Eskiden böyle her dakika dostlarla görüntülü, görünüşsüz konuşabilmek, yazışabilmek, dertleşmek yoktu.
Mektup yazılsa bir ayda ele geçerdi, cevap da işte bir bu kadar gecikirdi.
Teknoloji sayesinde işlem tersine döndü. Şimdi artık her dakika dağdan, bayırdan, evden, iş yerinden nerede bulunulabilirse oradan her an irtibat sağlanabiliyor.
Bu konfor sayesinde Ankara’daki kuzenime de yazılarımı günlük gönderiyorum, anında yapay zekâ gibi değerlendirmelerini gönderiyor.
Çok da yararlanıyorum.

Dün değişiklik yapmış.
Diyor ki: Bir kitapta okudum:
“Bütün ömrün boyunca koşarsın ama yetiştiğin sadece nasibindir.”
Bunu işle bakalım, neler yumurtlayacaksın.
Zor görev, bir de acımasız; ufacık bir hata yapsam silkeliyor.
Ses çıkarmadım, cevap da vermedim. Akşama kadar kafamda kurgu yaptım, gece de oturdum yazdım.

Bu cümle, insanın çabasıyla kaderi arasındaki ince dengeyi anlatıyor.
Ne kadar çalışırsan çalış, ne kadar plan yaparsan yap, sonuçta eline geçen şey sadece “nasibin” kadarı ile olabiliyor.
Tıpkı yaşam için kesin olan “Ne bir nefes fazla, ne bir nefes noksan” tanımlamasındaki gibi: “Ne fazla ne de eksik”, tamı tamına kadardır.

Zaten nasip; birinin önceden alnına yazılmış olduğuna inanılan pay, payına düşen şey demiştik.
Bu pay, bahttır, kısmettir, talihtir;
Günlük kazançtır, mutluluk, sevinç veren güzel şeylere erişmektir; velhasıl kavuşmak, ulaşmaktır; daha bir çok şeydir.

İnsan, ömrü boyunca bir yerlere yetişmeye, bir şeyleri başarmaya, bir hedefi yakalamaya çalışır.
Ancak bazen bunca gayretin sonunda elde ettiği şey, beklentilerinin çok altındadır.
İşte o anda kader, kısmet, nasip gibi kavramlar devreye girmiştir.
Bu söz de bunu hatırlatır — tabii inananlar için:
“Koşmak senin görevin, ulaşıp ulaşamamak Allah’ın takdiridir.”

İnsan, doğduğu andan itibaren görünmeyen bir yola koyulur.
Belki de zifiri karanlıkta adım atmak gibidir.
Bu yol, haritası eline verilmemiş bir rotadır.
Kimi zaman umutla, kimi zaman inatla, kimi zaman hayal kırıklığıyla adım atar insan, böylesine tarif edilen yolda.

Herkesin zihninde bir menzil vardır; ulaşmak istediği bir makam, bir gönül, bir başarı ya da sadece huzur...
Bu menzile ulaşmak için kimi ter döker, kimi dua eder, kimi de sadece zamanın onu oraya savurmasını bekler.
Ne var ki nihayetinde varılan yer, çoğu zaman niyet edilen değil, nasip edilen olur.

Bir ömür boyunca hayallerinin peşinden koşan insanların hayat hikâyelerine bakıldığında, başarıya ulaşanların sadece azimli olanlar değil, aynı zamanda ‘nasibi olanlar’ olduğu görülür.
Elbette çaba önemlidir ama tek başına yeterli değildir.
Kimi, en doğru adımı en yanlış zamanda atar; kimi de yanlış yoldan giderken nasibi onu doğru bir sonuca çıkarır.
Bu nedenle bazen bir tesadüf gibi görünen şey aslında bir takdirdir.
“Bütün ömrün boyunca koşarsın ama yetiştiğin sadece nasibindir” sözü, bu gizli hakikatin özüdür.

Nice genç vardır ki yıllarını eğitimle geçirir, sınavdan sınava koşar.
Bilgisi vardır, görgüsü yerindedir, emeğini esirgememiştir.
Ama tam da son adımda kapılar kapanır yüzüne.
Ve başka biri, belki ondan daha az donanımlı ama daha doğru bir anda, daha doğru bir yerde durduğu için geçer önüne.
O noktada çabanın adaleti değil, nasibin hükmü işler.
Bu adaletsizlik değildir; bu, görünmeyen bir terazinin çalışmasıdır.

Bir çiftçinin tarlasını düşünelim.
Aylarca ekip biçmiş, yağmur duasına çıkmış, sabahın ayazında uyanmış, sıcağın altında ter dökmüştür.
Ama tam hasat zamanı bir dolu iner, emeğini biçer.
Aynı ovada başka bir köylü, daha az uğraşmışken nasibini toplar.
O anda kader, nasiple emeğin dengesini sorgulatır.
Çiftçi şunu anlar: Tohumu atmak bizden, yeşertmek bazen gökten.

Bunlara benzer son örneği 2025 yılı Temmuz ayında ülkemizde çıkan, hepimizi derinden üzen yangında görüldü.
Bursa’da muazzam bir yangında her yer yandı.
Ne büyük bir mucizedir ki; etrafını tamamen sarmış korkunç alevlerin arasındaki — yanlış hatırlamıyorsam — 10-15 dönümlük nektarin bahçesinde bırakın yanmayı, en ufak bir kurum dahi ortaya çıkmamış, bahçede zerre kadar bir zarar oluşmamış.
İşte bu nasiptir.

Hayat, adımlarımızın toplamı değildir sadece.
Gittiğimiz yollar kadar, önümüze çıkan yol ayrımları, beklenmedik karşılaşmalar, zamanın cilvesi de şekillendirir kaderimizi.
Bazen bir kahve molasında tanışılan kişi, bir ömürlük kapı açar.
Bazen yıllardır hayalini kurduğumuz bir şey, bir anda elimizden kayıp gider.
İşte o anda aklımız değil, kalbimiz konuşur: “Demek ki nasip değilmiş.”

Nasip, kimi zaman bir tok sesle “hayır” diyendir; kimi zaman fısıltıyla açılan bir kapıdır.
O, bazen yitirdiğin bir fırsatla değil, başına gelmeyen bir felaketle karşına çıkar.
Belki reddedildiğin iş seni ezilmekten kurtarır.
Belki uğruna yanıp tutuştuğun kişiyle olmamak, gerçek huzurunu bulmana vesile olur.
İnsan, hayal kırıklığını zamanla anlamlandırır.
Başta “neden olmadı?” derken, yıllar sonra “iyi ki olmamış” demeye başlar.
Bu farkındalık, nasibin görünmeyen yüzüdür.

Nasip, sadece elde ettiğimiz değil, bizden uzaklaştırılan şeylerde de gizlidir.
Kimi zaman kayıplarımız da nasiplerimizdendir.
Çünkü insan, sadece kazandığıyla değil, kaybettiğiyle de tamam olur.
Gönlüne iyi gelmeyen ne varsa, elinden alınır; bazen bir dost, bazen bir alışkanlık, bazen de bir hayal…
Bu kopuşlar acı verir ama zamanla ruhu hafifleten sırlara dönüşür.
Her gidiş bir terk ediş değil, bazen bir kurtuluştur.

Bazıları nasibi sadece rızıkla, kısmetle, evlilikle sınırlar.
Oysa nasip, yukarıda üç beş başlıkta sıralamaya çalıştığım gibi çok daha geniştir.
Bir kelimeye denk gelmek, doğru zamanda bir kitap okumak, ölümden dönmek, yolda bir çocuğun gülümsemesine rastlamak bile nasiptir.
İnsan, kendisine sunulanın farkına varabildiği ölçüde nasibine şükredebilir.
Çünkü bazen asıl mucize, o küçük şeylerdir.

Sonuç olarak; insan, yürür, düşer, kalkar, plan yapar, dua eder, vazgeçer, yeniden başlar.
Ama nihayetinde yetiştiği yer, bazen niyet ettiği değil, nasip ettiği olur.
Bu yüzden nasibi küçümsemek, onu sadece “şansa” indirgemek, hayatın derinliğini kavrayamamaktır.
Çünkü nasip, görünmeyen bir elin, bizim yerimize zamanın ilmeklerini örmesidir.
Biz ilmek sayarız, O ise örgüyü tamamlar.

Nasibin bol olsun dostlar, yeter ki moralinizi bozmayın.
Sevgiler, saygılar.