Yakın coğrafyamızda, Ukrayna-Rusya savaşının ardından İran-İsrail hattında tırmanan gerilim ve gelişmiş hava saldırıları, modern savaşlarda gökyüzüne hakim olmanın ne denli hayati bir önem taşıdığını tüm çıplaklığıyla gözler önüne serdi. İsrail'in F-35 gibi 5. nesil savaş uçakları ve hassas güdümlü mühimmatlarla gerçekleştirdiği saldırılar, İran'ın hava savunma sistemlerini büyük ölçüde etkisiz hale getirirken, bu durum, stratejik bir konumda bulunan Türkiye'nin kendi hava savunmasındaki mevcut durumu, eksiklikleri ve gelecek vizyonunu yeniden masaya yatırmasına neden oldu. Ankara, son yıllarda yerli ve milli savunma sanayii hamleleriyle bu alanda önemli bir ivme yakalamış olsa da, savunma otoriteleri, "gök vatan"ın tam anlamıyla güvende olabilmesi için daha kat edilmesi gereken uzun bir yol olduğu konusunda hemfikir. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın son kabine toplantısının ardından yaptığı, "Orta ve uzun menzilli füze stoklarımızı son gelişmeler ışığında caydırıcılık düzeyine getirecek üretim planlarını yapıyoruz. İnşallah çok uzun olmayan bir süreçte hiç ama hiç kimsenin bize efelenmeyi dahi göze alamayacağı bir savunma kapasitesine erişmiş olacağız" açıklaması, bu konudaki kararlılığın en üst düzeyde dile getirilmesi olarak kayıtlara geçti. Peki, Türkiye'nin hava savunmasında son durum ne? Hangi sistemler aktif, hangileri geliştirme aşamasında ve en önemlisi, modern savaş tehditlerine karşı ne kadar hazırız?
Çelik Kubbe: Türkiye'nin katmanlı hava savunma şemsiyesi
Türkiye'nin hava savunması alanındaki en stratejik ve en kapsamlı projesi, hiç şüphesiz ki "Çelik Kubbe" doktrini. Bu proje, tek bir sisteme bağlı kalmak yerine, farklı menzil ve kabiliyetlere sahip çok sayıda yerli hava savunma sistemini, radar ağlarını ve komuta kontrol merkezlerini yapay zeka destekli bir mimari altında birleştirerek, "sistemler sistemi" oluşturmayı hedefliyor. Çelik Kubbe'nin amacı, Türkiye'nin hava sahasına yönelik alçak, orta ve yüksek irtifadaki her türlü tehdidi (savaş uçağı, İHA/SİHA, seyir füzesi, balistik füze, helikopter vb.) entegre bir şekilde tespit edip, en uygun silah sistemiyle imha etmek.
Bu entegre yapının temel taşlarını, Türk savunma sanayiinin gurur kaynağı olan yerli üretim sistemler oluşturuyor.
-
Alçak İrtifa Savunması: Bu katmanda, hareketli birlikleri ve stratejik tesisleri, özellikle seyir füzeleri, İHA'lar ve helikopterler gibi tehditlere karşı korumak için tasarlanan KORKUT ve GÜRZ gibi sistemler yer alıyor. KORKUT, zırhlı araçlara monte edilmiş 35mm çift namlulu topuyla yakın mesafede etkili bir savunma sağlarken, GÜRZ ise tam otonom bir hava ve füze savunma sistemi olarak öne çıkıyor. Ayrıca, Roketsan tarafından geliştirilen SUNGUR füzeleri de bu katmanın önemli bir parçası.
-
Orta İrtifa Savunması: Bu katmanın bel kemiğini, HİSAR-A+ (Alçak İrtifa) ve HİSAR-O+ (Orta İrtifa) füze aileleri oluşturuyor. ASELSAN ve ROKETSAN işbirliğiyle geliştirilen HİSAR sistemleri, sabit ve hareketli hedefleri, savaş uçakları ve İHA'lar gibi tehditlere karşı korumak için tasarlandı.
-
Yüksek İrtifa Savunması: Türkiye'nin en stratejik ve en çok ihtiyaç duyduğu bu katmanda ise, uzun menzilli bölge hava savunmasını sağlayacak olan SİPER sistemi yer alıyor. SİPER, Çelik Kubbe'nin en uzun kolu olarak, balistik füzeler gibi kritik tehditlere karşı koruma sağlayacak.
-
Özel Tehditlere Karşı Çözümler: Çelik Kubbe sadece geleneksel tehditlere değil, aynı zamanda asimetrik tehditlere karşı da çözümler üretiyor. GÖKBERK sistemi, en az 5kW gücündeki lazer silahı ile İHA'ların fiziksel imhasını, Kangal karıştırıcı alt sistemi ile de işlevsel imhasını gerçekleştiriyor.
Tüm bu sistemler, ASELSAN, ROKETSAN, TÜBİTAK-SAGE ve MKE gibi milli kuruluşların ortak çalışmasıyla, yapay zeka destekli HAKİM komuta-kontrol sistemi altında tek bir çatı altında toplanıyor. Bu, Türkiye'nin kendi göbeğini kendisinin kestiği, milli ve entegre bir hava savunma mimarisi kurma yolundaki en önemli adımıdır.
Siper: Gök Vatan'ın uzun menzilli kılıcı
Çelik Kubbe'nin en kritik ve en çok beklenen unsuru, Türkiye'nin ilk milli uzun menzilli hava ve füze savunma sistemi olan SİPER projesidir. Bu proje, Türkiye'nin uzun yıllardır dışa bağımlı olduğu ve stratejik bir boşluk oluşturan yüksek irtifa savunma kabiliyetini milli imkanlarla karşılama hedefini taşıyor. ASELSAN, ROKETSAN ve TÜBİTAK-SAGE iş birliğiyle geliştirilen SİPER, 100 kilometreyi aşan menziliyle, düşman savaş uçakları, seyir füzeleri ve ilerleyen fazlarda balistik füzeler gibi stratejik tehditlere karşı koruma sağlayacak.
SİPER Projesi, farklı yeteneklere sahip bloklar halinde geliştiriliyor:
-
SİPER Ürün-1: 100 km'yi aşan menziliyle, hava soluyan hedeflere (savaş uçakları, seyir füzeleri) karşı etkili olan bu sistemin ilk fazı, 2024 yılı itibarıyla testleri tamamlanarak TSK envanterine girmeye başladı. Bu gelişme, Türkiye'yi, kendi uzun menzilli hava savunma sistemini üreten sayılı ülkeler arasına soktu.
-
SİPER Ürün-2: 150 km menzile sahip olması hedeflenen bu versiyonun geliştirme çalışmaları hızla devam ediyor.
-
SİPER Blok-3 ve Sonrası: Bu sonraki fazlarda ise, sistemin sadece hava soluyan hedeflere değil, aynı zamanda kısa ve orta menzilli balistik füzeler ve hatta hipersonik füzelere karşı da önleme kabiliyeti kazanması hedefleniyor.
SİPER, gelişmiş radar, hedef takip ve ateş kontrol teknolojileriyle, aynı anda birden fazla hedefi izleyip angajman sağlayabilme yeteneğine sahip. Bu sistemin tam anlamıyla operasyonel hale gelmesi, Türkiye'nin hava savunmasında devrim niteliğinde bir adım olacak ve bölgesel caydırıcılığını önemli ölçüde artıracaktır.
Kaan: Türk havacılığının 'kurtuluş savaşı' ve motor sorunu
Hava savunması, sadece yerden havaya atılan füzelerden ibaret değildir. Hava sahasının kontrolü için en kritik unsurlardan biri de, modern ve yetenekli savaş uçaklarına sahip olmaktır. Türkiye, bu alanda son yıllarda en büyük zorluklarından birini yaşadı. Mevcut F-16 filosu, teknolojik olarak eskimeye başlarken, bölgedeki rakiplerin F-35 gibi 5. nesil uçaklara sahip olması, bir asimetri yaratıyordu.
İşte bu noktada, TUSAŞ KAAN projesi, sadece bir savaş uçağı projesi olmanın ötesinde, Türk havacılığının "Kurtuluş Savaşı" olarak nitelendiriliyor. KAAN, TUSAŞ tarafından geliştirilen, çift motorlu, düşük görünürlüklü (stealth), gelişmiş sensörlere sahip 5. nesil bir savaş uçağıdır. İlk uçuşunu 21 Şubat 2024'te başarıyla gerçekleştiren KAAN'ın, 2028'den itibaren Türk Hava Kuvvetleri envanterine girmesi ve zamanla F-16'ların yerini alması hedefleniyor.
Ancak KAAN projesinin önündeki en büyük engel, motor sorunu. Türkiye'nin, S-400 alımı nedeniyle F-35 programından çıkarılması, KAAN projesinin önemini ve üzerindeki yükü katbekat artırdı. Planlamalara göre F-35'lerin yanında destekleyici bir rol oynaması beklenen KAAN, şimdi ana muharip güç olma görevini üstlenmek zorunda kaldı. Projenin ilk prototiplerinde General Electric üretimi F110 motorları kullanılsa da, asıl hedef, TUSAŞ'ın motor iştiraki TEI tarafından geliştirilen yerli ve milli TF-35000 motorunun 2035'e kadar KAAN'a entegre edilmesi. Eğer bu hedef başarıyla gerçekleştirilirse, Türkiye, sadece uçağını değil, aynı zamanda onun kalbi olan motorunu da üreten bir ülke konumuna gelerek, bu alanda tam bağımsızlığını ilan etmiş olacak. Bu sürece kadar ise, mevcut F-16 filosunun modernizasyonu ve yeni F-16 Viper ile Eurofighter gibi ara çözümler, kritik bir önem taşıyor.
S-400'ler ve NATO entegrasyonu: Hangardaki stratejik handikap
Türkiye'nin hava savunmasındaki en tartışmalı ve en karmaşık konulardan biri, 2019'da Rusya'dan satın alınan S-400 uzun menzilli hava savunma sistemleridir. Kağıt üzerinde, Türkiye'nin elindeki en uzun menzilli ve en yetenekli sistem olan S-400'ler, ABD ile yaşanan siyasi kriz ve NATO sistemleriyle entegrasyon sorunları nedeniyle aktif olarak kullanılamıyor. Bu durum, Türkiye'nin yüksek irtifa hava savunmasında ciddi bir stratejik boşluk yaratıyor.
S-400'lerin, NATO'nun radar ağına entegre edilememesi, bu sistemin tam potansiyeliyle kullanılmasının önündeki en büyük teknik engel. Bir hava savunma sisteminin etkili olabilmesi için, geniş bir radar ağından ve diğer komuta kontrol unsurlarından anlık veri alması gerekir. S-400'lerin bu ağın dışında kalması, onların "kör" kalmasına neden olabilir. Bu nedenle, Türkiye, bir yandan bu sistemi elinde tutarken, diğer yandan da kendi milli sistemi olan SİPER'in geliştirilmesine hız vermiş durumda. S-400'lerin geleceği, hala belirsizliğini koruyan ve Türk-Amerikan ilişkilerinin seyrine bağlı olan stratejik bir düğüm olmayı sürdürüyor.
Uzmanların gözünden genel tablo: Yeterli miyiz, yetersiz mi?
Peki, tüm bu sistemler ve projeler ışığında, Türkiye'nin hava savunması yeterli mi? Savunma çevrelerinde, bu soruya net bir "evet" veya "hayır" yanıtı vermenin doğru olmadığı, ancak genel trendin olumlu yönde olduğu konusunda bir görüş birliği var. Görünen o ki, hava sahasını güvenceye alamayan bir ülkenin büyük tehlikelere karşı savunmasız kalacağı gerçeği, Ankara tarafından net bir şekilde anlaşılmış durumda ve Çelik Kubbe gibi projelerde elin çabuk tutulması gerektiği kabul ediliyor. Türkiye, henüz tam yeterlilik seviyesine ulaşmamış olsa da, "daha yetersizden daha yeterliye doğru" güçlü bir trend içinde ilerliyor.
Savunma analistleri, Türkiye'nin Awacs erken uyarı uçakları ve tecrübeli pilotlara sahip F-16 filosu sayesinde, konvansiyonel savaş uçaklarına karşı caydırıcı bir savunma gücüne sahip olduğunu belirtiyor. Ancak aynı zamanda, özellikle balistik füzelere ve gelişen hipersonik füze tehditlerine karşı yerde konuşlu sistemler noktasında henüz tam anlamıyla güçlü bir savunmadan söz edilemeyeceği de vurgulanıyor.
Sonuç olarak, Türkiye, hava savunmasında yerli ve milli sistemlere yönelerek stratejik bir dönüşüm yaşıyor. HİSAR, KORKUT ve SUNGUR gibi sistemlerle yakın ve orta menzilde önemli bir kabiliyet kazanılmış durumda. SİPER'in envantere girmesiyle uzun menzildeki boşluk doldurulmaya başlandı. KAAN projesi ise geleceğin hava gücü için en büyük umut. Ancak, bu projelerin tam anlamıyla olgunlaşması, sayısal olarak yeterli seviyeye ulaşması ve en önemlisi, yeni nesil tehditlere karşı etkili hale gelmesi zaman alacak. Türkiye, "daha yeterliye doğru bir trend" içinde olsa da, caydırıcılığın tam anlamıyla sağlanabilmesi için, bu kritik projelerin hız kesmeden devam etmesi ve karşılaşılan teknik ve siyasi engellerin bir an önce aşılması gerekiyor. "Gök Vatan"ın güvenliği, bu projelerin başarısına bağlı.