Türkiye'nin gündemini kasıp kavuran hayat pahalılığı ve enflasyon canavarı, geleceği inşa edecek en temel taşı, yani çocukları ve aileyi hedef alıyor. Hükümetin aldığı teşvik kararlarına rağmen, AK Parti'nin önüne gelen son saha araştırması, ülkenin demografik yapısındaki çöküşün endişe verici boyutlara ulaştığını bir kez daha teyit etti. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verileriyle de desteklenen rapora göre, 2025 yılı itibarıyla Türkiye'deki 0-4 yaş aralığındaki çocuk sayısı 4 milyon 945 bin 831'e düşerek Cumhuriyet tarihindeki en dip seviyeyi gördü. Bu rakam, sadece bir istatistik değil, aynı zamanda boşalan okul sıralarının, yaşlanan bir toplumun ve geleceğe dair artan kaygıların habercisi. AK Parti'nin Ağustos 2025'te gerçekleştirdiği bu kapsamlı araştırma, sorunun sadece ekonomik olmadığını, kültürel ve toplumsal dinamiklerin de bu "sessiz krizde" başrol oynadığını ortaya koyuyor. Gençlerin gözünde evlilik ertelenen bir sorumluluk, çocuk sahibi olmak ise giderek ulaşılamayan bir lükse dönüşüyor.

Ekonomik krizin acı faturası: evlilik ve çocuk hayal oldu

AK Parti'nin yaptırdığı araştırmanın sonuçları, toplumun ezici bir çoğunluğunun ülkenin en temel sorunu olarak ekonomik krizi ve hayat pahalılığını gördüğünü net bir şekilde ortaya koyuyor. Ancak bu devasa sorunun gölgesinde, Türkiye'nin geleceğini çok daha derinden etkileyecek bir başka kriz sessizce büyüyor. Araştırmaya göre, artan kiralar, gıda fiyatları ve bir çocuğun temel ihtiyaçlarını karşılamanın maliyeti, gençlerin evlilik ve çocuk sahibi olma kararlarını doğrudan etkiliyor. Bir yuva kurmanın ve bir çocuğu dünyaya getirmenin getireceği ekonomik yük, pek çok genci bu adımları ertelemeye, hatta bu hayallerinden tamamen vazgeçmeye itiyor. Raporda, "çocuk sahibi olmanın gitgide ertelenen ya da vazgeçilen bir lüks haline geldiği" vurgusu, durumun vahametini özetliyor. Bu durum, sadece bugünün ekonomik sıkıntılarını değil, yarının iş gücü, sosyal güvenlik sistemi ve toplumsal dinamikleri üzerinde de onarılması güç yaralar açma potansiyeli taşıyor.

Merkez Bankası rezervlerinde gerileme
Merkez Bankası rezervlerinde gerileme
İçeriği Görüntüle

Sorun sadece para değil: aile değerleri de sorgulanıyor

Araştırma, düşen doğum oranlarını ve yükselen evlilik yaşını tek başına ekonomi ile açıklamanın yetersiz kalacağını çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor. Rapor, "Gelir düzeyi düşük olan bazı gruplarda evlilik oranı ve çocuk sayısının diğer gruplara göre daha yüksek olduğuna" dikkat çekerek, meselenin kültürel ve toplumsal boyutlarına işaret ediyor. Bu bulgu, modernleşme, bireyselleşme ve değişen yaşam tarzlarının, geleneksel aile yapısı üzerindeki etkisini sorgulatıyor. Raporda çocuk sayısındaki düşüşün nedenleri arasında; "değişen kültür", "Türkiye'de aile kavramının önemini kaybetmeye başlaması" ve "gençlerin evlilikten uzaklaşması" gibi maddelerin yer alması, sorunun çok katmanlı yapısını gözler önüne seriyor. Ayrıca, kadınların iş gücüne katılımının artmasının, yeterli sosyal destek mekanizmaları (kreş, doğum izni vb.) oluşturulmadığında çocuk sayısını etkileyebileceği de raporda altı çizilen bir diğer önemli faktör olarak öne çıkıyor. Bu durum, çözümün sadece ekonomik teşviklerden değil, aynı zamanda toplumsal değerleri ve modern yaşamın gereklerini birleştiren bütüncül politikalardan geçtiğini gösteriyor.

Siyasi kutuplaşma doğurganlığı da vurdu

Araştırmanın en dikkat çekici bulgularından biri de, nüfus krizine bakış açısının siyasi kimliklere göre nasıl keskin bir şekilde ayrıştığını göstermesi oldu. Toplumu bölen siyasi ayrışma, bu temel sorunun nedenlerinin yorumlanmasında da kendini gösteriyor. Araştırma sonuçlarına göre; CHP, İYİ Parti ve DEM Parti seçmenleri, çocuk sayısındaki düşüşü ve evliliklerin ertelenmesini ezici bir çoğunlukla ekonomik zorluklara ve hayat pahalılığına bağlıyor. Bu seçmen grupları için temel sorun, hükümetin ekonomi politikalarındaki başarısızlık olarak görülüyor. Diğer yanda ise AK Parti ve MHP seçmenleri bulunuyor. Bu seçmenler, ekonomik gerekçeleri kabul etmekle birlikte, sorunun kökeninde "aile değerlerinin zayıflaması", "maneviyatın azalması" ve "gençlerin evliliğe ve sorumluluk almaya karşı isteksizliği" gibi kültürel ve kimliksel nedenlerin yattığını savunuyor. Bu derin görüş ayrılığı, soruna yönelik ortak bir çözüm üretilmesinin önündeki en büyük engellerden biri olarak duruyor. Bir taraf ekonomik refahın artmasıyla sorunun çözüleceğine inanırken, diğer taraf kültürel ve manevi bir restorasyonun gerekliliğini vurguluyor.

Kaynak: HABER MERKEZİ