Türkiye'de yaklaşık 4 milyon kamu çalışanı ve 2.5 milyondan fazla memur emeklisinin, yani aileleriyle birlikte 25 milyon vatandaşın geleceğini doğrudan ilgilendiren 8. Dönem Kamu Toplu Sözleşme görüşmeleri, son günlerine girilirken beklenmedik ve sert bir hamleyle yeni bir evreye girdi. Aylardır süren müzakerelerden, hükümetin sunduğu zam teklifinin beklentilerin çok uzağında kalması nedeniyle bir sonuç alınamaması üzerine, yetkili konfederasyon olan Memur-Sen, masadan "uzlaşmazlık" tutanağıyla kalkmıştı. Normal şartlar altında, sürecin bu noktadan sonra, nihai kararı verecek olan Kamu Görevlileri Hakem Heyeti'ne gitmesi bekleniyordu. Ancak Memur-Sen Genel Başkanı Ali Yalçın, yaptığı açıklamayla bu yolu kullanmayacaklarını, adeta sistemi boykot edeceklerini duyurarak, tüm denklemi değiştirdi. Bu karar, sadece bir prosedürden vazgeçiş değil, aynı zamanda hükümete yönelik açık bir "inisiyatif alın" çağrısı ve siyasi bir meydan okuma niteliği taşıyor.
Güven 'sıfır': Hakem heyeti neden hedefte?
Memur-Sen'in bu radikal kararının arkasında yatan temel neden, sendikanın Hakem Heyeti'nin yapısına ve işleyişine duyduğu derin güvensizlik. Genel Başkan Ali Yalçın, bu güvensizliği son derece net ifadelerle dile getirdi: "Önümüzde hakem süreci var. Hakeme ne bizim ne de kamu görevlilerinin zerre miktarda inancı ve güvenci yoktur." Peki, milyonlarca çalışanın kaderini belirleyecek olan bu en üst kurul, neden bu kadar büyük bir güven erozyonu yaşıyor?
Bu sorunun cevabı, Kurul'un yapısında gizli. 11 üyeden oluşan Kamu Görevlileri Hakem Heyeti'nin 7 üyesi, yani kararları belirleyecek olan salt çoğunluk, doğrudan Cumhurbaşkanı tarafından atanıyor. Geriye kalan 4 üye ise sendika ve konfederasyonlar tarafından belirleniyor. Bu yapı, sendikalar tarafından, "tarafsız bir hakemlik" mekanizması olarak değil, hükümetin son teklifini onaylayan bir "noter" olarak görülüyor. Geçmiş yıllardaki toplu sözleşme süreçlerinde, Hakem Heyeti'nin genellikle hükümetin teklifine çok yakın veya aynı oranlarda kararlar vermesi, bu algıyı ve güvensizliği pekiştirmiş durumda. Memur-Sen, bu yapısıyla Kurul'dan adil ve emekçinin lehine bir karar çıkma ihtimalini "sıfır" olarak gördüğü için, bu göstermelik sürece dahil olarak onu meşrulaştırmak istemediğini açıkça ortaya koyuyor.
Rakamların gölgesinde milyonların hayal kırıklığı
Görüşmelerin kilitlenmesine neden olan temel sorun, hükümetin sunduğu teklif ile memurların yaşadığı ekonomik gerçeklik arasındaki devasa uçurumdu. Hükümet kanadı, 2026 yılı için ilk altı ayda %11, ikinci altı ayda %7; 2027 yılı için ise ilk altı ayda %4 ve ikinci altı ayda %4 gibi oranlar teklif etmişti. Memur-Sen ve diğer sendikalar ise, bu tekliflerin, son yıllarda yaşanan yüksek enflasyon karşısında alım gücünü korumaktan çok uzak olduğunu, memur ve emeklileri daha da yoksullaştıracağını savunuyor. Sendikalar, sadece oransal zam değil, aynı zamanda refah payı, kira yardımı, bayram ikramiyesi gibi sosyal haklarda da iyileştirmeler talep ediyordu. Hükümetin bu taleplere kapıyı kapatması ve sunduğu oranların piyasa gerçekleriyle örtüşmemesi, milyonlarca memur ve emekli nezdinde büyük bir hayal kırıklığı yarattı. Memur-Sen'in bu resti, aynı zamanda bu hayal kırıklığının bir sese dönüşmüş halidir.
Enflasyon canavarı ve eriyen maaşlar: Memurun alım gücü sınavı
Toplu sözleşme masasını deviren asıl neden, aslında masaya konan yüzdelik oranlardan çok, sokaktaki enflasyon canavarının kendisi. Türkiye'de son yıllarda yaşanan yüksek enflasyonist ortam, maaşlara yapılan oransal zamları daha cebe girmeden eritir hale getirdi. Özellikle gıda, kira, ulaşım ve enerji gibi temel harcama kalemlerindeki fahiş artışlar, sabit gelirli olan memur ve emeklilerin alım gücünü dramatik bir şekilde düşürdü.
Sendikalar, sadece geçmiş yılların kayıplarının telafi edilmesini değil, aynı zamanda gelecek iki yıl boyunca yaşanması muhtemel enflasyona karşı da maaşların korunmasını talep ediyor. Hükümetin teklif ettiği oranların, Merkez Bankası'nın kendi enflasyon hedeflerinin bile altında kalması, memurlar tarafından bir "kabul edilemez" durum olarak değerlendiriliyor. Bu nedenle, Memur-Sen'in mücadelesi, sadece bir "zam pazarlığı" değil, aynı zamanda üyelerinin insanca yaşayabileceği bir ücrete kavuşması ve temel ihtiyaçlarını karşılarken ay sonunu getirme endişesi yaşamaması için verilen bir "geçim mücadelesi" niteliği taşıyor.
Şimdi ne olacak? Grev sinyali mi, yeni teklif umudu mu?
Memur-Sen'in, Hakem Heyeti yolunu kapatmasıyla birlikte, şimdi gözler tamamen hükümete çevrilmiş durumda. Peki, bu aşamadan sonra masada hangi senaryolar var?
-
Hükümetin Yeni Bir Adım Atması: Memur-Sen'in bu hamlesinin arkasındaki temel strateji, hükümeti yeni ve iyileştirilmiş bir teklif sunmaya zorlamak. Hükümet, sosyal barışı korumak ve milyonlarca kamu çalışanıyla daha fazla gerilim yaşamamak adına, teklifinde bir miktar daha artışa giderek sendikalarla yeniden masaya oturabilir. Bu, sürecin en makul ve en çok arzu edilen çözüm yolu olarak görülüyor.
-
Sendikal Eylemlerin Başlaması: Eğer hükümet kanadından yeni bir adım gelmez ve süreç bu şekilde tıkanırsa, Memur-Sen ve diğer konfederasyonların, tepkilerini sokağa taşıması kaçınılmaz olacaktır. İş bırakma eylemleri, kitlesel basın açıklamaları, meydan mitingleri gibi çeşitli demokratik protesto haklarının kullanılması gündeme gelebilir. Bu durum, ülke genelinde çalışma hayatında bir gerilim ve huzursuzluk dönemini başlatabilir.
-
Hukuki Sürecin Resen İşlemesi: Memur-Sen başvurmasa dahi, yasa gereği Hakem Heyeti'nin taraflardan birinin başvurusuyla veya resen toplanarak bir karar verme ihtimali de bulunuyor. Ancak, en büyük konfederasyonun "güvenmiyoruz" diyerek boykot ettiği bir kurulun vereceği kararın, toplumsal meşruiyeti ve kabul edilebilirliği son derece tartışmalı olacaktır.
Sonuç olarak, Memur-Sen'in aldığı bu tarihi karar, toplu sözleşme sürecini bir belirsizlik ve gerilim sarmalına sokmuş durumda. Milyonlarca memur ve emekli, şimdi nefesini tutmuş, hükümetin bu "restleşmeye" nasıl bir karşılık vereceğini bekliyor. Önümüzdeki günler, sadece kamu çalışanlarının maaş zamlarını değil, aynı zamanda Türkiye'de sendikal mücadelenin, sosyal diyaloğun ve çalışma barışının geleceğini de şekillendirecek son derece kritik gelişmelere gebe. Top artık tamamen, siyasi iradenin sahasında.