Ferdi Zeyrek Parkı açıldı
Ferdi Zeyrek Parkı açıldı
İçeriği Görüntüle

Özgürlük İçin Hukukçular Derneği, İnsan Hakları Derneği, Çağdaş Hukukçular Derneği, Çağdaş Avukatlar Grubu ve Adalet İçin Hukukçular, düzenlenen açılışların “bir kutlama” olarak görülmesine itiraz etti. Ortak açıklamada, “Bu açılış bizim değil . Yargı sisteminin çöküşü, artık bir istisna değil, olağanlaşmış bir yönetim biçimi hâline geliyor.” ifadeleri yer aldı.

Ortak açıklamada şu ifadeler öne çıktı:
“Yargıda kriz derinleşiyor, her yeni adli yıl bu krizi daha da görünür hale getiriyor.”
“Bağımsız olmayan bir yargı, toplumun adalet duygusunu zedeler.”
“Kutlama değil, mücadele etme zamanıdır.”

Yapılan ortak açıklama şu şekilde:

Bu Açılış Bizim Değil: Kutlamıyoruz!


“Yeni adli yılın başlangıcı, içinden geçtiğimiz süreçte yargı pratiğindeki derinleşen krizleri görünür kılmak ve bu düzene karşı kolektif sesimizi yükseltmek için artık bir vesile olmaktan başka bir anlam taşımamaktadır. Resmî törenlerin dışında duran, hak temelli hukuk mücadelesini esas alan bir pratiği savunan bizler, bu vesile ile sözümüzü kamuoyuna duyuruyoruz.
Hukuk tarihsel olarak her zaman devletin ve siyasal iktidarı elinde bulunduranların ihtiyaçlarına göre şekillense de bu araçsallık artık gizlenmiyor, örtülme gereği dahi duyulmuyor. Yargı, yalnızca iktidarın sopası değil; teknik işleyişi ve etik kaygısı çoktan silinmiş, vitrinde sergilenen bir meşruiyet dekoruna dönüşüyor. Kurumlar, kararlar, prosedürler birer dekor olarak sahnede duruyor; arka planda ise çürümüş bir düzen işliyor. Yargı sisteminin çöküşü, artık bir istisna değil, olağanlaşmış bir yönetim biçimi hâline geliyor.
Sistemin çöküşünün en görünür örneklerinden biri de meslektaşlarımızın özgürlüğünün gasp edilmesidir. ÇHD Onursal Başkanı Selçuk Kozağaçlı, 8 yıl sonra tahliye edildiği cezaevine savcılık itirazıyla yeniden gönderiliyor; hukuki değil, açıkça politik bir kararla özgürlüğü elinden alınıyor. Yine Gezi davası kapsamında 18 yıl hapis cezasına çarptırılan ve Hatay halkının seksen bine yakın oyuyla seçilmiş milletvekili olan Can Atalay, Anayasa Mahkemesi’nin hak ihlali kararlarına rağmen hâlâ cezaevinde tutuluyor. Aynı şekilde Demirtaş, Yüksekdağ ve Kavala hakkında verilen AİHM kararlarının uygulanmaması, yargı kararlarının tanınmadığını ve hukuk devletinin ilke düzeyinde dahi tasfiye edildiğini açıkça gözler önüne seriyor. Bu örnekler, yalnızca bireysel mağduriyet değil; yargının siyasal işlevini, hukukun araçsallaştırılmasını ve temsil hakkının gaspını ortaya koymaktadır.

Yeni açılan yüksek güvenlikli hapishaneler, mahpuslar tarafından “kuyu” ve “mezar” olarak tanımlanıyor; tek kişilik hücrelerde mutlak tecrit altında tutulan insanlar, fiziksel ve zihinsel sağlıklarını yitirme riskiyle karşı karşıya bırakılıyor. Bu koşullar, yalnızca ihmal değil, bilinçli bir izolasyon politikası olarak uygulanıyor.
Seçilmiş belediye başkanları, hukuki değil siyasal gerekçelerle görevden alınıyor ya da tutuklanıyor; halkın iradesi ise kayyım politikalarıyla sistematik biçimde gasp ediliyor. Bu uygulama, yalnızca yerel yönetimlere değil, doğrudan seçme ve seçilme hakkına yönelik bir siyasal müdahaledir. İstanbul Barosu’na dönük kurumsal kuşatma girişimi ise, örgütlü savunma hakkını doğrudan hedef alan bir saldırı niteliği taşıyor. Meslek örgütlerinin bağımsızlığına yönelen bu hamle, savunmanın siyasal denetime alınmak istendiğini açıkça göstermektedir.

Hakların sistematik bir biçimde gasp edildiği bir çöküş

Kadına yönelik şiddet vakalarında faillerin yargı eliyle korunması, miras hakkı gibi yasa tasarılarıyla kadınların kazanılmış haklarının hedef alınması; LGBTİ+’lara ve örgütlerine yönelik sistematik saldırılar, bu düzenin yalnızca hukuk değil, yaşam hakkı karşısında da konumlandığını gösteriyor. Göç politikaları, insan temelli değil; siyasal iktidarın dönemsel tercihlerine göre şekillenen, pazarlık malzemesi hâline getirilen bir araç olarak yürütülüyor. Göçmenler, insan olarak değil; siyasal pazarlıkların nesnesi, dönemsel iktidar stratejilerinin sessiz kurbanları olarak konumlandırılıyor.

Bu tablo, yalnızca hukuk alanında değil; toplumsal yaşamın tüm katmanlarında hakların sistematik biçimde gasp edildiği bir çöküşe işaret ediyor.
Hal böyle iken; bizler, her yıl olduğu gibi bu yıl da törenle kutsanan çöküşün açılışını kutlamıyoruz. Çünkü kutlanacak bir hukuk değil, mücadele edilmesi gereken bir enkazla karşı karşıyayız. Tören değil direniş, sessizlik değil kolektif söz, hukukun değil halkın yanında olma iradesiyle buradayız.
Geçim derdiyle boğuşurken, enkazın başında, işkence yapılan karakollarda, işten atılan işçilerin direnişlerinde, hak ihlallerinin yaşandığı her yerde olmaya devam ediyoruz, edeceğiz. Yalnız bırakılanların izini sürmeye, susturulanların sesini çoğaltmaya, hangi sokak karanlıksa orada olmaya kararlıyız. Savunmaya, halkın hak arama yollarına yönelik her türlü saldırıya karşı; örgütlü ve kolektif hukuk mücadelesini büyütmeye devam edeceğiz.
Bu çürümüş düzene karşı yalnız kalan her sesi, bastırılmak istenen her iradeyi; hak temelli, kolektif bir hukuk yürüyüşünde yan yana durmaya, ortak sözü çoğaltmaya, birlikte direnmeye çağırıyoruz. Tüm hukuk örgütlerini ve muhalif kesimleri, bu enkazın altında değil, karşısında saf tutmaya davet ediyoruz.”

2-282

Muhabir: Rojda Dolgun