Türkiye ekonomisinin kaderini belirleyen en kritik verilerden biri olan enflasyon beklentilerinde, benzeri görülmemiş bir ayrışma ve derin bir güvensizlik tablosu ortaya çıktı. Bir yanda ekonomi yönetiminin adımlarına ve sıkı para politikasına güvenerek iyimser bir tablo çizen profesyonel piyasalar, diğer yanda ise market raflarındaki etiketlerle, faturalarla ve her geçen gün eriyen alım gücüyle yüzleşen milyonlarca vatandaş. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası'nın (TCMB) Temmuz ayı beklenti anketi, bu iki dünya arasındaki bağın ne denli koptuğunu ve "hissedilen" ile "beklenen" arasındaki uçurumun ne kadar derinleştiğini rakamlarla belgeledi. Anket sonuçlarına göre, piyasa katılımcılarının gelecek 12 aylık enflasyon beklentisi yüzde 23,4'e gerilerken, aynı soruya yanıt veren halkın beklentisi tırmanışa geçerek yüzde 54,5 gibi endişe verici bir seviyeye ulaştı. İki kesim arasındaki tam 31,1 puanlık bu devasa fark, Mehmet Şimşek liderliğindeki ekonomi programının en büyük sınavının, uluslararası piyasaları ikna etmekten çok, sokağın kaybolan güvenini yeniden kazanmak olduğunu acı bir şekilde ortaya koydu.

Çarşıdaki yangın, anketlere yansıdı

TCMB'nin anketinde ortaya çıkan en çarpıcı ve endişe verici sonuç, hiç şüphesiz halkın karamsarlığının artarak devam etmesi oldu. Hanehalkının, yani doğrudan maaşıyla geçinen, kirasını ödeyen, çocuğunun okul masrafını düşünen milyonlarca insanın gelecek bir yıla dair enflasyon beklentisi, bir önceki aya göre 1,5 puan daha artarak yüzde 54,5 seviyesine tırmandı. Bu oran, sadece kuru bir rakamdan ibaret değil; aynı zamanda geleceğe dair umutların ne denli azaldığının da bir göstergesi. Anketin bir diğer kritik bulgusu ise, gelecek 12 aylık dönemde enflasyonun düşeceğine inanan vatandaşların oranının, bir önceki aya göre 4,1 puan birden azalarak yüzde 26,6'ya gerilemesi oldu. Yani, her dört vatandaştan sadece biri fiyat artış hızının yavaşlayacağına inanırken, geriye kalan ezici çoğunluk ya daha da kötüleşeceğini ya da aynı kalacağını düşünüyor. Bu durum, hükümet ve TCMB tarafından yapılan "dezenflasyon sürecine girildi", "en kötüsü geride kaldı" açıklamalarının, vatandaşın günlük yaşamındaki gerçeklikle örtüşmediğini ve sokakta bir karşılık bulamadığını net bir şekilde gösteriyor.

Profesyonellerin iyimserliği, sokakta karşılık bulmuyor

Madalyonun diğer yüzünde ise, teorik ve makroekonomik verilere odaklanan finans profesyonelleri ve iş dünyası temsilcilerinin daha umutlu bir tablo çizdiği görülüyor. Ankete göre, bankacılar, finans uzmanları ve büyük şirket yöneticilerinden oluşan piyasa katılımcılarının 12 ay sonrası enflasyon beklentisi, 1,2 puanlık bir düşüşle yüzde 23,4 seviyesine indi. Benzer şekilde, mal ve hizmet üreten reel sektör temsilcilerinin beklentisi de 0,8 puanlık bir azalışla yüzde 39'a geriledi. Bu kesimlerin iyimserliğinin arkasında yatan temel nedenler, TCMB'nin aylardır sürdürdüğü sıkı para politikası, faiz artırımları ve ekonomi yönetiminin mali disiplin konusundaki kararlı duruşu olarak gösteriliyor. Profesyoneller, uygulanan bu rasyonel politikaların zamanla sonuç vereceğine ve enflasyonist baskıyı azaltacağına inanıyor. Ancak bu teorik iyimserlik, ne yazık ki halkın günlük hayatına henüz dokunabilmiş değil. Piyasaların gördüğü "ışık", sokağın yaşadığı "yangını" söndürmeye yetmiyor.

Çay tiryakilerini üzecek haber: Kuru çaya bir zam daha, raflara yansıdı
Çay tiryakilerini üzecek haber: Kuru çaya bir zam daha, raflara yansıdı
İçeriği Görüntüle

31 puanlık güvensizlik makası: beklentiler neden bu kadar farklı?

Peki, aynı ülkede yaşayan, aynı havayı soluyan profesyoneller ile sıradan vatandaşların gelecek beklentileri arasında neden bu kadar devasa bir uçurum var? Cevap, "hissedilen" ve "resmi" enflasyon arasındaki farkta ve yılların birikimiyle oluşan güvensizlikte yatıyor.

Vatandaş için enflasyon, TÜİK'in açıkladığı yüzdelik bir orandan çok daha fazlası. O, her sabah işe giderken ödediği ulaşım ücreti, markete gittiğinde geçen haftaya göre artmış olan peynir, yağ, et fiyatı, ay sonunda gelen ve katlanarak artan elektrik, su faturası ve en önemlisi de ev sahiplerinin istediği fahiş kira artışlarıdır. Halkın enflasyon sepeti, büyük ölçüde bu temel ve zorunlu harcamalardan oluşuyor ve bu kalemlerdeki artışlar, resmi ortalamanın çok üzerinde seyrediyor. Bu nedenle, resmi olarak yüzde 50'lik bir enflasyondan bahsedilirken, vatandaşın gıda ve barınma gibi temel ihtiyaçlarına yansıması yüzde 100'leri bulabiliyor. Bu "hissedilen enflasyon", geleceğe dair beklentileri de doğal olarak karamsarlığa itiyor. Ayrıca, geçmiş yıllarda yaşanan yüksek enflasyon travması ve resmi verilere yönelik süregelen şüpheler de halkın iyimser senaryolara inanmasını zorlaştırıyor.

Piyasalar ise daha farklı bir pencereden bakıyor. Onlar için önemli olan, politika faizi, ülkenin risk primi (CDS), bütçe açığı gibi makro göstergeler ve TCMB'nin geleceğe dönük sözlü yönlendirmeleridir. Uygulanan ekonomi programının teorik çerçevesine ve uluslararası finans çevrelerinden aldığı onaya odaklanan profesyoneller, kısa vadeli dalgalanmalardan çok, orta ve uzun vadeli istikrar potansiyelini fiyatlıyor. Ancak bu makro bakış açısı, mikro düzeyde, yani hane halkının mutfağında yaşanan dramı ıskalayabiliyor. İşte bu iki farklı bakış açısı, aradaki 31,1 puanlık rekor "güvensizlik makası"nı oluşturuyor.

Kırılan beklentiler, ekonomi politikasının en büyük sınavı

Beklentilerdeki bu derin ayrışma, ekonomi yönetimi için sadece bir anket sonucundan ibaret değil, aynı zamanda uygulanan programın geleceği açısından da en büyük tehditlerden birini oluşturuyor. Çünkü ekonomide "beklentiler" kendi kendini gerçekleştiren bir kehanete dönüşme potansiyeli taşır. Eğer halkın ezici çoğunluğu, gelecekte fiyatların daha da artacağına inanırsa, harcamalarını öne çeker, elindeki parayı bir an önce mala çevirmeye çalışır. Bu durum, talebi körükleyerek enflasyonu daha da artırır. Aynı şekilde, ücretli çalışanlar ve sendikalar, maaş zammı pazarlıklarında yüzde 54,5'lik bu beklentiyi masaya koyarak yüksek zamlar talep eder. Bu da maliyetler üzerinden yeni bir enflasyonist dalgayı tetikler.

Bu kısır döngü, TCMB'nin sadece faiz artırarak veya para politikasını sıkarak enflasyonu kontrol altına almasının ne kadar zor olduğunu gösteriyor. Bir merkez bankasının en önemli silahlarından biri, halk nezdindeki "kredibilitesi", yani güvenilirliğidir. Mevcut tablo, TCMB'nin ve ekonomi yönetiminin, piyasaları ikna etme konusunda mesafe kat ettiğini ancak halkın güvenini kazanma konusunda henüz yolun başında olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla, ekonomi programının başarısı, önümüzdeki dönemde bu 31 puanlık devasa makasın ne kadar kapatılabileceğine ve vatandaşın karamsar beklentilerinin ne ölçüde kırılabileceğine bağlı olacak. Bu, rakamlarla değil, doğrudan insan psikolojisi ve güveniyle ilgili, çok daha zorlu bir mücadele anlamına geliyor.

Kaynak: HABER MERKEZİ