbakanı' dedi. O kadar politik bir aile ki, onun dedikodusu yapılıyordu gece gündüz."

"Asker bir babanın kızı olarak, fikri anlamda babanızla hiç ters düştüğünüz oldu mu?

"Hayır olmadı. Rumelili olmanın çok etkisi var. Biz toprak kaybı nedir biliriz. Her şey gidiyor. Bu korkunç bir şey. Karaman, Konya tarafından iskan ile gönderilenler... Az değil, 300 sene orada kalmışlar. Türkiye'de bazen bu işi hiç bilmeyenin rahatlığını gördüğüm zaman kıskanıyor muyum, öfkeleniyor muyum, bilmiyorum. O benim içime işlemiş. Mesela bizim evde bir sandık vardır, 'lanetli sandık' derler. Açtırmazlar lanetli sandığı. Ben çok istedim. Tapular falan var. En azından arşiv olarak bakanlığa verelim, bulunsun diye. 'Hayır.' dedi büyük teyzem, 'Bu sandığa dokunan erkeklerimiz öldü bizim. Bu sandık burada durur, lanetlidir. Katiyen kimse dokunamaz.' dedi. Bu gibi şeyler sizi milliyetçi yapıyor. Aslında milliyetçi değil. Çok istismar edilen bir kelime. Ama ben, bilerek isteyerek Türküm. Bilerek isteyerek, seçimle Türküm."

Çok farklı disiplinlerde çalıştınız. Bundan dolayı pişman mısınız?

"Hayır değilim yavrum, Yapım tek bir şey yapmaya zaten müsait değildi. Eğer bir müzik parçasından bahsedecek olursak; çok iyi bir virtüöz olmaktansa, orkestra şefi olmayı tercih ederim ben. Çünkü merak ediyorum, bütüne bakmaya meyilliyim. Genç yaşlarda bunun canımı yaktığını itiraf edebilirim. Derin depresyon... Benden başka herkes ne yapmak istediğini biliyor, bir tek ben bilmiyor gibiydim. Hele Amerika'da, herkes biliyor gibiydi. Bir ara da 'Herhalde ben Türk Müslüman olduğum için böyle.' diye düşünmeye başladım. Çünkü bu kadar rahat edilemez bu dünyada. Böyle keyif olmaz yani. Sonra gidip şu felsefeyi okuyayım dedim ama onun için de Almanca öğrenmek lazım. İyi peki onu da öğrenelim. Böyle arka arkaya devamlı çalışarak geçen bir hayat. Ama Allah çok yardım etti."

Nasıl fark ettiniz bunu?

"Hep sordum ve cevap aldım. Çünkü lümpen bir tarafım yoktur, Dağınık değilimdir. Hele çocuğum olduktan sonra, derli toplu bir hayatım olması gerektiğini düşündüm. Özellikle unutamadığım bir anım var. Bir gece oturdum, herhalde iki gün olmalı. Konuştum... Balkonda oturdum bir de üstelik, ne olacak diye... Bir tür trans hali. O bana dedi ki, 'Korkma, hiçbir zaman zengin olmayacaksın. Anlaşıldığı haliyle, ama hiçbir zaman da namerde muhtaç olmayacaksın. Yap işini.' dedi. Hangi nokta bu biliyor musun? 'Düzenli işi bırakıp, yazıya dönebilir miyim?' zamanı. Çok tehlikeli bir şey. Ev kira, kızım küçük. Nasıl yapacağım? Fakat Rabbil Alemin, Allah ondan razı olsun. 'Allah, Allah'tan razı olsun.' denir mi? Acayip bir Müslüman çıkışı ama öyle. Nasıl teşekkür edebilirim. sen, senden razı ol yani. Ben ciddi bir Müslümanım yani vazedilen bütün genel geçer her şeyi yaparım, dinlerim anlamında değil bu ama kimseye bırakmam, bu konfor alanını."

"Benden militan olmaz"

Yaser Arafat tarafından Filistin davasının duyurulmasına yaptığınız katkılardan dolayı "Özgürlük Madalyası"na layık görüldünüz. Bugün nasıl görüyorsunuz?

"Ödülü bana gizli gönderdi. Tunus'ta sürgün hükumetindeydi. Bir elçi yolladı bana, Ebu Firas. Gecenin bir saatinde geldi. Açtım kapıyı korkarak, elinde madalya. Bir de Filistin elbisesi göndermişler. Yine Allah'ın işi. Amerika'da Filistinli delikanlılarla tanıştım, Amerikalılara Filistin diye bir devlet olduğunu anlatmaya çalışıyorlardı. Çok zor bir mücadele. En son depremde bunu gördüm. Tamamen yıkıldı, Hatay, Gaziantep. Burada gördük ne anlama geldiğini ve ben biliyorum ki Filistin de böyleydi, anlayabiliyor musunuz? Bunu yaşadık ve deliye döndüm. Hak, hukuk kavramına karşı işin aslını öğrendiğiniz zaman deliye dönüyorsunuz. Ne yapılabilir, diye delirdim. Güzel bir Katolik duası vardır: 'Ey Allah'ım, bana değiştirebileceğim şeyleri değiştirmek için güç, değiştiremeyeceğim şeyleri değiştiremediğim zaman sabır ve ikisinin arasındaki farkı anlayacak basiret ver.' der. O yüzden mesela benden militan olmaz. Elime silahı alıp dağın tepesine çıkıp bir iş yapmam. Yapım müsait değil. Fakat yapabileceğim bir şey vardı: işin propagandası. İki veyahut üç kitap çevirdim, Pınar Yayınlarından. Cevat (Özkaya) bastı, fisebilillah tabii. Allah kimseyi öyle hallere düşürmesin. Öyle bir dönem ki. Filistinli kadın diyor ki; 'Ben 6 çocuk doğurmakla yükümlüyüm.' Neden? 'Başka türlü olmaz Alevcim.' diyor. Niye olmuyormuş diye soruyorum: '2 tanesini İsrail öldürecek, 2 tanesi ancak eve ekmek getirecek, ikisini de okutmak lazım ki bir şeye yarasın.' Bakar mısın dağıtmaya. Kadın bunu bütün samimiyetiyle söylüyor. Yani Alev Hanım başka ne yapabilirdi, iş dönüşü saatlerce çeviri yapmaktan başka."

Deprem felaketinin Türkiye'yi nasıl etkileyeceğini düşünüyorsunuz?

"Cana geldi diye çok üzüldüm. Cana geleceğine mala gelsin. Yaparız efendim, yaparız."

Peki Türkiye için bir kırılma noktası diyebilir miyiz?

"Hayır, ben öyle görmüyorum. Çok ağır bir acı ama kırılma olarak görmüyorum. Marmara depreminde de çok arkadaşım ailesini kaybetti,. Büyük bir acı ama kırıldık mı? Bu deprem daha ağır, hiç kuşkum yok ama biz de daha ağırız. Eskisi gibi değil. Şanslı olan bir tarafımız var. Türk devletinin daha organize bir dönemine denk geldik. 'Çok iyimsersin.' diyeceksiniz ama nasıl iyimser olmayayım ki? Ne kadar insanımızı kaybettik ama bu bizi öldürmeyecek. Buna izin vermeyiz. Biz kaç bin yıllık ulusuz. Ağlarsak birbirimize sarılır ağlarız, o kadar. Ucundan tutup düzeltmeye çalışırız."

"Yokmuş gibi davranırsak bu soykırımdır"

Deprem sonrası Twitter'dan bir paylaşımda bulundunuz; "Biricik Gezegenimizi 21. yüzyılın arsız baronlarına teslim edip en başa dönmeye, Asya steplerinin dayanıklı cılız otlarına dönüşmeye razı değilsek, ister Cumhur, ister Millet, bu dünyaya dair bugünün gerçeklerini rikkat ve özenle birbirimize mertçe nakletmek, geleneksel Türk-İslam sabır ve tevekkülümüzün ölümcül dezavantaja dönüşmesini engellemek zorundayız. İşleyebileceğimiz en büyük günah, neden olabileceğimiz en trajik soykırım birbirimize kayıtsız kalmamız olacaktır."

"Allah göstermesin Türkiye'nin kendisine yönelik bir soykırım yapma ihtimalinden bahsediyorum ve bu ancak birbirimize kayıtsız kalırsak gerçekleşir yani depremzedeye kayıtsız kalırsan bu soykırımdır, öğrencilere kayıtsız kalırsan bu soykırımdır. Birbirimize destek olmalıyız. Birisi, birine durup dururken küfrediyor. Alırım paçasını aşağı, edemez. Küfredilene ben kayıtsız kalamam. Birisi çalıyor, çırpıyorsa ben kayıtsız kalamam. Bir daha yüzüne bakmam, onunla çay içmem. İnsanların kötülüğü tedip etmeleri lazım. Yokmuş gibi davranırsak bu soykırımdır."

Türkiye'de toplumun ikiye bölündüğüne dair analizlere katlıyor musunuz?

"Laf ola beri gele. Biz ikiye bölünmeyiz. Hala aynı mantıyı, hepimiz aynı bulgur pilavını yeriz. Zor dönemden geçiyoruz. 100. yıla kadar dayandık. Yani kaç tane millet bu kadar ağır dönüşümden geçti. Benim çocukluğumda aynı Türkçeyi bile konuşmuyorduk. Bu noktadan sonra Türkiye'nin önünde ağır bir dönemeç var. Bunu almak zorundayız. Bu dönemeç en başta eğitimle ilgili bir dönemeç."

İkincisi?

"Hukuk. Üçüncüsü ise hukukun hemen kolunda gideni; ahlak. Şaşırdık yani neye ahlak neye ahlaksız dememiz gerektiğini neredeyse unutmuş vaziyetteyiz. Bunu tekrar birbirimize hatırlatmamız lazım. Ahlakla birlikte zaten davranış gelecektir ister istemez ve tabii Türkçe. İyi bir eğitim için, hukuk için Türkçe gerek. Biz bunu yapabiliriz, birbirimize saygıyı tekrar harekete geçirebiliriz. Saygısızlıkla olmuyor, dur dinle. Üstelik büyük avantajlarımız var. Son tahlilde, birbirini seven bir ulusuz. Kınamamız gereken yeri bilerek... Kimi nerede, nasıl kınıyoruz? Utandırarak. Yani kimsenin haddine düşmemeli, abuk sabuk giyinip de kalkıp depremzedelere laf etmek falan. Bunlar olmaz. Nasıl cezalanacak? Halkın gözünden düşerek. Peki bunu nasıl belli edeceksin? Gördüğün zaman arkanızı döneceksiniz, çay içmeyeceksiniz. Hanımefendi diye numara yapmayacaksın. Can yakmayacaksın, dövmeyeceksin, sopalamayacaksın, küfretmeyeceksin ama 'Hadi evladım' diyeceksin. Bunu yapmak çok zor değil. Biz kendimize baktığımız zaman neyin iyi, neyin kötü olduğunu, neyin bizi mutlu ettiğini biliriz."

Peki hocam değişen dünya düzeninde Türkiye'nin geleceğini nasıl görüyorsunuz?

"Hep söylerim; Türkiye'ye bir şey olmaz. Okyanuslar taşar Türkiye'ye bir şey olursa. Bizim unuttuğumuz şeyler var. Ne kadar büyük bir ulus olduğumuzu unutuyoruz. Tecrübeli, büyük... Sağlam ve güzel insanlar... Biz düzgün, zeki, çalışkan insanlarız. Nereden biliyorsun? Temas halindeyim. Çok bilimsel takılmak istiyorsan da koskoca bir imparatorluğu küçük bir adaya soktun. Buradan iyi bir şey çıkacaktı tabii ki. Bence çıktı. Düşün ki petrolü, doğalgazı, altını vesaire olmayan bir ülke ve bu haldeyiz. Allah'a çok şükür. Daha iyi olmaz mıydık? Olamadık diye kızıyoruz. Süleyman Seyfi Öğün hocanın güzel bir lafı var: 'Türkler medeniyet tasavvuru olan az sayıda milletten biridir.' Biz bir şeyi tutarız ve sıkı tutarız. Bazen olduğumuzdan da büyük görürüz ve bu iyi bir şeydir. Alternatifi bir sürü gariban ülke gibidir. Bizim burada seninle röportaj yapmamız bile bunun bir kanıtıdır. Yarın bir gün sen zor durumda beni çağıracak olsan, benim geleceğimi bilirsin. Gerekirse süpürgeme biner gene gelirim. Burası bizim. Kaç sene oldu şurada Balkanları vereli? Dur bakalım. Birazcık şey yaptık, geçecek. Kuralları tutacağız, elimizden geleni değil. Yapılması gerekeni yapacağız."

Kaynak: aa