Nazım Hikmet, yalnızca Türk edebiyatının değil, dünya şiirinin de en önemli isimlerinden biridir. O, yüreği kadar büyük idealleri, mavi gözlerinde taşıdığı umudu ve devrimci ruhuyla, dizelerine aşkı, özlemi ve direnişi sığdırdı. 20. yüzyılın en çalkantılı dönemlerinde kalemini bir kılıç gibi kullanarak, adalet, özgürlük ve insan onurunu savundu.
DEVRİMCİ BİR KALEM
Nazım Hikmet, 1902 yılında Selanik’te doğdu. Genç yaşta şiire olan tutkusuyla dikkat çeken Hikmet, yaşamı boyunca, kalemiyle adaletin ve özgürlüğün peşinde koştu. Onun şiirleri, ezilenlerin sesi, adaletsizliğe karşı yükselen bir çığlık oldu. Nazım, şiirini yalnızca estetik bir araç olarak değil, aynı zamanda toplumsal mücadelenin bir silahı olarak kullandı. Sosyalist idealleri, onun şiirlerinde hayat buldu; insan emeğini, barışı ve eşitliği savundu.
Nazım Hikmet, sadece bir devrimci değil, aynı zamanda aşkın ve özlemin şairidir. Onun dizelerinde, memleket hasreti, uzaklarda bir sevgiliye duyulan özlem ve insanın derin içsel yolculukları yer alır. "Sevdalı Bulut"tan "Karıma Mektup"a kadar birçok şiirinde, Nazım, aşkı ve özlemi en saf haliyle dile getirir. Sevdanın, hayatın bir parçası olduğunu ve bu sevdanın en büyük devrim olduğunu anlatır.
ZULME KARŞI DİRENİŞ
Nazım Hikmet, hayatı boyunca zulme karşı direndi. Hapislerle, sürgünlerle dolu yaşamı boyunca, kaleminden dökülen her bir dize, direnişin ve mücadelenin bir simgesi oldu. "Kuvayı Milliye Destanı" ile Kurtuluş Savaşı’nın destanını yazarken, "Memleketimden İnsan Manzaraları"nda Anadolu’nun insanlarını, onların acılarını ve umutlarını ölümsüzleştirdi.
ÖZGÜRLÜĞE SEVDA
1951 yılında vatandaşlıktan çıkarılan Nazım Hikmet, Türkiye’den uzaklarda, vatan hasretiyle dolu bir yaşam sürdü. Moskova’da geçirdiği yıllar boyunca, yüreğindeki memleket sevgisi ve özgürlük arzusu hiç dinmedi. Onun şiirleri, sınırları aşarak, dünyanın dört bir yanında yankı buldu. 1963 yılında hayata veda eden Nazım Hikmet, ardında devrimci bir şiir mirası bıraktı.